29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mavisel Yener Ata Cad. Defne Sok. No: 1 D: 1 Balçovaİzmir www.maviselyener.com [email protected] RENKLER SESLER HARFLER AYTÜL AKAL NİLAY YILMAZ ÇİĞDEM GÜNDEŞMAVİSEL YENER MUSTAFA DELİOĞLU KİTAP GÖLGESİ Günışığına Yolculuk Adnan Binyazar’ın “Masalını Yitiren Dev” adlı yapıtıyla tanıştığımda, çocuk okurlar da bu direnç öyküsünü okuyabilseler, diye düşünmüştüm. Düşüm gerçekleşti işte! Binyazar’ın hayata tutunma öyküsüne çocuklar da tanık olacak… Onlar da, çıkmazlardan kurtulmanın tek yolunun bilinç çıtasını yükseltmek olduğunun farkındalığını yaşayacak. Parçalanmış ailesinin sorunlarıyla boğuşarak büyümek zorunda kalan, yoksullukla kardeş olmuş, şiddet gören bir çocuğun on dört yaşına kadar olan mücadelesi anlatılıyor bu anı romanda. Çocukluğun Gölgesi: Ë Mavisel YENER ünışığı’na Yolculuk’ta kahramanın altı yaşından on dört yaşına değin yaşadıkları anlatılır. Arka planda ülkenin yaşadığı ortak acılar da vardır aslında. Romana farklı açılardan bakılınca ortak bir erek çıkar ortaya: İnsanlığın ortak değerlerine sahip çıkıp bunu herkesle paylaşmak. Yapıt, bu değerlerde buluşmanın algı modelini (paradigma) bulup yakalar, okura sunar. (Kimileri her cümlesine “paradigma” sözcüğünü tıkıştırıyor, dilinizi eşek arısı soksun! Türkçesini söyleyin de anlayalım!) Yirmi üç yaşında anne, dört ve altı yaşlarında iki çocuk, Diyarbakır’dan Sivas’a iş için gittiğini söyleyen babanın aileyi terk etmesiyle yapayalnız kalır. Bir faytona doluşup babayı uğurlamaya giderken altı yaşındaki çocuğun yüreğindeki ses “Baban gidecek, bir daha dönmeyecek” diye vızıldayıp durur. O ses haklı çıkar; baba, gidip de dönmeyenler kervanına katılmıştır. Bunu biz nereden mi biliriz? Çünkü bu romanın anlatıcısı o çocuktur! Diyarbakır’ın Arbedaş Mahallesi’nde oturan bu aile, babanın gidişinin ardından daha da yoksullaşır. Anne, gözü gibi sakladığı çeyizliklerini bile satmak zorunda kalır. Kimi zaman aç yatarlar. Annenin “Biri bir şey verirse açgözlülük yapıp hemen kapmayın, karnımız tok deyin” sözleri onun kişisel özellikleriyle ilgili ipuçları verir. Aç olup da tok görünmek zorunda kalan çocuklara anneleri bir gün Diyarbakır’dan göçmeleri gerektiğini söyler. Çünkü orada rızkları tükenmiştir artık. Hüzünlü ayrılışın ardından Elazığ’a varılır, annenin Ağın ilçesindeki baba evine dönülür. Orada nene ile dayı yaşamaktadır. Nereye gidildiği çocuklar için çok da önemli değildir, “yeter ki karnımız doysun” diye düşünürler. Ağın, çocuklara eğlenceli görünür, onların içini ısıtan bir evdir burası. Yaza doğru, babanın izi bulunur, İstanbul’dadır. Onun yanına gitme fikri Cengiz ve ağabeyini mutlu eder. İstanbul’a giderken ayakkabılarının bile olmaması, kız çocuklarının giydiği entarilerle, takunyalarla yola çıkmaları bir yana, İstanbul yeni bir umut olur onlara. Yine de anneden ayrılmak kolay değildir… AğınElazığ arası atla iki gün sürer. Nice dağlar aşılır, nice ırmaklar geçilir. Biri beş öbürü yedi yaşındaki çocuk atçıya emanettir. Atçı onları Elazığ’dan trene bindirir. Uzun süren yolcuğunun ardından Haydarpaşa Garı’na gelmişlerdir. Kitabın ikinci bölümü “Baba Evi” SAYFA 18 ? 11 NİSAN G bu noktadan başlar. İstanbul bambaşka bir gezegen gibi görünür çocukların gözüne. “Geldiğimiz yerler sessiz dağlardı. İstanbul, gürültünün dalgalandığı koca bir deniz!” (s. 46) O güne değin ne deniz görmüşlerdir ne vapur. “Vapur düdüğünü öküz sesine benzetince babam gülmemek için kendini zor tutuyor.” (s. 46) Çocuklar için en büyük şaşkınlık yeni bir anneleri olduğunu öğrenmektir, üstelik iki de kardeş vardır evde. Biri kadının ilk eşindendir, diğeri de babasıyla o kadının çocuğudur. O güne değin “özlük”, “üveylik” sözcüklerini duymamış olan çocuklar kısa sürede bunun anlamını yaşayarak öğreneceklerdir. Oğlan, İstanbul’da okula gideceği hayalini kursa da o gün bir türlü gelmez. Sonunda babasına bu isteğini söyler, babanın yanıtı okkalı bir tokattır. İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır, yokluk çekilir. Üstelik baba artık eve nadiren uğrar. Çocuğun gözünden savaşa bakış böyle aktarılır: “Savaş; karanlık, açlık ve soğuk demekti. Üçü bir araya gelince evlerde önce gülüş tükeniyor. Onun yerini bencillikler, kayırmalar, ani öfkelenmeler, nefret, hiç yoktan kavgalar alıyor. Geçim sıkıntısından ne yapacağımı bilemez hale gelmiştik. Ama hiçbirimizin gidecek yeri yoktu.”(s,51) Mum, kömür, yiyecek yoktur; kirayı ödeyemezler. Üstelik “yeni anne” evde yaşanan huzursuzluktan Cengiz ve ağabeyini sorumlu tu2013 tar. Babasının sorumluluğunu yavaş yavaş üstüne almaya başlamıştır roman kahramanı. O, çocuk kimlik ve kişiliğindedir ama bir yetişkin gibi davranması beklenir hep. Pazaryerinde hamallık yapmaya başlar, kazandığı parayla evdeki bebeği doyuracak sütü alabilir. Zaman zaman pazarın yerleşiklerinden şiddet gördüğü de olur. On altı yaşındaki hamal Hüso’nun yardımıyla hamallar ordusunun bireyi haline gelecektir. Kardeşi Cengiz de küfesini yüklenip çalışmaya başlar. Çok geçmeden üvey anne evi terk eder. Artık çocukların tokmağını tıklatacak bir kapıları yoktur, evleri barkları sokaklar olur. Romanın üçüncü bölümü aşevindeki Çıraklık Yılları’nı anlatır. 1942’de girdiği aşevinde 1948 yılına dek kalır. Arada bir uğrayan kardeşinin harçlığını ihmal etmez. Tek hayali, ona şiddet uygulayan ustasından kaçıp annesini aramaktır. İstanbul’dan kaçmak, gün ışığına uzanmakla eşanlamlıdır onun için. “Nerede bir kuş ötse doğduğum yerleri anımsardım. O günkü ötüşler yuvama kavuşma umudu oldu bana.”(s, 115) İstanbul’dan kaçmaya karar verdiğinde on dört yaşındadır artık. Okula gitmeden önce okuma yazmayı öğrenmiş, kitaplarla iletişim kurmuştur fakat ilk gençliğe adım atmasına karşın okula hâlâ gönderilmemiştir. Roman Haydarpaşa Vapurunun güvertesinde son bulur. Umuda yolculuğun devamını bundan sonraki kitapta anlatacağını söyler yazar. Onlarca kez okuyacağımız, yüreğimize işleyen sözlerle noktalar romanı: “Vapurda, transatlantikte, savaş gemisinde, şilepte, takada, kayıkta ya da eline geçirdiğin bir tahta parçasında; suyun üstündeysen bil ki güvence altındasın; kimse seni yolundan alıkoyamaz.” (s.150) Binyazar’ın nice yaşanmışlığı satırlara aktarırken kulağımıza sesledikleri, özlem, aile içi şiddet, savaş, açlık, yoksulluk, erdem, hoşgörü, gurur, iyilik, vicdan, dostluk, umuttur… Roman kişilerinin bütün duyguları en yalın haliyle yapıta nakışlanmıştır. Bu duygular yazarın yoğunlaşma kanalları olmakla birlikte anlatının başat öğesi değildir. “İnsan” gerçekliği, romandaki durum ve olayları kucaklayan en önemli öğe olarak öne çıkar. Romandaki çocuğa dokunmamız olası değilse de onun güçlü gölgesini yanı başımızda duyumsarız. Kitabın ayrıntılı