23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Çocukluğun uzamış bayram sevinçlerine ya da gitgide kısalan günlerin sönmeden önce bir çalımcık daha parlayıvermiş güneşine nazire bağlamında bu hafta da sürdürüp konuyu, aşkın şiirle karılması, şiirin aşktaki aranışı üzerinde duralım gelin yine… şkın yurdu olarak ister insanı, cins bağlamında kadını, erkeği gösterin, ister bir hayatın son kertede özeti anlamında görülebilecek çocukluğu, bunun besleyicisi olarak anne babayı, adım adım boy atılarak yaşanılan kenti, isterse üzerinde yaşanılan toprağı alın, sonuçta şair, bir yandan yazınsal düzleme çekerken aşkı, öte yandan kopulması olanaksız bir tutku halinde yapılandırıyor bunu. AŞK, BULMAK MI, YOKSA ARAMAK MI YALNIZCA? Hidayet Karakuş, “Babamın Yazdığı Şiir”de bakın nasıl bir açılım getiriyor, sonradan içli bir sızlanmayla çocukluğuna bakarken: “Ana karnından defter sayfasına geçerek/ salınıp duruyorlar belleğinde babamın/ iki dişi oğlak iki erkek/ çoğaltarak oğlunu okutacak/ zıplayıp baharın avlusundan/ süt bakracına düşerek// annem bakracı doldurmak için/ memelerini okşayarak sağıyor/ altı davarlık sürüyü/ ikindi vakti alkışlar vererek/ babamın şiirini okuyor elleriyle/ beş dişi oğlak üç erkek”. (Çakıltaşı, Kaynak, 2013, 90, 91) Sonra işte o anne: “Annemin ekmek kokuları/ bir türkü gibi dağılır bacadan/ kar yağar pervazına her heceden/ omuzları üşüyen tepeler, uzatır ellerini ateşe pencereden”. (99) Aşkla kadının ya da annenin, yurtla toprağın, dille güzelliğin, büyünün birbirine harmanlandığı görülebiliyor hemen her şiirde. İbram Erdem, “Anadolu”, “Mezopotamya”, “Ortadoğu” adıyla üç kitapta topladığı Asya’nın Yaslı Yüzü (Ankara, 2012) başlıklı şiirlerinde örneğin “Anadolu tüm çağları içinde barındıran vatan” “anadolu dünyanın kalbinin tam ortasındaki kan” (Anadolu, 9, 24) derken bunu yansıtıyor S A Y F A 14 n 24 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com niyor resiflerde/ incinin ıslak ağzı// Bakir dizeler arıyor şair.” “3/ Ten/ simyasında/ bekliyoruz// Başkalaşıyor/:/ Şair ve şiir// Anlamın/ kesif pıhtısıyla/ örtünüyor nesne.” (Şairin Savaşımı”, 18, 19) GİDER İKEN KALIR OLMAK… Şair, şiirini dilde büyülemekle kalmıyor, yanısıra şiirdeki aşkı da bir tülsü örtüyle tütsüleyip buğulandırıyor, okurda bu aşkın kendine yepyeni bir imgelem yurdu yaratabilmesini sağlıyor. İster genç ister erişkin, şiir de aşk da bırakmıyor insanı. Bin yıllık bir ağacın bahar esintisinde zaten kanmaya hazır hemen açıveren tek çiçeği gibi… Mustafa Öneş ile Tülay Ferah’ın geçmişte yayımlayıp Tekne Kazıntısı (Pia, 2013) başlığı altında bir kitapta ortaklaşa topladıkları şiirler bunu gösteriyor. Mustafa Öneş, “Ölünün Seslenişi’nde şöyle diyor örneğin: “Biliyorum/ Ben de geçtim o sokaklardan/ Ben de sevdalık çektim,/ Hovardalık yaptım/ Gece yarılarına dek sokaklarda/ İçimi kadehlere boşalttım.” Öneş bunu yarım yüzyıl önce 1961’de Varlık’ta yayımlamış. (17) Aradan yirmi yıl geçtikten sonra 1979’da da Felsefe Dergisi’nde şu “Koro”yu dillendiriyor bu kez: Dinsin bu yorgun gezinmeler/ içimizde çağıldayan özsuyu/ vardır elbet aşkların da döküldüğü denizler”. (35) Tülay Ferah da “Dişi ve Erkek” adlı şiirinde şöyle diyor: “Sevgili erkeğim/ Hadi diyelim ki aşkım/ Benim hakkımda bir şeyler duydun mu?/ Birden fazla yaşam sürdüğümü…/ Bildiğin şeyler belki/ Ana, sevgili, emeği ucuz şeytan/ Ama; kendimi asla terk etmedim// KÜÇÜK BİR ŞAŞKINLIK SIRTIMDA” (59) Bunun ardından “Aşkı Kim İster?” diyor şair: “Gülmenizi durdurup oltanızı çekebilir misiniz ağzımdan/ Şaşırtıcı bir acıyla tek tek aşkla sızlayan dişlerimi rahat bırakabilir misiniz?” (61) Gelin aşkların, şiirlerin coğrafyası olan dil yurdumuza Güngör Tekçe ile veda edelim: “Elma çöpü altı ayda yok olur/ Cam şişe dört bin yılda/ İnsan bir anda bir anda”. Demek şaire göre insan, aşk bittiğinde tükenip yok oluyor, buna öyle bakmalı. Ama “Şair”, Tekçe’nin diliyle, “Gece denizlerinin görevli yakamozu” olduğuna göre, aşklarla insanlar yok olsalar da şiirde yaşayacak, dil yurdumuzda sürecek demek ki bütün zamanlar boyunca… (Dokunuşlar, Hayal, 2009) Güngör Tekçe aracılığıyla “İlanı Aşk” edebiliriz o halde: “Ah sevgisiz dünya/ Yangınım sana”… Coğrafya olarak çok büyük, üretken, verimli bir şair yurdu Anadolu. Bu nedenle iki haftadır şairlere dokunarak şiir kitapları arasında sürdürdüğümüz gezintinin burada sona ereceği düşünülmemeli kesinlikle. Evet, Anadolu sürekli şair doğuran bir yurt. Daha ne şairlerimiz var, gelecekte de sürecek bu. Nitekim önümüzdeki günlerde açılacak İstanbul’daki TÜYAP Kitap Fuarında, daha nice şairle tanışabilir, onlardan kimbilir ne kitaplar seçebilirsiniz… Öyle ya, kitap fuarları, şairlerin doğumevleri değil mi aynı zamanda? Öyleyse rastgele ziyarete gidebileceğiniz en güzel yer kitap fuarları… Şiiriniz de aşkınız gibi bol olsun! n K İ T A P S A Y I 1236 Şiir, aşkı anlama kılavuzu… bir bakıma. İbram Erdem’de ağıt sürüyor: “Çocuk sesleri tüter yanan dağların doruklarında/ genç kızlar yemenileriyle ağızlarını tıkarken/ sessiz sessiz ağlar analar kör pencerelerde”. (35) Metin Fındıkçı’nın Gülün Koynuna Düşen (Serendip, 2013) başlıklı şiirler toplamında da bu tutumun izini sürebilmek olası. “Gül Zamanı”nda şöyle diyor Metin Fındıkçı: “Coğrafyanın bedenine çizilen kirli tarihten geliyorum/ Aynı haritanın damarlarında dolaşan/ İkiz adımlarımızdan/ Ben u Sen/ Leyla ile Mecnun/ Tahir ile Zühre gibi kadim bir pusuladan/ Geliyorum/” (95) Görüldüğü gibi aşk, bu şiirlerde artalana sızmış bir acılık yalnızca, o kadar. Şairler, aşkın bir türlü yaşanamayışını, hep ötelenerek güzel günlere devredilmiş umutlara bağlıyor sanki. AŞKTAN ŞİİRE YURTTAN DİLE… Bütün bunlar bize şiirin, aslında tek harcı olduğunu gösteriyor: dil. Bu çerçevede ister aşktan şiire çıkın ya da şiirde yakaladığınız aşkı yaşama çekin veya bütün bunların tümünü bir araya getirip kardığınız toprakta büyüterek yurt yapın, sonuçta dil kalıyor geriye… Bir fener gibi yol gösteriyor dilimiz, aşkımızda da bize. En gençlerinden tutun, deneyimlilere şairler hep bu bilinci yansıtıyor. Şiirlerini de şiirlerindeki aşkı, yurdu da dilde kurmanın örneklerini sergiliyorlar sürekli. Yine bir kadın şairimiz, Süreyya Güven de bu yurda çağırıyor bizi: “Kaç kez/ eğirdim yolları/ örgüler yaptım bu şehre/ ismin kaçak ilmek/ hep bir eksik örttüm geceyi”. Sonra o içe çekiliş ama: “Kapıları çalmadım hiç/ içerdeysem açılırdı ancak/ alışkanlığım/ kendi kalabalığım/ sesim sesime gelirdi/ dertleşirdik/ kendim diye demiyorum/ halden anlardım”. (Sel Düğümleri, Sone, 2009, 12, 16) Nitekim şairin Ten Nadası adlı kitabı Hidayet Karakuş A Metin Fındıkçı (Sone, 2011), daha işin başında, adıyla bir iç burulmasına yol açmıyor mu zaten? Başkalarının yaşayamadıkları karşısında duyulan utancın, en azından baş eğdiren bir suskunun katıldığı oluyor şiire. Nefise Karataş, Su Tefleri (Venedik, 2013) adlı ikinci şiir kitabında bunun ipuçlarını gösteriyor. Şu dizeler, “Kilidi Kırık Kalpler”den: “Umarsız bir ırmak açıyor yolunu/ tarlasında yüreğinizin/ dingin kucaklayış suskuyu/ dökülen sarı dakikaları/ iliştiriyorum gerdanına bayramın// sandık başında eğik sesli bir gelin/ örtemiyor gözlerindeki ateş çiçeklerini/ el çırpacak bir şey buluyor su/ kilidi kırık kalplerin zamanıdır şimdi” (87) “Terzi”de daha bir koyuluyor utanış: “Hayallerinin eteklerine sarıldım/ yırtıklarını diktim gece boyu/ çiçeklerini ütüledim açılsın diye/ sabah oldu çıkardın/ uzun ve esmer ellerine dolayıp nehre attın/ sende kirlenmesin diye mi?” (97) Güney Özkılınç Kuş İzi’nde (Siyah Beyaz, 2012) “Şairlerin ve şehirlerin ardından…” ara başlığı altındaki “Sinemasız Şehir” şiirinde bir kekemeliği çözüyor belki: “Kirpiklerin açtığında/ muhayyerkürdiye döner plak/ üşümüş bir yaprak düşer dalından/ bak yine Dicle geçti içimde// Ben/ sokak kedisiyim şimdi/ şairsiz ve sinemasız bir şehrin”. (52) Sonra “Büyü”: “Sayfaları atlanmış/ anların/ izleri yitik/ aşkların/ büyüsü mü bu/ derlenmemiş ses”. (32) Genç şair Harun Atak, bütün şairlerden artırdığı dille, biriktirdiği bütün şiirleriyle selamlıyor okuru: “Siz orda bana hep saydam akşamüstleriydiniz/ Sonsuzun ipeğinde/ Sönümsüz sombaharıydınız çançiçeklerimin/…/ Ben orda size dökülen söğütlerin ıslığıydım hep/ Minör ıslaklığına/ Narçiçeğinin yüzünde balkıyan ilkyaz tülünün”. (Tekvin ve Hiçlik Kitabı ya da Ah, Varlık, ikinci basım, 2012, 15) Harun Atak, Gecel’den de (yasakmeyve 2010; ikinci basım, Noktürn, 2012) şöyle sesleniyor: “2/ Mürekkep/ damlasında/ bekliyoruz// Balkıyıp/ göne E K İ M 2013 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle