Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K eme içmeden tutun oturup kalkmaya, giyinip kuşanmaya, evler dikmeye, kentler kurmaya, sonra aileden başlayarak kadınerkekçocukyaşlı arasında ilişkilere, bu doğrultuda değerlere, hak hukuk kavramına, tapınma olgusundan cinselliğe, sanatlı toplum olmaktan barış toplumu yaratmaya sonuçta hayatın bütününe yayılan tüm yaşama edimlerimize yansıyan ne ise çocuklarımızın, gençlerimizin eğitimine öğretimine dönük tutumumuzda gözlenen de o: Bir türlü kültüriçi kılamamak bunu… İflah olmaz biçimde boğaz derdine düşmüş, sırtında savaş ürpertisiyle kör karanlıkta iki büklüm yol almaya çabalayan bir toplumdan başka türlü bir davranış beklemek de hayal olurdu herhalde… Bu yaşadıklarımız, bizi hep sırt döndüğümüz o bilimin önüne çıkarıyor… Bu limana bir türlü yanaşmadığımız, belki buna gönül de indirmediğimiz için, açık denizin çalkantıları arasında bocalayıp duruyoruz… Oysa ülkemiz eğitim öğretim alanında, kısa sayılamayacak bir zaman diliminde büyük devrimlere, toplumsal çığırlara yatak sermiş, bu konuda dünya toplumlarınca örnek girişim olarak nitelenen etkinliklere, kampanyalara kucak açmış öz birikimiyle… Nitekim eğitimcilerimizle öğretmenlerimiz de baştan bu yana sergiledikleri duyarlı tutumla, ürettikleri sorular, yayınlarla; düşünceler önerilerle kendilerinden bekleneni hep yerine getirerek göz doldurmadı mı? Neden tıkıyoruz kulaklarımızı bu tür sağduyulu, soğukkanlı yaklaşımlara da ille birer at gözlüğü takıp rehberliği, kılavuzluğu kargalara bırakıyoruz? CUMHURİYET KURUMLARININ TEMEL İŞLEVİ... Mustafa Kemal Atatürk’le varlık bulan, ardılı Hasan Âli Yücel’le sürdürülen tarihsel zor niteliğindeki bir büyük çığır, Anadolu Aydınlanması olarak sanki tüm Cumhuriyet kurumlarına bir eğitim seferberliği emri vermişçesine hummalı etkinliklere yol açıyor… Latin abecesine geçiş, okumayazma seferberliği, halk mektepleri, bununla örtüşen köy eğitmenliği olgusu, Halkevleri, Türk Tarih, Dil kurumları, Musiki Muallim Mektebi sonradan Devlet Konservatuvarı, Köy Enstitüleri, büyük çeviri hareketi… Bunların doğrudan eğitimle ilgili kurumlar olduğu düşünülebilir. Ancak genç Cumhuriyetin tüm kurumlarının eğitimöğretimde kendilerini asal görevli saydıkları, yapıp etmelerini buna göre tasarladıkları kolayca görülebiliyor. İlhan Selçuk bir yazısında, Cumhuriyetin ilk yıllarında babasının, komutasındaki genç subaylar aracılığıyla hem de eğitim alanının ortasında, askerlik görevi için Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen erlere nasıl kişisel tuvalet teSAYFA 18 ? 13 EYLÜL itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Eğitim öğretimi nasıl bilirsiniz? Y mizliği eğitimi yaptırdığına tanık olduğunu aktırmıştı. Demek, hangi kurum olursa olsun Cumhuriyet bir bütün olarak eğitimi kültür içi kılmayı hedeflemişti daha işin başında. Bütün bunları Cumhuriyetin eğitim tarihi içinde yerli yerine oturtmak olanaklı. Öteden beri bunu yapan bilim dalları da var ayrıca. Ancak bu tür çalışmalar yerine, alanda doğrudan rol almış eğitimcilerin, öğretmenlerin öznel bakışla kaleme aldığı anı, günce, izlenim kitapları daha çok ilgi çekiyor. Bu açıdan bakıldığında, Köy Enstitülü öğretmenlerin kitaplarının, tüm eğitim tarihimiz içinde doruk oluşturduğu öne sürülebilir. Hele buna Köy Enstitüsü kökenli bir yazar grubunun anıları kadar şiirleri, öyküleri, romanlarıyla da bu işe katıldığı göz önüne alınırsa işin boyutu başka yere varacaktır. Gelin bu yazarları analım: Ümit Kaftancıoğlu, Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Yusuf Ziya Bahadınlı… Yukarıda anılan yazıncıların 1950 kuşağı yanında, “köycü yazarlar” başlığıyla bambaşka damarda ilerleyen farklı, ama bağımsız bir alt kuşak daha oluşturduğu düşünülürse, farklı bir feri yapan, başta Yücel’le Tonguç olmak üzere her biri aydınlanma öncüsü kendi öğretmenlerine adıyor. Kaldı ki bu geleneğin aslında onlardan önce enstitü öğretmenleri Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol vb. yazarlarla beslendiği de göz önüne alınabilir sanıyorum. Onların bu tutumu, daha genç kuşaklardan savaşımcı öğretmenlerle sürüyor. Bunların hemen başında ise bir açıdan Türk eğitiminin de çetelesini tutan eğitimci, siyasacı, örgütçü, eylemci yazar Mustafa Gazalcı geliyor… Zaten o, kendi dile getirişiyle, “eğitimin peşini bırakmamaya çalışan biri”. GAZALCI’YLA SÜREN O BÜYÜK EĞİTİMCİLER OKULU Mustafa Gazalcı’nın son yirmi yılda yayımladığı onca kitap, ülkemizde eğitimin nerelerden hangi uçurumlara yıkılmak istendiğini göstermesi bakımından ilginç bir toplu değerlendirme dağarı oluşturuyor. Bu kitapların adlarını analım ilkin: Eğitim Işığı (Selvi, 1993), Çağdaş Eğitim Yolunda (İleti, 1996 ?), Aydınlanma Sürecinde Sekiz yıllık Eğitim (Güldikeni, 1997), Eğitime Dinci Çember (Bilgi, 2008), Kadrolaşma Kıskacında Eğitim (Bilgi, 2011)… Ancak kitaplar son yirmi yıla yayılsa da bunlarda yer alan yazılar, 1967’ye dek geri gidiyor. Gazalcı, Nurullah Ataç’ın, “Bir öğretmenin başlıca ödevi öğretmek değildir, örnek olmaktır,” sözünden kalkıp bunu somutlayan bir rol modeline dönüşmek istercesine çaba harcıyor adeta. Gazalcı’nın söylediklerine kaba bir harmanlamayla göz atmaya ne dersiniz? “Osmanlı’nın sonuna doğru eğitimde ikili bir yapı görülüyordu. Bir yanda mahalle mektebi, medreselerle dinsel eğitim veriliyor, bir yandan da yeni açılan okullarda laik, bilimsel eğitim yapılıyordu./ Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen dört ay sonra 3 Mart 1924’te Eğitim Birliği (Tevhidi Tedrisat) Yasası çıkarıldı. Bu yasanın çıkması, ülkede laik eğitim sisteminin kurulması yolunda atılmış en önemli adımdı. (…)/ Cumhuriyet’in getirdiği bu anlayışla 20’li, 30’lu, 40’lı yıllarda ülkemizde her dalda çok sayıda bilim adamı, sanatçı, teknik eleman yetiştirildi.”; “Temel eğitim bir bütündür, parçalanmamalıdır. Temel eğitim mutlaka ulusal, laik ve bilimsel olmalıdır.” (1996; 56, 50) “Milli Eğitim Bakanları(nın) Osmanlı Eğitim Nazırı Haşim Paşa’nın ‘Şu okullar olmasa maarifi ne güzel yönetirdim,’ rahatlığı içinde” (1997; 37) olduklarını belirten Gazalcı, Atatürk’ün eğitim konusundaki görüşlerine de yer açıyor: “Okul, genç kafalara, insanlığı saymayı, ulus ve ülkeyi sevmeyi, bağımsız yaşamayı öğretir; bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için tutulması gereken en doğru yolu belleten okuldur.” “Eğitimdir ki ulusu ya özgür, bağımsız, ünlü ve yüce bir toplum halinde yaşatır, ya da onu tutsaklığa ve yoksulluğa sürükler.” (1996; 14, 16) Mustafa Gazalcı, “emeğiyle geçinen insanların vergisiyle okuyan öğretmenin emekten yana yer almayı, halkını uyandırmayı borç bildiğini” belirtip şu vurguyu getiriyor: “O kendi kurtuluşunu halkın kurtuluşunda görür. Öğretmen sömürünün, haksızlığın karşısındadır. Kendisini sürekli yeniler, okur, okutur./ Uyanmış bir halkın üzerinde kolayca egemen olamayacağını bilen egemen güçler, öğretmene düşman kesilirler.” (1993; 38) Bu yaklaşım, Gazalcı’nın konuyu dizgesel hale getirdiğini de gösteriyor kuşkusuz. ORTAÇAĞ GERÇEĞİNDEN DERS ALMA DİYALEKTİĞİ... Mümtaz Soysal, son yazılarında haykırıyor adeta: “…[K]üçüklere ilişkin bir çekişmeymiş gibi sunulmak istenen bu mücadelenin gerisinde bütün bir Cumhuriyetin felsefesi yatmaktadır./ Dolayısıyla, yalnız bizlerin değil, koskoca bir devletin felsefesi.”; “Girişimi başlatanlar yüze göze bulaştırılan kararlarla hedefe varmak için müthiş acele etmekteler. Hedef, devletin laik niteliğini eğitim yoluyla kökünden yıkmaktır ve fazla gecikilirse dönüş mümkün olmayabilir.” (Cumhuriyet, 31.81.9.2012) Hikmet Altınkaynak da “son çağrı” duyurusu yapıyor: “Bunu durduracak olan halkın sağduyulu sesidir. O sesin ‘son çağrı’ olarak duyulması, anlaşılması gerekir. Yarın geç olabilir.” (Cumhuriyet, 31.8.2012) Gelin bu görüşlerin ardından yüzyıllar öncesinin “ortaçağ düşüncesi”ne uğrarmış gibi yaparak Betül Çotuksöken’in Ortaçağ Yazıları’na (Notos, 2011) yanaşalım bir an… Nermi Uygur, Çotuksöken’in Petrus Abelardus’un Ahlak Anlayışı başlıklı doktora tezi için kaleme aldığı “Önsöz”de şöyle diyor: “Ne yazık ki yurdumuzda, pek çok önemli çağdaş konu için geçerli olan şey, ortaçağ konusunda da geçerlidir: yetesiye bilimsel yaklaşımlardan yoksunuz. (…) Oysa katkılı değerler kadar olumsuz etkiler yönünden ortaçağı anlayıp anlatmak, ortaçağla hesaplaşmak kaçınılmaz bir görevdir. Nerelerden gelip nereye gittiğini bilmek isteyen insana, çağdaş düşünme, modern örgütlenme, geleceğe dönük atılım yönünden gereklidir bu.” (9) Betül Çotuksöken, kitabı için kaleme aldığı “bir çağı, bir dönemi ‘karşılama’nın ve gerçekten onunla ‘karşılaşma’nın ne kadar incelikli ve tuzaklı, ama bir o kadar da önemli… bir çaba olduğu”nu vurguladığı “Yeni Baskı İçin Önsöz”de ise şunları söylüyor: “Ortaçağ da her çağ gibi bir çağ; ortaçağ terimiyle neyi imlersek imleyelim, ortaçağ, bir yandan, dışdünyadüşünmedil, öte yandan da insandünyabilgi ilişkisinin bir türü olarak hâlâ sürüyor.” ; “Yaşama dünyasının ayrıntılarıyla başa çıkamayan insanlar kısa erimli, kolaycı belirlemelerle, çok rastlanan bir örnek olarak önyargılarla yetinebiliyor; başat olanın peşinden gidebiliyor, yalınkat benzerlikleri daha çok öne çıkarıp kesin yargılamalarda bulunabiliyor. Oysa asıl önemli olan çekinik, henüz belirsiz, aynı zamanda gücül (potansiyel) olanın farkına varmak; yüzü geleceğe dönük olanın, farklı olanın peşine düşmek.” (14, 10) Kaçıncısı yaşanırsa yaşansın, ortaçağın getireceği her dogmanın bir sonraki çağda, mutlaka gelecek aydınlanmayla aşılacağını görememek devekuşu gibi başını kuma gömmüş olanların sergileyeceği basiretsizlikle açıklanabilir herhalde ancak… ? olguyla karşılaştığımız anlaşılacaktır. Kaldı ki Köy Enstitülü kuşaktan pek çok öğretmenin kişisel izlenimlerini içeren nice yayın var. Sözgelimi yazınsal türlerde de ürünler vermiş olan Haşim Kanar, Nadir Gezer, Hüseyin Beşer, Mevlüt Kaplan, Feyzullah Ertuğrul, E.Tahsin Yücel, Nebi Dadaloğlu, Mehmet Cimi, Galip Candoğan, M.Asaf Aktan, Abdullah Özkucur vb. yazarlar anımsanabilir. Burada saydığım on beş yirmi ad, eğitim tarihimizde kişisel anılarıyla katkı koyan, enstitü kökenli çok sayıdaki öğretmen grubunun küçük bir bölümünü oluşturuyor ancak… Nitekim Mehmet Cimi, O Yıllar Dile Gelse/ Köylerden Köy Enstitülerine (Tudem, üçüncü basım, 2003) adlı kitabında enstitülü elli öğretmenle tanıştırıyor bizi. Andığım yazarların tümü de kitaplarını, kendilerini köylerinden toplayıp aydınlanmanın ne 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1178