incelemesini yapacak olan eleştirmen ve akademisyenlerin dikkatini çekecek imgelerden biri de tren. Tren, çocuğun gözünde, hem düşman gibi görülen hem de merakla yolu gözlenen bir “ulaşım” aracıdır. Önce babayı alıp götürür, sonra da Elazığ’dan İstanbul’a giderken babaya kavuşturan yine trendir. “Babamı yolcu ettiğimiz gece, onu uzaklara götürüyor diye treni düşman gibi görmüştüm. O nedenle trene merakla bakamamıştım. Oysa önce resmini gördüğüm lokomotifi öyle merak ediyordum ki…” (s.29) Bir başka ayrıntı da çocuğun babaya karşı olan duygularındaki affedicilik. Evi terk edip giden, iki yıl hiç haber vermeyen bir babaya karşı çocuğun güvensiz olması beklenir. Oysa romanda aktarılan duygu “güvensizlik” değildir, her şeye karşın hoşgörü söz konusudur. Bu hoşgörü, körü körüne yazgıya boyun eğme olmayıp insani hak ve özgürlükler ilişkisinde bilinçli olarak kapsamı ve kaplamı belirlenmiş insansal değer yargısı, davranış özelliğidir. Binyazar, bu romanın “anıroman” olduğunu çocuk okurlara doğrudan söylememeyi yeğlemiş. Anlatıcının, yani roman kahramanının, Adnan Binyazar olduğunu anlamadan da okuyabilir çocuklar. Yazarın bunu özellikle yaptığını düşünüyorum. Böylelikle, çocuk okurun kahramanla özdeşim kurması daha da kolaylaşacaktır. Anlatıcı olan küçük çocuk, yaşadıklarıyla okura umudun rengini gösteren bir “kahraman” olarak kalabilecektir. Çocuk okurun kendi masalını ve etrafındakilerin masallarını bu romanda görebilmesini istemiştir Binyazar. Çocukluk anılarını çocuklara yazan diğerleri gibi “bu kitap beni anlatıyor…” diye çocuk okurun gözüne sokmamıştır. Yetişkin ve çocuk okurun bakış açısındaki o ince farkıayrıntıyı yakalamıştır. Merak eden çocuk zaten gerçeğe ulaşacak, Masalını Yitiren Dev’i okuduğunda yazarın muzipliğine gülümseyecektir. Bu toprağın çocukları, anaları, nineleri anlatılırken duygu sömürüsü yapılmaz; tam tersi, onların gücü duyumsatılır romanda. Metinde yer alan anne, nine, üvey anne ve diğer kadınlar kendilerine göre sorunları çözecek ussal modeller geliştirir. Çözüm yollarını ister beğenin ister beğenmeyin, hepsi de yaratıcı güçlerini kullanarak çıkmazlardan kurtulmayı denerler. Kurtuluşu gerçekten başarıp başarmadıkları tartışılsa da, sevgi körü insanlardan değildir hiçbiri… Değerli yazın eri Emin Özdemir’in, Bilgi Yayınları’ndan çıkan “Sözcüklerin Vicdanı” adlı yapıtının sunusunu Adnan Binyazar kaleme almış. Binyazar o sunuda diyor ki: “İnsan yüreğinde ibresi hiç durmadan titreşen ‘vicdan’, kişinin özgür düşünme alanıdır. Onun dile getiriliş kaynağı da sözcüklerdir.” Günışığı’na Yolculuk için de aynısını söyleyebiliriz. Emin Özdemir kitabında diyor ki “Anlatımsal güzellik, sözcüklerin vicdanıyla yazarlık vicdanının örtüşmesinden doğan gizemsel bir soluktur.” Binyazar romanında tam da bunu gerçekleştirmiştir. Onun çocuk okurlara sunduğu bol oksijenli solukla, dilin ve kurgunun büyülü evrenine giriyoruz. Yazmanın direnmek olduğunu bir kez daha duyumsuyoruz… Şiddet görmüş, acılar çekmiş, kan dökmek yerine ter dökmeyi yeğlemiş bu çocuğun romanı Türk çocuk yazınının önemli kazanımlarındandır. İyi okumalar. ? www.maviselyener.com *Günışığına YolculukKaçış/ Adnan Binyazar/ Resimleyen: Mustafa Delioğlu/ Can Yayınları/ 150s./ 2013/ 10+ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1208
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle