Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Fransız yazar Mathias Énard’ın Goncourt des Lycéens ödüllü ve Türkçeye çevrilen ilk yapıtı Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara‘da on altıncı yüzyıl İstanbulu’na, Galata’ya ve sarayın kalbine ışınlıyor okurları. 13 Mayıs 1506’da, Sultan İkinci Bayezid’in davetiyle Haliç’e, imparatorluğun şanına yaraşır bir köprü inşa etmek üzere İstanbul’a gelen ve kaldığı bir ayın güncesini tutan efsane bir sanatçı Michelangelo’nun (Buonarroti) hayatının hiç bilinmeyen dönemi hakkında bir masal anlatıyor. Mathias Énard’la Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara‘yı konuştuk. Çevirmenimiz Ayça Sezen’e teşekkür ediyorum. Ë Gamze AKDEMİR ryantalizme yabancı yazarların bakışları konusunda kafa karışıklıkları var... Fazla romantize edilip kurgulandığı düşünülüyor. Öte yandan çarpıtıldığını düşünenler de az değil... Onun için oryantalizme sizin bakışınızı sorarak başlayalım söyleşiye. Oryantalizm, on dokuzuncu yüzyıl sonu, yirminci yüzyıl başında bir sürü ideolojik bakış açısına maruz kaldı. Dolayısıyla romantik akımın etkilerini almış bir oryantalizm anlayışı bir gelenek yerleştirdi. Ama sömürge döneminin etkilerini yoğun yansıttığı bir dönemi de var. Bir nevi silah olarak da kullanılmış. Özellikle Osmanlı ile ilgili oryantalist yaşam biçimine oldukça negatif bakış açıları olduğu bir gerçek. Sadece siyah ya da beyaz olarak görülebilecek bir şey değil farklı yönleri olan bir hareket. Yazar niteliğimle bütün bu Osmanlıca klasik şiirlerin kütüphanelerden çıkıp yazılması ve bir tür sunulması anlamında bakarak söylersem oryantalist hareketin çok büyük bir avantajı olduğunu yadsıyamam. Çok metin ortaya koymuş ve çok çevrilmiş bir hareket çünkü. Yazarların objektif olunması yönünde baskılara maruz kalması konusunda ne düşünüyorsunuz? Hem anlıyorum hem anlamıyorum! Mesela kendi adıma, on altıncı yüzyılda geçen bir şey için ne kadar objektif olunabilir bilmiyorum ama elimden geldiğince olmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Eski döneme ait klasik oryantalizmden farklı bir açı yakaladığımı ve sunduğumu sanıyorum. Çünkü eskiye göre artık çok fazla klişe yok, artık gerçeğin ne olduğu, iyi yanlar, kötü yanlar daha çok ortaya çıkmış durumda. Dolayısıyla klişelerden daha arınmış bir oryantalizm var. Bunu yakaladığımı sanıyorum kitabımda. “MEKTUPLARINDAKİ MICHELANGELO’YU YAZDIM” Michelangelo’yu dehasının koşutunda sade vatandaş kılıyor, sıradan bir insan olarak da sunuyorsunuz. Etten kemikten bir insan. Cazgır, huzursuz, herkes kadar güvensiz, öfkelenmeyi iyi biliyor, korkuları, kaygıları var. İnsan Michelangelo! Ezber bozan bir panaroma. SAYFA 8 14 TEMMUZ Mathias Énard’dan ‘Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara’ ‘Köprüler farklılığın kabulünden doğar’ Tarihe baktığınızda, tarihle iç içe olduğunuzda bu hele ki yazarların sıkça yaşadığı bir durum. Yazdığım Michelangelo, mektuplarında kendini ifade ettiği biçimde algıladığım bir Michelangelo. Otuzlu yaşlarında genç bir adamken hayatının zor dönemlerinden birini yaşarken ele alıyorum. On altıncı yüzyıl sonuna doğru seksenlerindeyken ünlü bir ressam ve heykeltıraş olduğu dönem değil, ailevi sorunlarının olduğu, henüz büyük bir sanatçı olmadığı, olmaya çalıştığı bir dönemdeki Michelangelo söz konusu. Papayı bırakıp buraya gelmenin iyi bir fikir olup olmadığından da emin değil, korkuları kuşkusuz var. Dolayısıyla çalkantılı, daha hayatının taşlarının oturmamış olduğu bir dönemi. Bu da onu daha sahici, daha insan kılıyor. MichelangeloMesihi hattına gelince ikisi neredeyse mutlak bir uyumu, uzlaşıyı sağlıyor sona doğru. Asıl köprü orada kuruluyor diyebiliriz sanırım. Tabii köprüler zaten farklılığın kabulünden kaynaklanır. Michelangelo ile Mesihi’nin ilişkileri de gerçek anlamda Michelangelo, Mesihi’nin küçümsenecek, aşağılanacak bir adam olmadığını kabul ettiğinde, Mesihi de Michelangelo’nun tuhaf bir adam olduğunu kabul ettiğinde başlıyor aslında. Farklılıklarını kabul ettiklerinde kurulmaya başlıyor o köprüler. O Mesihi’yi nasıl ele aldığınızı biraz daha açar mısınız? Benim için başkarakter Mesihi’dir. Her açıdan Michelangelo’yla zıt, ters düşüyor Mesihi. Michelangelo hakkında her şeyi biliyoruz ama Mesihi’nin bütün eseri yirmi sayfalık bir metin. Michelangelo’nun yazdığı yüzlerce mektup var, ayrıca hakkında yazılmış yüzlerce metin var, bilgi bol. Ama Mesihi hakkında bildiğimiz tek şey küçücük bir paragraftan ibaret. Michelangelo çok çalışkan, parlak bir adam, Mesihi ise bir sarhoş. Ama buna rağmen kitabın en ilgi çekici kahramanı Mesihi. Çünkü belirli bir hümaniteyi asıl sergileyen ve temsil eden Mesihi. Michelangelo da bu insani taraf yok, çok bencil. Bu yapıtınızda dozunda bir gerilim, tansiyon var. İnsanları boğmayı sevmiyorsunuz, karakterleri iç dünyalarındaki karmaşalarıyla sunarken bunu uzatmıyorsunuz, tadında bırakıyorsunuz. Sonucunda da mutsuz bir kitap çıkmıyor ortaya bakıldığında, hüzünlü ama mutsuz değil... Evet, söylediğiniz gibi. O hüzünlü yan kitabın konusundan kaynaklanıyor yalnız, yoksa hüznü özellikle bir araç olarak kullanmayı tercih etmedim. Genelde etmemeye çalışırım hatta. Olabilecek ama olmamış, olamamış şeylerden bahsediliyor kitapta, işte bir köprü inşa edilebilecekken inşa edilemiyor, bir aşk ilişkisi var ortada mutlu bir sona ermiyor dolayısıyla sürekli başlayıp bir yerlerde noktalanan ve bir sonuca ulaşmayan küçük küçük olaylar var. Bu kitabın hüzünlü yanını oluşturan da bu sonuca ulaşmayan hikâyeler, olaylar ve onların kişilerde yarattığı fırtınalar, irili ufaklı panikler. Hiçbiri birbirini gölgelememeliydi ona dikkat ettim yani dediğiniz gibi tadında kalmalıydı. “BİÇEMİM, DİLİMİ KİTABIN DİLİNE UYDURMAK” Potansiyeli fazla bir roman olmasına karşılık kısa bir roman olarak hatta öyküsel tatta yazılmış. Daha kalın bir roman olarak yazılmaya uygun bir konu olduğunu kabul ediyorum, evet yazabilirdim de ama bir kere bu benim tembelliğimden kaynaklanıyor. Michelangelo’nun çalışma defterleri gibi bir şeydi düşündüğüm, böyle bir sayfada bir iki desenin ve altında bir iki yazının, cümlenin olduğu çalışma defterleri onlar. Ben de öyle yapmak istedim. Parça parça, bir yerde bir mektup parçası, bir anlatı böyle parçalı bir yapı oluşturmaya çalıştım. Sonunda da tüm bir hikâye ama parçalardan oluşan bir hikâye oluşturmak istedim. Bunu da her şeyin tam anlamıyla tarihsel ve gerçek olmasını istediğim için yaptım. Bu durumda da o döneme ait tam olarak ne olduğu bilinmeyen, gerçeği bilmediğimiz bir sürü nokta var. Dolayısıyla sinemadaki gibi yapmak gerekiyor ben de öyle yaptım, bilmediğim noktaları atlamayı ve kame ramı başka bir yöne doğrultmayı tercih ettim. Dolayısıyla daha parçalara bölünmüş, atladığım kısımlar çıktı ortaya. Bu Türkçeye çevrilmiş ilk romanınız dolayısıyla sizi ilk kez okudum ve biçeminiz hakkında hepi topu bu romanınız bağlamında bir fikir sahibi olabildim. Nasıl yazdığınızı sadece bu romanla değerlendirmek eksik kalacaktır o nedenle bize diğer romanlarınızdan, oradaki duygulardan, temalardan ve biçemden biraz bahseder misiniz? Bir de nasıl yazarsınız, işte ilham gelince ne yaparsınız, kontrollü müsünüzdür yoksa koşturur mu düşünceler zihninizde? Evet bu soru gerçekten önemli zira kitaplarımın hepsi konuları ve biçimleri bakımından birbirinden çok farklı. Dolayısıyla yazış biçimlerim de farklı. Eğer bir tarzım varsa bunun dilimi kitabın diline uydurmak olduğunu söyleyebilirim. Epik bir roman olan ve Akdeniz tarihi üzerine yazdığım bundan önceki romanım tek bir cümleden oluşan bir kitaptı. 500 sayfalıktı ve noktalama işaretleri yoktu. Tüm kitap yekpare bir cümle gibiydi. Bu kitabı da değişik bir biçimde yazdım, bundan sonraki de emin olun bambaşka bir biçimde yazılacak. Hikâyeler de kişiler de her seferinde farklı oluyor dolayısıyla yazma biçimim de ister istemez farklı oluyor, kendi yapısında evriliyor. Nasıl yazdığıma gelince ilham bekleyen bir yazar değilim, düzenli çalışan ve düzenli yazanlardanım. Her gün sabah altıdan öğleye kadar bilgisayarımın başındayımdır. Böyle düzenli bir çalışmanın sonucunda da ancak birkaç sayfa bir şey yazabiliyorum. “OKURU ŞAŞIRTMAYI SEVERİM” Yapıtlarında okuru şaşırtmayı seven bir yazar olduğunuz söylenebilir mi? Evet okuru şaşırtmayı severim. Ama bu her zaman biçemle olmaz, bazen konuya yaklaşımımla yaparım bunu. Mesela bundan sonraki kitabımın adı Ölü Gömücülerin Kardeşliğinin Yıllık Şöleni olacak. Fransa’nın doğusundaki küçücük bir çiftlikte geçecek. Bir inek ve traktör hikâyesi olacak. Böyle, çok daha basit, günlük, yalın şeylerin içindeki şiiri, güzelliği bulup yansıtmaya çalışacak bundan sonraki romanım. Son soruda şiir demişken şiirle aranız nasıl? On sekiz yaşlarımdayken çok şiir yazdım ama benim işim hep düzyazıylaydı. Bir şair olmadıysam da şiir okumayı olağanüstü derecede severim. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara/ Mathias Énard / Çeviren: Aysel Bora/ Can Yayınları 156 s. Mathias Énard’ın romanında dozunda bir gerilim, tansiyon var. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1117 CUMH