06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mahmut Şenol’dan ‘Akhisar Düşerken’ Sağlısollu siyaset ve cinayet romanı Mahmut Şenol Akhisar Düşerken’de yakın tarihin toplumsal olaylarını kendine özgü kara mizahıyla yorumluyor. Romanda, 12 Eylül öncesinde hayali bir kasabada yaşanan siyasi olayları ve işlenen cinayetleri anlatıyor Şenol. ? Şebnem ATILGAN lk iki romanı Phaselis Adağı ile Bay Konsolos’un yayımlanma aşamasında tanıştığım Mahmut Şenol’la Akhisar Düşerken isimli romanıyla tekrar bir araya gelmek çok hoş bir rastlantı oldu. Phaselis Adağı, Anadolu’nun antik tarihine uzanıyordu. Romanın kurgusu hâlâ hatırımdadır. Bay Konsolos ise Şenol’un fantastik kurmaca dünyasında uzun dönem dolaşacağının ve okura yarı gerçek, yarı kurgu kahramanlar ‘hediye’ edeceğinin ilk belirtilerini taşıyordu. Arada yayımlanan Çerkez Adil Paşa’nın Tahsildarlık Günleri’ni okuma şansım olmasa da, Akhisar Düşerken’de görüyorum ki yazar, gerçeküstü kurgu dünyasını dönem romancılığı ile birleştirmeyi başarmış; her bir kahramanını buna Akhisarda dahil simgeleştirmiş ve 12 Eylül öncesini baştan sona serivermiş okurun önüne… Üstelik temposu hiç düşmeyen bir anlatımla… Yazarın sosyal bilimler alanında verdiği eserler düşünüldüğünde karakter çözümlemelerine ve dönemi tek bir alan içinde topyekun anlatmadaki başarısına şaşmamak gerekiyor elbette. Her ne kadar roman “Anlatılan kişiler ve yerler tamamen bir kurmaca ve kurgu gereğidir” cümlesi ile başlasa da dönemin gerçekliği bu kurmaca ve kurgunun önüne geçiyor. Ayrıca bu cümlenin yazarın bir başka kurmaca oyunu olduğu düşünüyorum ki sayfanın hemen sonrasında arka arkaya yazılan biri, sözde editör Hamdi Yakup Karasu’ya, diğeri sözüm ona romanın gerçek yazarına ait olan iki uzun metin, okuru, ‘yoğun bir ironi yağmuruna’ hazırlıyor. Her iki metin de Şenol’un ‘ironi ustası’ olma yolunda hızla ilerlediğinin bir diğer kanıtı. Bu ‘önsöz’leri okuyup, romanı gerçekçe kimin yazdığına karar verecek olan tek bir kişi var elbette… O da okurdan başkası değil! Melih Hoca’yı, İmam’ı ve Hamdi Yakup Karasu’yu bu sayfalarda bırakıp, romanın iç sayfalarına doğru ilerleyelim öyleyse… TRAFİK POLİSİ SÜSLÜ CAFER’İN KOMÜNİST TAKİBİ İşte gerçekte romanda olan biten tamamen buydu! Her ne kadar Cafer Üzgün’ün henüz bu eylemi gerçekleştireceğinden haberi olmasa da! O gün, Akhisar Garajı’na İzmir’den gelen otobüsün sadece üç yolcusu vardı: Zeytinci İbrahim Bolel Hacı Zafer’in oğlu, Ziya Bey neredeyse Akhisar’ın yerlisi olmuş, altmış yaşlarında, aydın ve bir o kadar da duygusal avukat ve kasabanın dolayısıyla romanın da kaderini değiştirecek olan Trafik Polisi Cafer Üzgün. SAYFA 8 ? 8 MART 2012 İ Otobüs, Akseyahat yazıhanesinin camlarına doğru yanaşırken garajın tuvalet duvarlarına kırmızı boyayla yazılmış siyasi sloganlar “Devrim İçin Savaşmayana Komünist Denmez”, “Tek Yol Devrim”, “Ne ABD, Ne NATO! Tam Bağımsız Türkiye!” sarı elektrik ampulü altında dikkat çekiyordu. Cafer Üzgün gibi bu yarı karanlık yola bakan biraz dikkatli birisi sloganların üzerinin karalanıp yeni sloganlar “Gomonisler Moskova’ya”, “Ya Sev, Ya Terk et”, “Milliyetçi Bozkurt Türkiye”, “Bir gece ansızın gelebiliriz!” yazıldığını görebilirdi. Şüphesiz Cafer Üzgün’ün o an için pek de ilgisini çekmedi bu iki karşı görüşün sloganları. Fakat roman yazarı onun karanlık kişiliği hakkında okura ipucu vermenin derdine düşmüştü ve bunu da şu sloganla yapıverdi: “Onların hepsini öldürün! Ulen burası küçük Moskova mı Allahsız gomonis!” Ardından da şu cümleyi kurdu: “Cafer Üzgün yazılanın tüyler ürperten söyleminden çok etkilenmedi, omuzlarını kaldırıp, güldü sadece.” Bir sonraki sahne ise kasabanın öte yanında, mezarlık yolu üzerinde bulunan ‘Tarım İşçileri Devrimci Sendikası Akhisar Şubesi’nin tek katlı prefabrik binasına götürüyor bizi… Sonra da ülkenin yaşadığı büyük tarihsel dönüm noktası öncesinin simgesel gerçekçikahramanları ile tanıştırıyor. Binada toplanan gençler henüz gerçek anlamda kahraman olamasalar da sendikanın şube başkanlığını sürdüren Hüseyin Durcan’ın içinde bolca yoldaş Lenin’in olduğu söylevlerini dinlemekte ve Akhisar’ın sokaklarında kırmızı boyalarla duvarlara yazılar yazmaya devam etmektedir. Aralarında birkaçı sivrilmek için fır sat kollasa da İlhan Ulukanlı’nın romantik hayalleri vardır; o güzel, beklenen güneşli günlere kavuşulduğu zaman Akhisar ovasında işçilerin, köylülerin kahkahalarını duyacaklarını umut eder. Yazar için özel bir karakter olan İlhan, İstanbul’dan Akhisar’a göçen ailenin tek çocuğudur. Akıllı, idealleri olan bir gençtir. Akhisar’a geldiğinden beri solcudur. Payitaht’ta kapmıştır bu mikrobu. Bu çalışkan, ileri görüşlü gencin sevenleri çoktur kasabada. Siyasi görüşünü çok belli etmese de okul müdürü de sever İlhan’ı… “Ne de olsa payitaht terbiyesi almış. Bizans’tan gelme…” diye düşünür. Sendikaya gelen kimi devrim için, kimi yanan sobanın başında çay ve sigara içmek için her bir çocukta dönemin devrimci idealist gençlerini simgeleştirir yazar. Hani belki İlhan’ı biraz kayırır da! Burada romanın yazarının edebiyat hocası Melih Bey olduğunu düşünmemek mümkün değil İlerleyen sayfalarda İlhan’ın ‘devrim’i sorgulayan satırlarını okuyacak, aslında roman boyunca oldukça az konuşan, bu edebiyat düşkünü gencin yok olup giden devrimci ruhun da bir anlamda simgesi olduğuna tanık olacağız. KAHRAMANLAR ŞENLİĞİ Şenol, açılışı sendika binasında yapılan toplantı ile başlattıktan hemen sonra sahneleri çoğaltıyor. Sahne diyorum çünkü Akhisar Düşerken’i okurken beyazperde de bir 12 Eylül trajedisi izliyor izlenime kapılıyorsunuz; her karakter öylesine canlı! Bunlardan biri de Müçteba Bey. Gerçek kişiliğine mi, yoksa yazarın betimlemesine mi hayran kaldığımı henüz çözemediğim Akhisar Kaymakamı Müçteba Bey de romanın istisna karakterlerinden biri olarak öne çıkıyor. Kaymakam Bey’e biçilen rol de ‘iyiler’ tarafında… Solcu çocukları koruyan, kollayan ahlaklı bir adam… Öte yandan yazarın kendisini Süslü Cafer’le tanıştırdığı sahnede ‘bir oyunun içinde olduğu’ şüphesine kapılmıyor da değil hani. Fena bir oyun bu! Ülkenin içine çekilmeye çalışıldığı çok fena bir oyun! Halkının huzur ve can güvenliğinden sorumlu olan Kaymakam Müçteba Bey, soğukkanlı ve duyarlı tavırlarıyla yaklaşmakta olan fırtınanın soğuk esintilerini Akhisar’dan uzak tutmak için uğraşıyor, bir yandan da karısı Tenviye Hanım’la mutsuz bir evlilik sürdürüyor. Birkaç gece sonra İlhan ve Nevzat’ın duvarlara slogan yazmak için sokağa çıkmasıyla olanlar oluyor. Bekçi Süleyman’ın ve dolaylı olarak Emniyet Müdürü’nün uzaktan diş bilediği gençlerin karga tulumba yakalanmasıyla roman hızlanıyor. Böylece romanın iki ayrı uçları açıkça okura deşifre edilmiş oluyor. Gençlerin Bekçi Süleyman’ın ispiyonlaması sonucu yakalanmalarının ardından karşıt görüşler bir bir ortaya dökülüyor. Emniyet Müdürü’nün milliyetçi tutumu, kaymakamın kollayıcı tavrı… Romanı bir ‘12 Eylül öncesi’ romanı yapan sahnelerden ilki bu… Bununla birlikte lise müdürünün aklından geçirdiği sözler dönemin halk yaklaşımını açıkça dile getiriyor: “(…) Milletin çocuklarını birbirlerine düşürdüler. Allah yazdıysa bozsun, gelecekleri ellerinden kayacak. (…) Okuyun, okulunuzu bitirin, yuva kurun, çoluk çocuğa karışın, sonra mebus olun, devlet adamı olun! (…) Ah İlhan ah!” Bu arada İlhan’ın aklında geçen ‘devrim’ sorgulamaları arasında Yanlış olan bir şey var ya! Neyse… Yok yok! Marksizmden kuşku duymak yok! Biraz Avrupa Komünizmi okumalı. Gramschi, Althusser gibi… Aman! Şimdi şu karşıdaki zincirli tosunlar, yiğit Bayboralar, Malkoçoğulları bizden uzak dursunlar da… Şimdi arkadaşlarını buradan uzaklaştır, aklından geçen Marksizm kuşkularını da uzaklaştır. karşıt gençleri de tanımaya başlıyoruz. Bu tanışıklık romanın ilerleyen sayfalarında diğer karakterlerin anlatımlarıyla da çoğalacak. Birkaç satır sonra da Süslü Cafer’in Akhisar’da önlemez yükselişi başlayacak. Romanın satırlarına dönelim yine: Zaman trafikçi Cafer’in motoruyla göründüğü günden sonra, nedense Akhisar’da çabuk geçer. Bu arada ülkenin her yerinden çatışma haberleri duyuluyor, her gün bir ya da birkaç siyasi cinayet haberi, bombalama haberleri korku salmaya devam ediyordu. Akhisar’da bir sıkıntılı bekleyiş varsa, işte biraz da bu nedenleydi; ya aynısı olursa… Böylesi gerginlikler içinde kalabalıkların kendilerine çıkardıkları eğlentiler, meraklar vardır. Bunlarla kitlelerin karşılaştığı sorunlara sırt çevirdiği söylenir. Bu türden bir ilgi odağı Akhisar’da da kendiliğinden ortaya çıkmakta gecikmedi: Süslü Cafer! Şüphesiz Akhisar halkının bugüne kadar görmediği bir tipti Süslü Cafer. Bununla birlikte ‘günün adamı’ modelinin yerel bir alanda karşılaşılan ilk tiplemesiydi de. Afili motosikletini ustaca zikzaklar yaparak cadde boyunca süren Cafer, bir düzen adamıydı ve roman boyunca hep çıkarları doğrultusunda davranacaktı. Komünistleri kovalarken de, başta Bekçi Süleyman’ın, Kaymakamın ve kasabanın önde gelen diğer adamlarının eşleriyle birlikte olurken de, gözü kapalı cinayet işlerken de! Son bir paragrafın ardından Cafer’in ve kasabanın ülkenin başına neler geldiğini okumayı siz okurlara bırakmak istiyorum. “Ülkede yaşayan, havasını soluyup suyunu içip toprağına basan herkes gibi Melih Hoca da çok kaygılıydı. ‘Bu olayların bir ulusal karayazı olduğunu düşünüyorum,’ dedi hoca, ‘Bana öyle geliyor ki bir ulusun tarih boyunca kurgulanmış, tarih sahnesinden geçip giden bir akışı vardır. Bu nedenle tıpkı tek tek insanlar gibi ulusların da bir yazgısı var sanıyorum. Örneğin bir kasabanın da yazgısı vardır. Diyelim Akhisar’ın, buranın belli bir geleceği var; işte böyle bir yazgı!” Bu arada son sözümü de romanın kurmaca editörü Hamdi Yakup Karasu’ya söylemek istiyorum: Akhisar Düşerken romanının tek bir kahramanı yok, çok haklısınız. Ama Akhisar da bu romanın tek kahramanı değil! Bu roman bir kahramanlar şenliği geçidi… ? Akhisar Düşerken/ Mahmut Şenol/ Ayrıntı Yayınları/ 320 s. ? Mahmut Şenol, Akhisar Düşerken’de , gerçeküstü kurgu dünyasını dönem romancılığı ile birleştirmeyi başarmış. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1151
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle