Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Orhan Pamuk’un iki yapıtı Masumiyet Müzesi’nde Şeylerin Masumiyeti Orhan Pamuk’un iki kitabı Masumiyet Müzesi ve Şeylerin Masumiyeti, hem felsefi hem de antropontolojik açıdan incelenebilecek nitelikte. Her iki roman da “dışdünyadüşünmedil” ve “insandünyabilgi” üçgenleri çerçevesinde anlama, yorumlama ve açımlamaya çalışılıyor. Ë Hâle SEVAL “Geçmiş asla ölü değildir. Geçmiş geçmiş bile değildir.” William Faulkner ele almamız olanaklıdır. Bunun devamında romanı anlamada antropontolojik (İnsanVarlık Bilgisi) yaklaşım nesnelerin ontolojik açılımını da mümkün kılmaktadır. nesnelerin varlığından habersizdir, bir Kemal, Füsun’a duyduğu derin aşkla sabaşka deyişle, kendi aralarında birbirledece hayatına bir anlam katmakla kalrine fısıldayan nesnelerin Füsun’un ve maz, aynı zamanda bu anlamı oluşturan kendisinin dünyasında yaratmış olduğu yapıp etmelerinin bir sonucu olarak hikâyeden habersizdir yani nesneler matoplanan nesnelerin bir müze içinde sumdur. Füsun’un yokluğuyla birlikte sergilenmesini ister sergilenir. Bu sernesneler dünyası ona varlıklarını baskın gileniştir ki bizi, Orhan Pamuk’un Şeybir şekilde hatırlatarak masumiyetlerilerin Masumiyeti (3) adlı katalog kitani/bilinmezliklerini ortadan kaldırırlar. bıyla buluşturur. Bu buluşma, insanın Füsun’un kullandığı bir küpe ve/veya kültürel hayatında bir göstergeye dönüdiğer kullandığı gündelik eşyalardan şen nesneler/şeyler üzerinden İstanbul olan tarak, ayna, mendil hatta bir/birkentiyle dönemsel bir birliktelik suçok sigara izmariti Masumiyet Müzenarken Kemal’in “Füsun’a olan aşkını si’nde yerini alarak masumiyetini/bilinve ona hayranlığının hikâyesini” (s.565) mezliğini kaybederler. Çünkü Kemal, de anlatır. Âşık olan her insan gibi Keartık bütün bunlar bilinsin ister, yer mal de Füsun’a duyduğu aşkı, bu aşkın olarak da Masumiyet Müzesi’ni seçer. büyüklüğü bilinsin ister. Kemal’de kaİnsanın Kemal dünya ile kurduğu dın imgesi uzak akraba Füsun da kilitbağ bilgi üzerinden şekillenir. “Bilgi, lenmiştir ve zaman geçtikçe bu kilitlensüje ve obje arasındaki bağdır. İki uçlu me açılamaz bir hale gelir. “Füsun’un olan bu bağın bir ucunda süje, öteki fotoğrafını aşkla öptü ve ceketinin göucunda ise obje bulunur. Süje, var olan, ğüs cebine dikkatle yerleştirdi. Sonra birçok özellikleri, işlevleri, eylemleri bana zaferle gülümsedi. ‘Herkes bilsin, olan insandır. Obje de yine var olan, çok mutlu bir hayat yaşadım.’”(s. 586) birtakım özellikleri olan, türleri ve şekilAntikçağdan günümüze mutluluk kavleri olan varlıkdünyasının ya da insan ramı üzerine çeşitli yorumlar yapılmış, yapıtlarının herhangi bir alanıdır. Bu “mutluluğun” anlamı çözümlenmeye bakımdan süje ile obje arasındaki bu çalışılmıştır. Kemal’de de karşımıza çıbağ da, öteki varlık bağları gibi bir bağkan mutluluk kavramı bizzat kendisi tadır” (4). “Füsun ile ilgili bütün eşyaları, rafından açıkça dile getirilir Kemal, hem dokuz yılda, ta başta biriktirdiğimi mutluluğu uzun bir zaman dilimine yaybilmeden topladıklarımı hem de Fümaktadır. Kemal için geçmiş mutluluksun’un odasındakileri, hatta evdeki her tur çünkü geçmiş hiçbir zaman ölü deşeyi bir yerde toplamam gerektiğini arğildir, Füsun’la yaşanılanlar geçmiş bile tık anlıyordum da, burasının neresi oladeğil, insandan daha uzun yaşayan masum nesneler sayesinde geçmiş şimdi; müze sayesinde ise masumiyetini kaybederek gelecek olacaktır. Böylece Kemal ve Füsun’un aşkı zamanın bütün dilimlerini kapsayacaktır. Masumiyet Müzesi adlı roman “Hayatımın En Mutlu Anı” adlı bölümle başlar. Kemal “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?”(s.11) diye sorar. Kemal Füsun’la Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi adlı romanı “Hayatımın En yaşadığı o zaman diliminde Mutlu Anı” adlı bölümle başlıyor. 2013 aulkner’ın bu sözlerini hatırlatırcasına Masumiyet Müzesi’nde sergilenen, hem hayatta oldukları gibi korundukları için hâlâ masum olan hem de anlattıkları aşk hikâyesini bilinir kılmalarıyla masumiyetinden kurtulan “şeyler”, zamanı mekâna dönüştürüyor. Her şey Kemal’in Füsun’a duyduğu aşkla başlar. Füsun’la başlayan ve bir kadına duyulan doyumsuz aşk nesnelerle örtüşür, devamında sahiplenme, kendinin kılma, öznenesne arasında ikili bir oyuna dönüşür. Kemal Füsun’u kaybettikten sonra, bugüne kadar biriktirdiğinin bile farkına varmadığı ama artık varlık dünyasına katılmış olan nesneleri oluşturan; sevgilisinin on sekiz yıl dokunduğu bir kapı kulpu, oyuncak bebeğinin kolu, eski bir bilye, yırtıp kopardığı bir duvar kâğıdı parçasının anlam boyutuyla birlikte var olmaya başlar. Kemal bu aşk karşısında hiçbir sınır tanımadığı içindir ki, kendisini bazan çok güçlü bazen de güçsüz bırakır. Bir başkasına Füsun duyduğu büyük aşkla hem mutlu olurken hem de o aşkın içinde tam olarak var olamaması bir anlamda kendini güçsüzleştirme değil midir? O, bir türlü çözemediği aşk probleminin içinde yaşarken Füsun’u kaybedişiyle öznenesne arasındaki ilişkinin farkına vararak Füsun’la yaşadığı İstanbul’u anlatan nesneleri mendil, tarak, ayna, yaka iğnesi, küpe, tuzluk toplamayı yoğunlaştırmakta ve böylece sadece dün ve bugüne değil, bunları sergileme düşüncesi sayesinde geleceğe de anlam katarak yaşadıklarının mekânsal bir izdüşümünü yaratmak istemektedir. PAMUK ROMANLARININ FELSEFİ İNCELEMESİ Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi (1) adlı romanını felsefi bir yaklaşımla antropontolojik (2) (İnsanVarlık Bilgisi) “dışdünyadüşünmedil” ve “insandünyabilgi” üçgenleri çerçevesinde anlama, yorumlama ve açımlamaya çalışırsak Kemal’in dışdünyada artık bir göstergeye dönüşen bilinen nesnelere olan bağlılığını ve düşünmenin dille olan ilişkisini çözümlerken de Kemal’in Orhan’la yapmış olduğu konuşmalarını SAYFA 12 ? 11 NİSAN F cağını bilmiyordum. (…) 1986 kışında, karlı bir gece, akşam yemeğinden sonra, yıllar boyunca Füsun’a boş yere aldığım kelebekli broşları, küpeleri, takıları bir kere daha elden geçirirken; kaza sırasında Füsun’un taktığı ve yıllardır tekinin kayıp olduğunu söylediği, kelebekli F harfli iki küpeyi de kutunun içinde bir kenarda gördüm. Küpeleri aldım, aşağı indim” (s. 545). İKİ ROMAN VE NESNELER Varlık alanı ancak düşünen varlıkla anlam kazanmaktadır. İnsanın nesnelerle olan ilişkisi kimi zaman bir tutku ve bağlılık boyutuna erişir. “Düşünen ve tarihsel bir varlık olan insan, her şeye bir anlam vermektedir; bir anlam yüklemektedir ve bu dünya, anlam verilen dünyada yaşamaktadır” (5). İnsan yapıpeden, eyleyen bir varlıktır, Kemal de Füsun’un ölümünden sonra kendini “bir şeye verir”, eşdeyişle masum nesnelere adar. İnsanın kendini bir şeye vermesinin altında yatan da o nesnelerde bulduğu değerdir. Zamanında Füsun’un kullanmasıyla değer bulan tarak, küpe, broş, mendil, ayna onun ölümünden sonra, Kemal tarafından yaratılan nesneler dünyası sayesinde artık farklı bir değer taşımaktadır. “Yıllar boyunca akşamları ona hediye getirdiğim bütün tarakları, saç fırçalarını, küçük aynaları, kelebek biçimindeki broşları, küpeleri, her şeyi, Füsun küçük odasındaki küçük dolapların gözlerinde saklamıştı. Ona hediye ettiğimi bile unuttuğum mendilleri, tombalalık çorapları, annesine aldığımızı sandığım tahta düğmeleri, saç tokalarını (ve Turgay Bey’in hediye ettiği oyuncak Mustang’ı), ona yazıp Ceyda ile yolladığım aşk mektuplarını çekmecelerde bulmak beni manevi bir yorgunluğa sürükler, orada Füsun’un yoğun kokusunu taşıyan dolapların, çekmecelerin önünde yarım saatten fazla kalamazdım. Bazen yatağın kenarına oturur, sigara içerek dinlenir, bazen da gözyaşı dökmemek için pencereden dışarı bakar, bazen de çoraplardan, taraklardan biriniikisini yanıma alıp götürürdüm (s. 545). Nesnelerin ontolojik açılımına baktığımızda ayna, eski çağlardan günümüze kadınerkek arasındaki ilişkisinin bir yansıtıcısı olmuştur. Berraklığı, temizliği, saflığı temsil ettiğine inanılarak gelin alaylarının önündeki kişi ayna taşımıştır. Evlenen kişi koca evine ilk adımını attığında ayna tutulur yüzüne. Bir erkeğin sevdiği kadına seni seviyorum demenin en gösterişli yolunu seçtiğinde ayna ve tarak hediye eder, sevgili uzun saçlarını tararken aynaya bakar, kendi yüzünü, sevdiğinin yüzünün yansımasını görür. Doğu kültüründe aynanın kullanımı sadece iki kişi arasında kalmaz, baht açıklığı içinde “Saraçlar atların alınlarına, nazar boncuklu ayna koyarlar” (6). Olayların birbirini izlemesi sonucunda yaratılan zaman ve zaman birimin göstergesi olan saat(ler). Zaman dediğimiz iki noktanın birleştirilmesini oluştu¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1208