06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] Gökhan Akçura’dan ‘Cumhuriyet Döneminde Türkiye Matbaacılık Tarihi’ Matbaacılık üzerinden Cumhuriyet tarihi on dönemde, özellikle 1980’lerden başlayarak Türkiye’nin tarihi yeniden yazılıyor, yeniden yorumlanıyor. Bu “yeniden yazım”ın ilk ağızda aklıma düşen iki özelliği var. Biri, uzak ve yakın geçmişin belli başlı askeri, siyasal, toplumsal olaylarının çok ötesinde, örneğin gündelik yaşam tarihiyle ya da toplumda belirleyici işlevler üstlenmiş kurumların tarihiyle ilgili araştırmaların, incelemelerin, kitapların birbirini izlemesi. Dahası, denilebilir ki, bu eğilim edebiyatı bile bir ölçüde etkiler boyutlarda. İkinci ve belki de daha önemli bir özellik ise, böylesi çalışmaların, Türkiye’de çok uzun yıllar egemenliğini sürdürmüş olan resmi tarih anlayışının dışında bir yaklaşımla yapılıyor olması. “Resmi tarih anlayışının dışında” ne söz, resmi tarih anlayışını yıkan bir yaklaşımla demek daha doğru belki de. Benim anladığım anlamda demokratikleşmede, dolaysız siyaset alanındaki pragmatik tutumların, popülist eğilimlerin, intikamcı hesaplaşmaların tümden dışında, sözünü ettiğim yaklaşımın az payı yok kanımca. Son yıllarda bu türden çalışmalara imza atan araştırmacılar arasında Gökhan Akçura’nın adını anmamak olmaz. Özellikle Ivır Zıvır Tarihi ve Zaman Makinesi başlığı altındaki kitap dizilerinde gündelik yaşam tarihi üstüne büyük ilgi çeken araştırmalar sundu okurlara Akçura. Tiyatro alanındaki birikimiyle gerçekleştirdiği Bedia Muvahhit, Muhsin Ertuğrul ve Engin Cezzar yaşamöykülerinin ötesinde, yakın zamanlarda TÜYAP/Tarih Vakfı Yayını olarak yayımlanan Türkiye Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi’ni unutmamalı. Bir de, Türkiye İş Bankası için hazırladığı Bir Kumbara Öyküsü’nü kuşkusuz. Akçura’nın, son olarak, kısa bir süre önce, Cumhuriyet Döneminde Türkiye Matbaacılık Tarihi adlı çok kapsamlı bir araştırması yayımlandı. Tarih Vakfı, BASEV ve Yapı Kredi Yayınları işbirliğiyle yayımlanan kitabın adından da hemen anlaşılacağı gibi, hem basınyayın tarihimiz üstüne değil matbaacılık tarihi üstüne bir çalışma bu, hem de matbaacılık tarihimizin Osmanlı dönemini değil Cumhuriyet dönemini incelemeyi yeğleyen bir araştırma. Bu yeni çalışmasıyla ilgili söyleşirken, Akçura, matbaacılık tarihimizin Osmanlı dönemi üstüne de, basınyayın tarihimiz üstüne pek çok kitap yayımlandığını vurguluyor. O yüzden, Osmanlı dönemini kitabın başında özetledikten sonra, Cumhuriyet’in ilanı sonrasından başlayarak günümüze uzanan bir matbaacılık tarihine odaklanmayı seçmiş. Peki, söz konusu dönemdeki matbaacılık etkinlikleriyle ilgili ayrıntılı bir çalışma olmadığına göre, Akçura bu engeli özellikle SAYFA S bilgi kaynakları açısından nasıl aşmıştı? “Doğal olarak önce kitap ve gazete taraması yaptım. Ama çok kısa sürede anladım ki, matbaacılık pek kaleme gelmemiş bir konu. Nedeni açık. Matbaa oldukça teknik bir alan. İnsanlar makinalardan çok onların ürettikleri ürünlerle ilgilenmişler. Bu nedenle yayıncılık tarihi hep öne çıkmış. Ama bu matbaalar nasıl kurulmuş, oralarda kimler çalışmış, sektör nasıl gelişmiş diye soran olmamış. Sözlü tarih çalışması da, son dönemler dışında pek bir veri getirmedi. Bazı eski matbaaların yaptırdığı tarih çalışmaları, gazetelerin kuruluş dönemlerinde çıkardıkları özel ekler ilk adımları atmamızı sağladı. Ardından eski bir matbaacı ile tanıştım. Tunçer Sezergil yıllar boyu topladığı sirküler, bülten, el ilanı gibi kolay ele geçmeyecek malzemeleri hizmetimize sundu. Bu sayede kütüphanelerde bulunmayan bilgiler elimize geçti.” Cumhuriyet Dönemin Türkiye Matbaacılık Tarihi, pek çok sivil tarih çalışması gibi, kendi konusunu Milli Mücadele yıllarından Cumhuriyet’in ilk yıllarına, devlet matbaalarından özel matbaalara, tipo döneminden ofsete geçişe uzanan çok kapsamlı bir çerçevede incelerken, ülkemizin yaşadığı toplumsal ve siyasal değişimleri de gündeme taşımış oluyor ister istemez. Burada, kuşkusuz, Osmanlı döneminde büyük ölçüde gayrimüslimlerin elinde olan matbaacılık uğraşının zamanla el değiştirmesi geliyor akla. Bu değişim, Türkiye’nin yakın tarihindeki pek çok el değiştirmeyle bir koşutluk göstermiyor mu? “Elbet,” diyor Akçura. “Türkiye’de milliyetçi akımların gelişmesi, ardından Milli Mücadele yılları, onu izleyen Mübadele süreçleri toplumun yapısını her alanda değiştirdi. Bu değişim matbaacılık sektöründe de kendini gösterdi. Özellikle klişecilikte yoğun olarak Ermeni, matbaa işlerinde de Rum çalışanların sayısı hızla azaldı. Toplumun özgül ağırlıkları MüslümanTürk nüfusun ağırlığını iyice hissederken, matbaacılık endüstrisinin geçirdiği değişimler de geçmişten gelen insan malzemesini hızla eritti.” Gerçi Akçura’nın kitabı, Osmanlı İmparatorluğu dönemini kapsamıyor, ama yine de o dönemde ilk Türk matbaasının kurulmasının neden o kadar geciktiğini sormadan edemiyorum. Akçura, bu konudaki bütün tezleri elden geçirmiş. “Benim 2012 kanım,” diyor, “başlangıçta Batı’dan gelen yeniliklere çok açık olmayışımızın yarattığı ortamın önemli olduğu yönünde. Bunu, hattat ve müzehhiplerin sosyoekonomik nedenlerle, yani işlerini ellerinden alacağı korkusuyla matbaayı istememeleri takip ediyor. Zaten bu ikisi birbirine yakın nedenler.” Cumhuriyet dönemi matbaacılık serüveninin belki de ilk belirleyici etkeni, 1928 sonlarında büyük bir hızla gerçekleştirilen Harf Devrimi. Eski harflerden Latin alfabesine görülmemiş bir hızla geçmenin getirdiği kökten değişimin başlangıçta matbaacılık ve yayıncılık dünyasında yol açtığı şaşkınlık ve sarsıntı. Ardından devlet desteğiyle gelen toparlanma; matbaacılık ve yayıncılık alanlarında görülen büyük gelişme. Akçura, Arap alfabesinin yol açtığı yazım karmaşıklığını, Harf Devrimi’nin kitap ve gazete basımı üstündeki etkilerini dönemin yazar ve gazetecilerinin ağzından, ayrıntılı örneklerle, farklı yönleriyle ve nesnel bir bakışla aktarıyor. Kitapta, devlet matbaalarından özel basımevlerine geçiş de önemli bir yer tutuyor. Bu geçişle ilgili bilgiler, olgular Akçura’nın çalışmasında nerdeyse birkaç bölüme yayılıyor. Peki, bu değişimin giderek basım ve yayın alanlarında bir özgürleşmeye yol açtığı söylenebilir mi? “Bilineceği gibi, başlangıçta bir devlet kapitalizmi söz konusu,” diyor Akçura. “Hem özel sektörün zayıflığı, hem devletin belirleyici olma isteği nedeniyle birçok devlet kurumu matbaa kuruyor. Bunlar arasında İstanbul’daki Devlet Matbaası (bir dönem Milli Eğitim Matbaası) gibi yaptığı işin kalitesi tartışmasız olanlar var. Ama çoğu kâğıt israfçısı. Özel matbaalar bunların kapatılması için çok uğraşmış. Vergi vermiyorlar, hesap vermiyorlar, rekabet edilemiyor diye... En çok sorun olan alan ise okul kitapları. Yüz binlerce tirajlık bir pazar tabii. Devlet matbaacılığının ayrıcalıklı konumu matbaacılığımızın gelişmesi yolunda bir engel olmuş bu nedenle. Bunun ağırlığı azaldıkça, matbaacılık sektörü de yeni atılımlar için daha bir cesaret kazanmış.” 4 Aralık 1945, matbaacılık tarihimizin kara günü. Tan Matbaası’na düzenlenen saldırı, Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğüne yöneltilen baskıların “simge” olaylarından biri. Akçura, kitabında, bu olayı da birinci elden tanıklıklarla ortaya koyuyor. “Peki, sen bugün nasıl yorumluyorsun bu olayı?” diye soruyorum. “Matbaa her zaman düşünce özgürlüğüne karşı olanlar açısından bir hedef olmuştur,” diyor. “Matbaa düşüncelerin kâğıda geçirildiği alandır. Bu nedenle de tehlikelidir. Kendi doğruları dışında düşünceye tahammülü olmayanlar için elbette. Tan Matbaası baskını bu açıdan gerçekten de bir simge olay. Sol düşünceye, hatta o bile değil demokrat düşünceye karşı olanlar; bu tür gazete ve dergilerin basıldığı Tan Matbaası’nı basıyorlar. Makineleri kırıp, kâğıt bobinlerini yollara fırlatıyorlar. Gazete ve dergileri çıkaranları bulsalar linç edecekler zaten... Onu takip eden yıllar da böyle olmadı mı zaten? Kitaplar, dergiler matbaalara el konularak yasaklanmadı mı? Aykırı düşen gazete matbaaları yakılıp yıkılmadı mı?” Cumhuriyet Döneminde Türkiye Matbaacılık Tarihi, dönemi yakından yaşayan ve bilenlerin anıları, yazıları, arşivlerden elde edilen bulgu ve bilgiler, hayattaki tanıklarla yapılmış yüz yüze görüşmelerle canlılık kazanmakla kalmıyor, Yeşim Demir’in grafik tasarımıyla izlediğimiz, aralarında Cumhuriyet gazetesi arşivinden fotoğrafların da bulunduğu yüzlerce görsel öğe bir tarihin görüntülü öyküsünü sunuyor. Bence, bu çalışmayı, matbaacılıkla ilgilenenlerin ötesinde, özellikle gazeteciler mutlaka okumalı. Çünkü hem matbaacılığın tarihi gazetecilik açısından çok önemli, hem de gazeteler matbaacılığın gelişiminde hiç de azımsanmayacak bir işlev üstlenmiş. Ama Cumhuriyet tarihiyle ilgilenenler de okumalı Akçura’nın kitabı. Bu kitap için, “matbaacılık üzerinden bir Cumhuriyet tarihi” de denilebilir çünkü…? 6 ? 13 EYLÜL CUMHURİYET KİTAP SAYI 1178
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle