06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Varlık ve hiçlik arasında Mavi Defter Şavkar Altınel’in Mavi Defter’i, iç içe geçmiş iki anlatı: Yazarın kış yaklaşırken Bremerhaven’den Gdansk’a yaptığı dolambaçlı yolculuğun hikâyesiyle üç ayrı noktada üç Avrupa şehrinde geçirdiği birer haftanın hikâyesi. Anlatılardan birinde yollarda rastlanan manzaralar öbüründe de sorular birbirini kovalıyor: Vermeer ile Anne Frank arasındaki benzerlik nedir? Kayıp bir valiz bizi kaybolmuş hayatlara götürebilir mi? Bir Venedik evindeki eski kartpostallarla dil kitapları neyi simgeler? Mavi Defter doğusu, batısı, kuzeyi, güneyiyle bugünkü Avrupa’nın şiirsel bir portresi ve yazmanın bütünüyle dürüst bir uğraş olup olamayacağı sorusuyla bir yüzleşme. sokağı ya da bir tren penceresinin çevrelediği kır manzarasını ellerinden geldiğince yakalamaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktu” (s. 2930). Varlık ve Hiçlik arasındaki bu gelgitlere kapıldığı bir başka yer de savaş anıtlarıdır. “Geri dönüp tekrar bulvara çıktım. Biraz ileride ağaçlar gene başlıyordu; başkaları ölmüşken ben hâlâ sağ olduğum için savaş anıtlarında hep kapıldığım garip suçluluk duygusundan kurtulmaya çalışarak yola doğru uzanan yüksek dalların altında ilerledim” (s. 48). Altınel’in S ile birlikte geçici bir süreliğine gitmiş olduğu kentlerde, zaman üzerine yaptığı düşüncesel sorgulamalar onu kendi içsel yolculuğuna çıkarır. “ (…)dünyadaki yolculuğunun sona ermek zorunda olduğunu kavrayan çocuğun duyduğu tedirginlik belli ki hâlâ içimdeydi” (s.16). Bebekliğindeki eve dönüşün tedirginliğini varlık olarak dünyadaki yolculuğunun ve dönüşün tedirginliğiyle örtüştürür. Sadece insandır zamana sahip olan, zamansallık ve tarihsellik herkes için kaçınılmazdır. “Tarihsel olmamız, belirli olanaklara yazgılı olmamız anlamına gelir” (2). Yazgımız zamanın içindedir. Zaman çizgiseldir ama herkes için olan o döngüselliğiyle varlığı can sıkıntısına düşürendir. Altınel de kendi kişisel tarihinin labirentlerine can sıkıntısıyla takılır. Heidegger’ci bir deyişle, “Dasein’in (3) zamansal olmasını, onun doğum ile ölüm arasındaki yayılımı, uzanımı olan bir bütünlükte, Dasein’ın bütünlüğünde bulmamız gerekir. Dasein’ın varlık içre olması, onun varlığa açık olması, onun doğum ve ölümle ilişkide arada olduğunu gösterir. Dasein’ın bu bütünlüğünde, onun tarihselliği temellenir” (4). İnsan arada olandır. Dasein kendine özgü bu varlıksal duruşuyla zamansal olduğu için tarihseldir. Varlığın ontolojik açılımını mekânsal ve zamansal olarak yaptığımızda yazar için çocukluğunun geçtiği İstanbul’daki ev kendi geçmişinin varoluşsal izlerini taşıyan mekândır. Nicelik bakımından bir şehrin fiziki görünüşünü belirleyen en temel unsurlardan biri olan evdir (5). Varlık için çocukluğunun geçtiği ev, aradığı şeyi bulamamış olmanın bir yüzleşme yerine dönüşür. “Bir an durup boz yüzüne, küçük balkonlarına ve bir zamanlar annem ve babamla birlikte yaşadığımız, artık izi bile kalmamış üçlü hayata uygun şekilde “Üçler” olan adına baktım. Sonra sokağın öbür tarafına geçip alnımı kapalı olan kapının camına dayadım, ellerimi yüzümün iki yanına siper edip içeri göz attım. Neredeyse korkarak başımı yavaşça sola çevirdiğimde dikdörtgen biçimindeki büyük kabartmayı da gördüm, ama üzerinde yer aldığı duvarın kalan kısmı gibi o da koyu griye boyanmıştı: hatırladığım resim yoktu…O an garip bir düş kırıklığı duymuş, ömrümü aramakla geçirdiğim şeyin gerçekte olmadığı izlenimine kapılmıştım” (s. 3031). Yazar, insan olarak kendi farkındalığını “ev” ve “resim” ile ? zü Frank’ nüşen “Anne bir alan altında da görü çarpıcı Yazarı ardınd arayışın kasınd sal serü Yaza deaux’ şar. İki olmak” düşünm belli bi minde dığını, çüde, h bulleni kadar u şamıştı varlığın zar, elb ? çö ? Hâle SEVAL artin Heidegger “Dil varlığın evidir” diyerek, tüm yaşamı boyunca “Varlık nedir?” sorusunu çözümlemeye çalışır. Şavkar Altınel’in Mavi Defter adlı, “Arka Ev”, “Beyaz Alan”, “Fransız Pencereleri”, “Mavi Defter” ve “Son Kartpostal” adlı bölümlerden oluşan betimleyici kent monografileri içeren eseri de, bir anlamda dilin varlıkla olan ilişkisi üzerine kurulmuştur. “Son defa on yıl önce” (s. 16) gelmiş oldukları kente tekrar gelmişlerdir. Sadece baş harfiyle yanında olan “S” bu kente, bir on yıl sonra tekrar gelip gelemeyecekleri sorusunu sorarken, Altınel, varlık ve hiçlik arasında nerede olacaklarının örtük gerçeğine takılır. Yazar, uzun bir aradan sonra geldiği Amsterdam’da huzursuzdur. İlk başlarda bu huzursuzluğunun nedenine bir cevap bulamasa da geçici bir süreliğine kiraladıkları eve yerleşirler. İnsan toplumsal, tarihsel, kültürel bir varlık olarak dille sözlü ve yazılı sıkı bir ilişki kurar. Altınel de gezi rotasında, ilk başlarda dünyaya atılmışlığının/ fırlatılmışlığının çözümünü dil üzerinden yanına aldığı mavi defterle yakalamaya çalışır, yersiz yurtsuzluğunu dile sığınarak unutmaya çalışır. “Yola çıkarken yanıma aldığım mavi kapaklı ince defteri el çantamdan çıkarıp Avrupa’nın ortasındaki büyük beyaz boşluğumda bu ilk gün boyunca gördüklerimi yazmak için, yatağın dibiyle karşıdaki duvar arasındaki dar alana yerleştirilmiş masaya oturdum” (s. 39). YOLCULUK, KORKU VE CAN SIKINTISI İnsan olarak nesnelerle kurduğu ilişki “ölüdoğa” kavramında düğümlenir. “Gözlerimi açtığımda pasaportum, önceki günden kalan biniş kar M tım, saatim ve bozuk paralarım başucumdaki komodinin üzerinde garip bir ölüdoğa resmi gibi duruyordu” (s. 13) derken, “ölüdoğa” kavramı onun dil bulmacasıyla yaptığı göstermelik bir oyuna dönüşür. Sözlük (1) anlamıyla doğa, kendiliğinden var olan ve insan etkinliğinin dışında kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştirendir. Amsterdam’daki ilk günlerinde huzursuz bir varlık olan yazar dünyadadır, ne kadar süreceğini bilmediği bu yolculuk onda korku ve can sıkıntısı yaratmaktadır. Bir sabah göz kapakları kıpırdamadığında, o dünyaya atılmış varlığın komodini üzerindeki her şey “ölüdoğa” olacaktır. Pasaporta uzanan bir el, bozuk parayı sayan parmaklar, zamanı gösteren saat hepsi varlıksız kalacaktır. Şavkar Altınel’in de şair olduğunu hatırlayacak olursak, komodinin üzerindeki nesneler için kullandığı“ölüdoğa” kavramı, “eğer saatim komodinin üzerinde olursa artık hayatta değilim” diyen Paul Celan’ı (19201969) hatırlatır. Celan, hayata karşı kırılgan deneyimini Alman Nazi kampında kaldığı günlerde edinir. Devam eden yaşamında bir nesneyle, saatle, saatiyle bir bağlılık geliştirmiştir. Ve saatinin bileğinde olmadığı bir gün, kırk dokuz yaşında hayatın acı yükünü sözcüklerden alarak kendisini Seine Nehri’ne bırakır. Altınel de zamanın göstergesi olan saati kolundayken hayattadır. Onun geçici olarak bileğinden çıkmış olması bir anda ona dünyadaki yolculuğunun sonunu hatırlatır. “(…)Eşit derecede kaçınılmaz olan bir sona doğru giden başkalarının da belki, içinden geçmekte oldukları hayatın bir iki anını, bırakıldıkları komodinin üzerinde sabah aydınlığında bir ölüdoğa resmi oluşturan bir grup nesneyi, yüzer evinin penceresinde madonnaya dönüşen genç anneyi, kiralık bir kattan görünen yabancı Şavkar Altınel’in Mavi Defter adlı kitabı da diğer kitapları gibi çok katmanlı bir okumaya açık. İlk okumada yazarın türsel kırılma yarattığının, okuduğunuz kitabın bir gezi kitabı olmadığının ayırdına vararak, paragraf aralarına gizlenen öyküleri, otobiyografik öğeleri yakalayıp, ayrı bir tad alarak okuyabilirsiniz. HER DOL Zam “deniz gitmek dönüşt menlik buluştu şık bir tabloya hoşnut Yazar b göçme kafasın tasını i Şavk kitabı d manlı b da yaza okudu olmadı graf ar biyogra tat alar okuma ger’in f rın ışığ bir ara okuyab fırlatılm da iz b Mavi D rur.) Y zı olan lar. “B geçirdi sahnele caları t içinde San M oturan Gugge nı üret bütün ve mot hayatla şiir ve lara ba bir bilg durma çalışan yürek v rak; sen rının, h SAYFA 14 ? 13 EYLÜL 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1178 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle