Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Adnan Gül’ün yeni şiirleri ‘Zem ve Sahi’ dikeni kalbine saplayan gülmüş (s 72) Ben bu alıntılarda (ve çok daha özel başka şiirlerde) şairin, ekinsel (kültürel) kökeniyle bağını güçlü bir biçimde sürdürdüğünü görüyorum. Belki de hiçbir dizesi için ‘hece ölçüsünün ya da aruzun şu ölçüsü, şu kalıbı var gibi’ benzeri bir şey söylenemez. Buna karşın belki de her dizede genel anlamda halk şiiri ve ekini, özel olarak Yunus, Fuzuli, Ziya Paşa, Ahmed Arif ve daha nicelerinin rengini, kokusunu, tadını bulmak olası. Ne var ki bütün bunlar bir yazının oylumuna sığmaz; kitabı okumak gerek; ivedisiz, sindire sindire… MÜTEVAZI VE ISRARCI... Her şeye karşın iddiasız, alçakgönüllü bir şair Adnan Gül. Şair kişiliğiyle ilgili aynen şöyle diyor: “Şiirlerimle baş başa verir, mırıldanırım. Söylemek istediğimi salt kendime söylemeye çalışırım. Israrcı yanım, mütevazı yanımdır.” Biliyorum; insan ilişkilerinde de gösterir bu hem ‘mütevazı’ hem ‘ısrarcı’ yanını. Dil, sözcük seçimi konusundaki tutuma değinilmezse bu yazının bir yanı boş kalır. Adnan Gül’ün sözcük seçimindeki tutumunu ‘özensizlik’le adlandıranlar olacaktır. Çünkü ‘nasıl söylemeli’ konusunda gösterdiği titizliği, sözcük seçiminde göstermiyor. Yapıtın adındaki zem, sahi sözcüklerinden tutun da, yalnız buraya dek yapılan alıntılarda geçen mesnet, hazne, aciz, hasım, tekrar, hakikat, nihayet, âlem vb daha nice ‘eski’ sözcüğü yeğliyor. Biliyorum, bunlar ve benzerleri şairin yaşama atıldığı yörede (Diyarbakır/Çüngüş ve yöresinde) halkın dilinde halen kullanılan sözcüklerdir; böyle olunca bu ‘eskimiş sözcükler’ şairin doğal dili olarak karşımıza çıkıyor. Yine biliyorum, bunların yerine tutunmuş, yaygın kullanılan Türkçe sözcüklerimiz var. Doğrudur; edebiyat, dille yapılan bir sanat. Hiç kuşku yok, sanatçı dilini istediğince koyar sanatına. Benim demek istediğim, sanatsal güzelliğe erişmek için eskimiş ya da yeni yabancı sözcüklere yaslanmanın gerekli olmadığı… Buna, şair Adnan Gül’ün şiirlerinden de bolca örnekler verebilirim. İşte bu “Türkçe söyleyiş”e, onun şiirinden dört dizelik iyi bir örnek: dilinden konuştuk yokluğun / söz oldu, kör lokma / söz oldu kesik bıçak / sevdim suç meyvesini (s. 103) Türkçesi varken Türkçe olmayan bir sözcüğün kullanılmadığı bu güzel dizelerin de içinde yer aldığı o güzel şiiri, kitabın savunma adlı son şiirini birlikte okuyalım; biz sözü bitirelim, bilincimize gün ışığı döksün şiir, algımıza ay ışığı… ? Kendine söylenmiş şiirler İddiasız, alçakgönüllü bir şair Adnan Gül. Şair kişiliğiyle ilgili aynen şöyle diyor: “Şiirlerimle baş başa verir, mırıldanırım. Söylemek istediğimi salt kendime söylemeye çalışırım. Israrcı yanım, mütevazı yanımdır.” ? Ali OZANEMRE air Adnan Gül’ün “Önce Bulut Sonra Suyum” adlı 3. şiir kitabı üzerine yazdığım “Su’dan Önceki Bulut” adlı yazımda: “Şiirde her şey açıkça söylenmemeli; okuyucuya, ‘hayal ufkunda uçma’ olanağı verilmeli, ama hiçbir şey söylememe başarısı(!) da gösterilmemeli.” diye yazmıştım. Sonra: “Adnan Gül şiirinin; Kapalı olduğu, bu nedenle kendini en azından bir bütün olarak kolayca ele vermediği ama büsbütün de anlaşılmaz olmadığı; Serbest ölçüyle yazılmış, sesli okumaya pek yatkın olmayan şiirler olduğu; Giriş/başlama ve bitiş bölümlerinin bulunmaması nedeniyle iki ucu değil, dört yanı birden açık olduğu, “Ağırbaşlılıktan uzak düşmeyen şakacı dizelerin de bulunduğu, buralarda şairin kimileyin kendini de ‘ti’ye aldığı” gibi saptamalarda bulunmuştum. 4. şiir kitabı “Sıcak Vesika” üzerine yazdığım “Sıcak Vesika’da Sunulan Sofra” adlı yazımdaki saptamalarıma baktım, çıkarımlarımın çoğunun benzeştiğini gördüm: “Kolayca anlaşılır olmayan, sıkı, Piramidin sivri tepesinde konumlanmış, Sıradanlıktan sıyrılmış sözle (sözcükle) donanmış, Yakın çevreyle sınırlı olmayan sanatçı duyarlılığının öne çıktığı.. gibi… Ayrıca, yinelemeye düşmek pahasına demişim ki: “Sanat için ille de şöyle ya da böyle olur (olmalıdır) diye bir ölçüt verilemez ancak bu kitaptaki şiirlerde de şiirin başı, gövdesi ve sonu belirgin değil; bu, ‘çok yönlü açık’lıktan kaynaklanıyor olmalı.” Ve bir genellemede bulunmuşum: “Şiiri okuyup yorumlayan, yazandan özgürdür, özgür olmalıdır…” Değil mi? Yazanın özgürlüğü, sanat becerisiyle sınırlı. O, ancak bu becerinin çevriminde kanat çırpar. Oysa okuyucunun kanat çırpacağı gök kubbenin sınırı yok. Hani denir ya; ‘sanat yapıtı örneğin şiir odur ki okura, yazanın amaçladığının ötesinde ve hiç de kastetmediği uçlarda duyumsamalara, algılara yol açar; işte odur sanat.’ “Zem ve Sahi” şair Adnan Gül’ün 5. kitabı. Zem’in temel anlamı “kötüleme, ayıpSAYFA 14 21 HAZİRAN Ş lama”; sahi’ninki “gerçek, hakiki” olduğuna göre, şair neyi kastetmiş olursa olsun, biz bir okuyucu olarak hemen soru çengellerine takılırız: Neyin zemi, sahi olan ne? Sözü uzatmadan belirteyim: Bence “sahi” sanatın ve yaşamın gerçekliğidir; “zem çanağı”nın içindeyse, kişiliğini ve şiirini yakından izlediğim şairin kendisi de olmak üzere hepimiz varız; sanki mahşer… Adnan Gül şiirinde, ancak 5. kitapta ayrımına vardığım bir özellik, neredeyse her bir dizenin bağımsız bir varlık olduğu… Doğrusu bu özellik, önceki kitaplarında yer alan şiirlerin çoğunda da vardı. Ancak Zem ve Sahi’yi okuyunca apaçık gördüm ki herhangi bir dizeyi al, ayır yanındaki dizelerden, ‘bu ne?’ demezsin. Yani o dize, başka dizelere yaslanma gereği duymuyor, başlı başına çağrışımlara götürebiliyor okuyucuyu. Bu saptamadan sonra dedim ki “Adnan Gül bir dize şairidir.” Yargımı paylaştığım ortak dostlarımız da yadırgamadı bu saptamayı. Böyledir diye kuşku yok ki “berceste mısra” avcılığı söz konusu değil. Olan şey, kendiliğinden öyle. Belki de beni öteden beri söylediğim “şiirin başı, gövdesi, sonu yok” duygusuna götüren buydu. Sonra bir başka ‘yenilik’ daha gördük: Şair, tanımı çok seviyor. Buna bağlı olarak, sanki ‘o nedir, bu ne anlama gelir, sen şu kavram için ne diyorsun’ benzeri sorular sorulmuş; şair de en kısa karşılıklarıyla neyin ne olduğunu söylüyor: suç da bildiğin melek / yüzsüzlük, aşk bekleyen köpek / cam kelebek çünkü ömür... (s. 19); akıl ki çürüyen ses (s. 21); sevmek mesnettir; sevişmek ayin (s. 25); kaktüs çöl peygamberi, inen ilk ayet benim (s. 93)... Yüzlerce örnek gösterilebilir. Zem ve Sahi’ye kuşbakışı bir yaklaşımla eğildiğimizde; “bendi mahi” adlı özel bölümdeki 31 kısa şiir bir yana, kalan 76 şiirin 27’sinin, yaşayan şair/yazar dostlara adandığını; bunun dışında birçok şiirin üstünde çoğu Yunus’tan olmak üzere alıntılanmış dizeler bulunduğunu görürüz. ‘AZ SÖZLE ÇOK SÖYLEMEK’ Adnan Gül’ün şiirleri genellikle kısa şiirler. Çoğu bir sayfada biter. (Bu kitapta yalnız 3 şiir, ikinci sayfaya taşmış.) Dize sayısının uzayıp gitmemesi; hem her şeyi söylemeyerek okuyucuya çağrışım olanağı sağlıyor, hem sözü ‘düzyazı’ olmaktan uzaklaştırıyor; böylece söz şiirde düğümleniyor. Söz tasarrufuna özen gösterilmişlik, Adnan Gül şiirinde belirgindir. Şiirin tanımlarından birini de veren “az sözle çok söylemek” bu şiirlerin hemen hemen tümünde var. İşte 2012 Her şeye karşın iddiasız, alçakgönüllü bir şair Adnan Gül. buna “sıkı şiir” deniyor: bir kapı ki evsiz görseniz / kalbim ile batar sesiniz / kızlar ki baba cenneti / ya siz, beni bilseniz (s. 99) örneğinde görülebileceği gibi. Hemen her sanat için birikimin gerekli olduğu bilinen bir şey. Bu, başka şairlerin şiiri nerelere yükseltmiş olduğunun bilinmesinden tutun da sanatçının içinden çıkıp geldiği, içinde yaşadığı toplumun, halkın birikimlerinden yararlanıyor almasına dek uzanır. Bundan sonrası, sanatçının özgün katkısı, yaratıcı yanını kendi mührü olarak kullanma becerisiyle ilgili. Kısaca ama önemle belirtmeliyim ki Adnan Gül’ün özellikle bu kitabındaki şiirlerin çoğunda, Yunusça bir duruş vardır. Alttan alta sezilen bu tasavvuf, koca Yunus’un bize gösterdiği yoldan gider, gelir. Belki de bu, şairin dağarcığında öteden beri var olan bir sesin duyulur olmasıdır. Her şiirin dibinde bir imza gibi “ateşkent” sözcüğünün yer aldığına da değinmeliyim. Ateşkent, Adana. Ben, “Ateşken” için bu, Adana’dır diyorum, kendisi, Ateşkent’in salt Adana olmadığını söylüyor, “aynı zamanda benim kalp mekânımdır” diyor. Ateşkent, Yunus, Yunus yolunda insanlar, önde Adnan Gül: “evlendik âlem ile/sahi her söz nesimi/dilinden konuştuk yokluğun söz oldu, kör lokma/söz oldu kesik bıçak/sevdim suç meyvesini yoktu şems ile güneş/âdemdim sürgün buldum/her gerçekte sesimi ey kalbimin sahibi/sadaka ömürden çokmuş/ben ki suç dalının meyvesi yesem de yemesem de/kapanan kapı yokmuş ne bildim aşk konuştum/sana çıktı bütün yollar/keder deva imiş gülün rengine olgun eden ham ateş/hazır olduğuna gel/o davuldur çalar dengine Zem ve Sahi / Adnan Gül / Artshop Yayıncılık/ 104 s. kırk oldu yanlış saydım / bakmadım taştığım hazneye / gül aciz hüzün çoktum / dedim hasımdır yaşamak / ne idim tekrar unuttum // kırk kadar yanlış saydım / hakikat ise de nihayetin direği / hamı lal derdim, olgunu kül / sağdım, sığ yerinden yüreği (s 21,22) ol bir nehir kendine akan, susmasın âlem sesi / ateş şaştı, su yanıldı, benim sevdiğim nesi // varsın çok olsun mülkü âlem / ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1166 CUMH