29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“ÖYKÜNÜN ÇEKİRDEĞİ BEKLEMEKTİR. YOKSA TIRMIĞI YERSİN!” “Yaşamın her anı öyküye dönüşebilir” ve “Öykü kedi gibiydi, sen onu okşamak istediğin zaman değil de, o kendini sevdirmek istediği zaman yanına geliyordu” sözlerinizden hareketle sorarsam bir öykünün çekirdeği nedir? Kırılma anına ulaşma, o iz sürüş, “sıkıntıların en güzeli” dediğiniz “yazma sıkıntısı” nasıl bir mücadeledir? Evet, yaşamın her anı öyküye dönüşebilir. Çünkü biz gün içinde farkında olmadan birçok öykünün içinden geçeriz. Okuduğumuzda beğendiğimiz, içimizi titreten öyküler, benzer deneyimleri paylaştıklarımız, ‘işte beni anlatıyor’ dediklerimizdir. Anlardır, durumlardır. Hatta, “Ben bunu niye düşünemedim ki,” dediklerimizdir. Çünkü öykü yaşamla iç içedir. Okurken bizimle birlikte soluk alıp verir. Buna karşın yaşamı bir öykü malzemesi olarak görmek yanlıştır. Böyle baktığınız anda yapaylık devreye girer. Ardından da okuru küçümseme gelir. Sorunuza gelecek olursak: Öykünün çekirdeği nedir? Yanıt: Beklemektir. Kedi benzetmem de buradan geliyor. “Nasıl bir öykü yazayım?” ya da “Öyle bir öykü yazayım ki, çok farklı, şaşırtıcı, daha önce denenmemiş bir şey olsun” diye yola çıkan yazar kendini sevdirmek istemeyen bir kediyi ısrarla sevmek isteyen birine benzer. Sonunda tırmığı yer. Belki o anda bunun farkında olmaz ama kısa bir süre sonra anlar. Bu, öykünün doğasına karşıdır. Bir öykü hiçbir zaman bana bir bütün olarak gelmedi. Baştan sona onu görmedim. Kapımı çalan, bütünün neresinde yer alacağını bilmediğim bir parçaydı. Bir görüntü, ses, koku, çağrışım ya da anımsamayla gelmiştir o parça. Devamı yoktur. Gelecektir ama ne zaman geleceğini bilmem. Onu yazarım ve beklerim. Yazma sıkıntıları bu bekleme anlarıdır. Bana bir göz kırpan ama uzun süredir gelmeyenler vardır, umudumu kestiklerim vardır. Onlar “yazamadıklarım” dır, “Örümcek Kapanı” nında biraz da onlardan söz ettim. Dinlerken çok etkilendiğim ama öyküye dönüştüremediğim o kadar çok şey var ki… Bu biraz da kan uyuşmazlığı galiba, bir başka kalemde çok güzel öyküye dönüşebilir her biri. “OKUMAYACAĞIM TEK ÖYKÜM ‘ORMANIN İÇLERİNE DOĞRU’DUR” Böyle böyle uçup kaçanların işte yazmak isteyip de yazamadıklarınızın yanı sıra, kalıp kök salan, ya hemen ya da yıllar içinde duygusu, tortusu oturup da yazdığınız, örümcek ağlı (mı) öykülerinizi burada da örnekler misiniz? Teması belirlenmiş seçkiler için yazdığım birkaç öykü dışında ki, onları öykü dünyamın dışında tutuyorum hepsi yaşamımın tortusundan damıttıklarımdır. Bunları yazarken gergindim. Sanırım, kendinle yüzleşmek ve yaşadıklarımı başka bir dile çevirmekten kaynaklanıyordu bu gerginlik. Hepsi örümcek ağlıydı sonuçta. Ama içlerinden biri vardı ki, hepsinden ayrılıyordu. 90’lı yılların başında yazdığım, daha doğrusu bana kendini yazdıran öyküm: “Ormanın İçlerine Doğru.” En beğendiğim ya da en güçlü bulduğum öyküm değil belki ama bana kendini yazdırış biçimi sarsıcıydı. Neyse, bu konuya girmeyelim. Yazdıktan sonra okumadığım ve okumayacağım tek öykümdür “Ormanın İçlerine Doğru.” n [email protected] Örümcek Kapanı/ Cemil Kavukçu/ Can Yayınları/ 144 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1236 2 4 E K İ M 2 0 1 3 n S A Y F A 1 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle