Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Thomas Berhard’tan “Goethe Öleyazıyor” Öfke ve bildiğimiz Thomas Bernhard Thomas Bernhard'tan dört öyküyü barındıran "Goethe Öleyazıyor", diğer Bernhard yapıtlarından alışageldiğimiz özellikkerin tümünü barındırıyor. Yazarın hemen her yapıtında göze çarpan, belki bir diğer görüşle, taviz vermediği konular üzerinden, yine o bildik anlatımıyla kurmuş dünyasını bu öykülerinde Bernhard. Yazarın bitmez ve ciddi bir enerji de isteyen öfkesinin sınırları daha bir netleşip küçük ama sağlam zeminlere oturuyor bu dört öyküde. r Eray AK Thomas Bernhard yapıtları Türkçede yayımlanmaya devam ediyor. Daha bundan birkaç ay önce M. Sami Türk’ün çevirisiyle Amras – Watten okuyucu karşısına çıkmıştı. Şimdi de Fatih Özgüven’in çevirisiyle Goethe Öleyazıyor’u okuyoruz. Haberler de güzel ayrıca, Thomas Bernhard yapıtları Türkçeye kazandırılmaya devam edecekmiş. Üstelik, şimdiye kadar olduğu gibi nitelikli çevirmenlerin dilinden... Bernhard çevirmenlerine ayrıca bir pazantez açmak gerekir kanımca çünkü Bernhard’ın bugün hâlâ anılıyor ve önemli noktalarda görülüyor olmasındaki en büyük pay, dil’de yakaldığı o benzersiz üslupta yatıyor. Yazarın kendi dilinde yakaladığı bu üslup özelliklerini başka bir dile aktarmanın zorluğu da açık. O nedenle Bernhard çevirmenlerine ayrıca dikkat etmek gerekir diye düşünüyorum. Tıpkı bu zamana kadar yapıldığı gibi... Yazarın son yayımlanan kitabı da yetkin bir çevirmenin, Fatih Özgüven’in, elinden geçmiş. Thomas Bernhard’ın dil kaygısını, kurgu zekâsını ve en önemlisi üslubunu yansıtan dört öykü yer alıyor kitapta. Aslında Goethe Öleyazıyor’daki öyküleri, diğer Bernhard yapıtlarından ayrı bir yere koymak, farklı bir değerlendirmeye girişmek pek mümkün görünmümyor çünkü yazarın hemen her yapıtında göze çarpan, belki bir diğer görüşle, taviz vermediği konular üzerinden, yine o bildik anlatımıyla kurmuş dünyasını. O dünyada ise sinir harbi, ebeveyn çatışması, nefret ve söylenme hali en dikkat çeken özelliklerden. Bu kitap özelinde ise şunu söyleyebiliriz: Yazarın bu bitmez ve ciddi bir enerji de isteyen öfkesinin sınırları daha bir netleşip küçük ama sağlam zeminlere oturuyor. Bernhard’ın daha önceki yapıtlarından bu duyduğu öfkeye dair çarpıcı sahneler, yıkıcı anılar ve söylemler kaldı akıllarda. Goethe Öleyazıyor’da bu sahne, anı ve söylemlere yenilerini ekleyeceğiz. “Ben dil”de kurduğu öykülerinde herkesin o olduğunu bildiği “ben”lere, kimsesizmişler gibi davranacağız. S A Y F A 8 n 2 4 E K İ M zamanlar uyuyor böyle bir tanışmanın gerçekleşebilmesine ne de başka bir şey. Edebiyatın gücünü nereden aldığını yüzümüze vuran bir öykü aslında “Goethe Öleyazıyor”. Hayalgücü her şeye kadirdir diyerek yazar, bizim zaman algımızı kaşıyor, kurcalıyor. Hatta araya tanıklar koyuyor anlatıcı Goethe’nin gerçekten Wittgenstein’ı yanında istediğine Thomas Bernhard’ın daha önceki yapıtlarından duyduğu öfkeye dair dair. Daha da garibi çarpıcı sahneler, yıkıcı anılar ve söylemler kaldı akıllarda. “Goethe Goethe, kendisini Öleyazıyor”da bu sahne, anı ve söylemlere yenilerini ekleyeceğiz. telgrafla davet etmeyi Okuru zorlar mı? Evet, ama Thomas uygunsuz bulup bir ulak yolluyor ona. Bernhard için değer. Yazarın, o Lâkin kader ağlarını çoktan örmüştür boşluksuz, okuyucuyu ürperten ve gönderilen ulak, Wittgenstein’ın yapıtlarının arasında neler gizlendiğini cenazesine yetişebilir ancak. Olaylara, merak edenlere de tadını alabilmek hatta edebiyatın kendisine karşı adına güzel bir başlangıç kitabı olabilir sergilenen “ironik” duruşun en güzel Goethe Öleyazıyor. örneklerinden birini segiliyor Bernhad bu öyküde. “DÜRÜST” ÖYKÜLER Ardından gelen iki öykü; “Montaigne” Kitap, kendisine adını da veren ve “Yeniden Görüşme”de ise yazar, öyküyle açılıyor. Bu öyküde yazar aile ve ebeveynlere karşı duruşunun ölüme yaklaşmış ve aklıyla hafiften bir başka örneğini veriyor. Aileden, oynanmış bir Goethe anlatıyor bize. mümkün olduğunca uzakta durulması Ancak işin garip yanı, Goethe’nin ve ne kadar çabuk kurtulunursa o kadar iyi olacağının hikâyesini son günlerini Ludwig Wittgenstein’la dillendiriyor yazar öykülerde. Bu birlite geçirmek istemesi. Birbirlerini aileye ve ebeveynlere karşı takındığı tanımalarına elbette imkân yok. Ne tutum ve tutturduğu dil öylesine öfkeli ki Bernhard’ın, işi satıraralarına bırakmadan her cümlede yüzümüze vurarak gerçekleştiriyor bunu. Bernhard’ın ebeveynlere ve aileye karşı duruşu bir farklılık göstermiyor bu öykülerde. Bildiğimiz Bernhard ama şöyle bir durum var ki öfkesinin dürüstlüğünden beslendiğini görüyoruz bu iki öyküde yazarın. Bu bağlamda Thomas Bernhard’ın kendini ne birine ne de kendine açtığını söyleyebiliriz. O sadece yazdıklarına, edebiyatına açmış kendisini. Öykülerdeki “dürüstlük” de bunu gösteriyor bize. Kitabın son öyküsü ise Bernhard’ın ülkesine duyduğu öfkenin bir yansımasını sunuyor bize. Öfkesine uygun olarak irtibatını kestiği mimar bir arkadaşına yazdığı mektuptan buluyor hikâyesini “Alev Alev Yandı Kül Oldu. Sabık Bir Arkadaşa Gezi Raporu” adını taşıyan öykü. Yazarın ülkesine duyduğu aslında öfkeden de öte. “Tiksinti” bunu tanımlamada doğru kelime olacaktır. Kendine, insan görüşüne ters gelen her şeye, herkese öfkelenebilen nadir güzel insanlardan Bernhard. Söz konusu bu öfkesinin genellenebilceği ise tek bir nokta var: O da ülkesi Avusturya. Avusturya’nın özellikle toplum ve düşün yaşamı tiksindiriyor adeta Baernhard’ı. Sanatçılardan politikacılara ve felsefecilere uzan geniş bir yelpazede yer alan insanlar Bernhard’ın bu tavizsiz öfkesinden nasiplerini alıyorlar öyküde. Bu öfkesini ise sürekli mırıldanan, aynı şeyi tekrar tekrar başa vuran bir ihtiyar adamın ağzından verir gibi dile getiriyor adeta. Öfkeli bir ihtiyar... Bernhard, özyaşamöyküsünün de fazlasıyla yansıdığı yapıtlarında her ne kadar yoluna belirli izlekleri ve çok değiştirmediği, hatta onunla özdeş hale gelen üslubu ile devam etse de okuyucusuna her seferinde özgün metinler sunmayı başarabilmiş bir yazar. Goethe Öleyazıyor’daki öyküler de aynen böyle işte. Çok Bernhard ama bir o kadar özgün. n e.erayak@gmail.com Goethe Öleyazıyor/ Thomas Bernhard / Çeviren: Fatih Özgüven/ Yapı Kredi Yayınları/ 64 s. Avusturyalı bir ailenin çocuğu olan Thomas Berhard’tan, ülkesi için birkaç “not” “Oradan, dünyanın en çirkin ve gülünç ülkesi Avusturya’dan kaçtığım için çok yoğun bir Avusturya gördüm. Bu ülkede insanların hep güzel ve hayranlık verici buldukları ne varsa sadece iğrenç ve gülünçtü, evet hep tiksindiriciydi, be bu Avusturya’da kabul edilir bir yan bulamadım. Ülkem hep sapkın bir çoraklık ve korkunç bir duyarsızlık olarak göründü bana. Sadece gri, kötürüm şehirler ve insanı yıldıran bu manzara içinde hain ve yalancı ve alçak insanlar. Bu şehirleri öyle kötürümleştiren, bu toprağı o kadar çoraklaştıran, bu insanları o kadar hain ve alçak yapan ne idi, anlaşılamıyordu. Manzara da insan kadar haindi, öyle kötürüm, öyle alçak, o da beriki gibi tamamen, ölümüne yıldırıcı, açık söylemek gerekirse. İnsanlara bakıyordum, çehreleri olması gereken yerde alçak suratları vardı, gazeteleri açıyordum, onlarda yazılıbasılı olan duyarsızlık ve akçaklıktan kusasım geliyordu, gördüğüm, duyduğum her şey, ayırdına varmak zorunda olduğum her şey midemi bulandırıyordu. Haftalarca bu iğrenç Avusturya’yı görmeye ve duymaya mahkumdum, açık söylemek gerekirse, sonunda bu duyma ve görmenin verdiği ölümüne umarsızlıktan bir deri bir kemik kaldım: bu Avusturya’ya duyduğum tiksintiden bir lokma yiyemez, bir yudum içemez olmuştum. Ne yana baksam sadece çirkinlik ve alçaklık görüyordum, çirkin ve riyakâr ve alçak bir doğa ve çirkin ve alçak ve riyakâr insanlar, bu insanların mutlak kirliliği ve alçaklığı ve rezilliği. Ve sanmayın ki, sadece hükümeti ve tabiri caizse Avusturya’nın kaymak tabakası denen şeyi görüyordum, Avusturyalı olan her şey benim için çirkinliğin, aptallığın, iticiliğin doruğuydu.” 2 0 1 3 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1236