Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ran çizgisel doğru. İşte, Füsun’la Kemal’in zamanını oluşturan çizgisel doğruda neler yoktur ki! “Bazan Füsun öyle güzel esnerdi ki; bütün dünyayı unuttuğunu ve kendi ruhunun derinliklerinden daha huzurlu bir hayatı, tıpkı sıcak yaz günü soğuk bir kuyudan kovayla su çeker gibi çektiğini düşünürdüm.”(s.444) Betül Çotuksöken’in ifade ettiği gibi, “Peçesi kalkan geçmiş, artık şimdinin az öncesi oluyor: geçmiş şimdinin kaynağıdır. Geçmişe değin giderek onu bellek alanına geçirme, olayları sadece zamansal bir çerçeve içine yerleştirmek değil, var olmanın temeline ulaşmak, özgün olanı, evrenin kendisinden çıktığı ve kendi bütünlüğü içinde sürekli oluşu anlamayı sağlayan asıl gerçekliği ortaya çıkarmaktır (7). Kemal de tüm yaşadıklarının/yaşananların peçesini kaldırarak zamanın geçmişliğinden sıyrılmak, Füsun’la yaşadıklarını ve onun kullandığı nesneleri zamanın bütün dilimlerine yayarak geçmiş ve şimdiyi birleştirmek, gelecekte nesneleri bir mekânda sergilemeyi düşünerek de var olmanın özüne ulaşmak istemektedir. Kemal için var olmanın özü Füsun’a duyduğu aşkta yatmaktadır. Masumiyet Müzesi adlı romana insanvarlık bilgisiyle yaklaşarak düşünme ve dil boyutuyla ele aldığımızda, düşünme ve dilin insanı, “türsel, toplumsal ve bireysel olarak oluşturan, kuran iki temel varlık koşulu” (8) olduğunu hatırlarız. Kemal dünyanın çeşitli yerlerindeki müzeleri gezerek kendi düşünmelerini oluşturmaktadır. “Londra’ya her gidişimde karmakarışık ve tıkış tıkış haline bayıldığım ve resim sergileme yöntemlerine hayran olduğum Sir John Soane’in Evi Müzesi’nde, bir kenarda tek başıma şehrin uğultusunu dinleyerek saatlerce oturur, bir gün Füsun’un eşyalarını da böyle sergileyeceğimi, canım sevgilimin o zaman meleklerin katından bana gülümseyeceğini düşünerek mutlu olurdum” (s. 554). Biriktirdiği birçok eşyanın/nesnenin arasında kalmış olan hatıralar, Kemal’i dışdünyada bir eylemde bulunmaya zorlamaktadır. Bu eylem onun, Orhan Bey’le konuşmasına ve hikâyesini anlatmasına, dile getirmesine neden olur. Hikâyesini dile getiren Kemal’i Orhan Bey gerçekten onun anlattığı gibi mi anlamıştır? Kemal de dile getirdiği düşüncelerinin nasıl yazıldığını duymak istemektedir. Kemal’e kitabını birinci tekil şahısla yazdığını söyleyen Orhan Bey, bu dile getirilmiş aşk hikâyesini yazarken kendini Kemal’in yerine koyar. “Düşünce, düşünmenin dilselleşmiş biçimidir. Düşünceler başkalarının düşünmelerinin nesnesi olabilirler; başka düşünmeleri yönlendirebilirler. Düşünme dile döküldüğünde, dil alanına geçtiğinde düşünce adını alır. Düşüncelerin oluşumundaki ilk adım düşünmenin tasarımlama ediminde, tasarlama gücünde kendini belli eder. Her düşünce özneldir ama başkalarının düşünmesinin konusu, nesnesi olabilme olanağından ötürü de her düşünce aynı zamanda nesneleşebilir; ¥ kimi zamanda nesnel nitelik kazanırbaşkalarınca benimsenen öznel düşünceler artık nesnel hale gelir” (9). KAHRAMANLAR, MÜZE VE ŞEYLER Orhan Bey Kemal’e, Füsun’la yaptıkları ilk dansı nasıl yazdığını okur: “Sırf bir şey söylemiş olmak için söylediğim iki laf (“Nişantaşı’nda kaldırımdan geçerken bazen sizi dükkânda görüyorum,”) sıradandı ve ona çok güzel bir tezgâhtar kız olduğunu hatırlatıyordu yalnızca, ilgilenmedi bile. Zaten ilk parçanın yarısına gelmeden benden bir iş çıkmayacağını çoktan anlamış, omzumun üzerinden davetlileri izliyor, masalarda oturanlara, kimin kiminle dans ettiğine, kendisiyle ilgilenen pek çok erkeğin kimlerle konuşup gülüştüğüne, güzel ve hoş kadınlara dikkat ediyor, bundan sonra ne yapacağını çıkarmaya çalışıyordu.(…)Boynuna, saçlarına bakarken onun bana verebileceği mutluğa kapılıp kitapları, romancı olma isteğimi unutabileceğimi seziyordum” (s. 571). Hermeneutik üzerine yazdığı kitabı Hermeneutik ve Tin Bilimlerine Giriş’te Wilhelm Dilthey (18331911), insan mutluluğunun önemli bir kısmını diğer insanların psişik hallerine kaKemal, Füsun’a duyduğu derin aşkla sadece hayatına anlam katmakla kalmaz, aynı zamanda bu anlamı oluşturan yapıp etmelerinin bir sonucu olarak toplanan nesnelerin bir müze içinde sergilenmesini ister. Bu sergileniştir ki bizi, Orhan Pamuk’un Şeylerin Masumiyeti adlı katalog kitabıyla buluşturur. ğı/duyabildiği aşk, Kemal’i anlamasına yardımcı mı olmuştur? “Hikâyemi burada kestiğimi görünce, Kemal Bey beni hemen tebrik etti. ‘Evet, aynen Füsun’un davranışları, onu çok iyi anlamışsınız!’dedi” (s. 571) Orhan Bey zaman zaman Kemal’in düşüncelerini buyurgan bir tavırla dile getirişinden rahatsızlık duysa da “Füsun’un hikâyesinin kıvrımları, müzede eşyaların oluşturduğu o özel hava beni çeker, bir süre sonra çatı arasına gidip Füsun’u hatırladıkça içen, içtikçe daha çok coşup anlatan bu yorgun adamın attığı nutukları gene dinlemek isterdim”(s.573) der, böyle düşündüğü için de yazma işine devam eder. “Dil, dışdünyadaki var olanla dolaylı, zihindeki var olanla doğrudan ilişki kurar ve düşünenin tasarımlarını, tasarlayış biçimlerini söylem olarak yansıtmasında, yeniden kurmasında men hemen hiçbir şeyi doğal düzeninde sadece görmekle yetinmiyor; anlam verme edimiyle, anlığında yeni kavramlar, tasarımlar, oluşturmasıyla doğal olana yeni yeni anlamlar yükleyerek, onların göstergesel olanaklarını zenginleştiriyor; başka deyişle düz anlamla yetinmiyor; yeni anlamlar, yan anlamlar yüklüyor var olana. İşte bu anlam yükleyişin ilk adımı anlıkta gerçekleşiyor; elindeki malzemeye sonsuzca biçim veriyor insan (12). Kemal’in, Nesibe Halanın evinden tek tek geri aldığı bütün bu gündelik eşyalar, onun müze tasarımıyla düz/bilinmez anlamından çıkmakta, bir aşkın ölümsüz simgesi durumuna gelmekte, yeni anlamlar taşımakta ve aynı zamanda Kemal’in, aralarında yaşarken kanıksayıp dikkat etmediği bütün bu “şeyler” ve “şeylere” yüklemiş olduğu masumiyet, müze sayesinde açığa çıkmaktadır. Müzenin içindeki “sessizlikte şeyler, sanki en gizli sırlarını teslim edecek gibi” (13) dururken bize, öznenesne arasındaki o vazgeçil(e)mez ilişkiye de bir ayna tutarak yansıtırlar. Masumiyet Müzesi’nde başlangıçta bilinmeyenin şimdi herkes tarafından bilinmesini sağlayarak masumluğundan kurtulan şeyleri/nesneleri Füsun’un beyaz kemerini, çiçekli mendilini, uzun süre elinin değdiği tuzlukları yakından görüp, Kemal’in ve Füsun’un aşkını ölümsüzleştirmek için kitabınızın sayfaları arasına bir kelebek damgası vurulmayı beklemektedir. Kemal, insanların müzeyi gezerken “zaman kaybolduğu için” teselli bulmalarını istemektedir; belki de buluruz, kim bilir! ? Masumiyet Müzesi/ Orhan Pamuk/ İletişim Yayınları/ 592 s. Şeylerin Masumiyeti/ Orhan Pamuk/ İletişim Yayınları/ 262 s. (1) Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, 2012, 10. Baskı İstanbul: İletişim Yayınları. (2) Antropontoloji (İnsanVarlık Bilgisi)Prof. Dr. Betül Çotuksöken’in özgün felsefi tezidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bilgi Felsefesi, Felsefe: ÖzneSöylem, Felsefeyi Anlamak Felsefe ile Anlamak ve diğer çalışmaları. (3) Orhan Pamuk, Şeylerin Masumiyeti, 2012, İstanbul: İletişim Yayınları (4) Takiyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, 1988, İstanbul: Remzi Kitabevi, s. 48 (5) Betül Çotuksöken, Felsefeyi Anlamak Felsefe ile Anlamak, 1995, İstanbul: Kabalcı Yayınevi. (6) İskender Pala, Ayine, 2000, İstanbul: BKY Yayınları. (7) Betül Çotuksöken, Felsefeyi Anlamak Felsefe ile Anlamak. (8) Betül Çotuksöken, FelsefeÖzneSöylem, 22002, İstanbul: İnkilâp Kitabevi, s. 19 (9) Betül Çotuksöken, Felsefi Söylem Nedir?, 2000, İstanbul: İnkilâp Kitabevi, s. 37 (10) Betül Çotuksöken, Felsefi Söylem Nedir?, s. 5153 (11) Orhan Pamuk, Şeylerin Masumiyeti, s. 251 (12) Betül Çotuksöken, Felsefe: ÖzneSöylem,. s. 153 (13) Orhan Pamuk, Şeylerin Masumiyeti NİSAN 2013 ? SAYFA 13 tılmaktan ve bu durumu yaşamaktan kaynaklanacağını ileri sürer. Dilthey üç psişik edimden söz eder. Bunlar antipati, sempati ve empatidir (duygudaşlık). Antipati ve sempatinin insan ilişkilerine eşlik ederek insanı etkileyeceğini söyleyen Dilthey, empatinin, olumlu ve olumsuz bir tavra en az müdahale eden ve anlama edimini ortaya çıkaran edim olduğunu söyler. Diltheyci bir şekilde düşündüğümüzde her insan bir başka insanda olandan en az birini içinde taşımaktadır. Orhan Bey, Kemal ve Füsun’un aşkını yazarken içinde taşıdı aracılık eder” (10). Kemal’in yaşadıklarını Orhan Bey’e anlatmasının sonunda yazılan Masumiyet Müzesi adlı romanı okurken Kemal’in şeylerle çevrilmiş tutkulu aşkını anlamaya çalışır, Masumiyet Müzesi’ni gezerken de çatı arasında pijamalarını giyerek yatağının üzerine oturmuş Kemal’in gecenin karanlığında sandalyede oturan Orhan’a söylediği sözleri ya da Orhan Bey’in Kemal’e söylediklerini duyar gibi oluruz. Çünkü “eşyalar ikisine de aynı şeyleri hatırlatmıyor muydu?” (11). Şeylerin Masumiyeti adlı katalog kitapta, aşklarının masumiyetini yansıtan Füsun’un kullandığı nesneler bunlara Kemal tarafından alınan eşyalar olarak baktığımızda, bütün bu aşk hikâyesi ve aşk hikâyesi etrafında dönen hayatlar içinde kültürel yapıyı oluşturan göstergesel bir bütünlük taşırlar. “İnsan he11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1208