27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

her döltyapılmak sunuz? mse e gelımızı nler, ndedidele kahrameslekka bir yım a bir apmaarı ol dan gaana kaanının en kaı. Ama bir tam olabia engel ını a açığru gemeer alaar da. Basın göz göre dönüştürülürken medya tek yumruk olmuyor, olamıyor! Nedim (Şener) ile Ahmet’in (Şık) içeri alınmasından sonra sanki medyanın tüm kutupları da elbirliğiyle fark ediyor gibi ama geçmiş olsun... Kitabınızda bu noktada medyaya batırılan çuvaldızın boyutunu anlatır mısınız? Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmalarından son derece rahatsızım. Ama bir o kadar rahatsız olduğum durum medyada sadece tutuklu gazeteci Şener ve Şık’mış gibi bir algı yaratılmasından. Geçen gün baktım listeye, altmış altı gazeteci hapiste. Bunları sevmeyebilirsiniz, aralarında benim de sevmediklerim var. Ama bu bir ilke meselesi. Nedim ve Ahmet iyi çocuk, diğerleri kötü çocuk mu? Böyle bir ayrımcılık olabilir mi? Soner Yalçın’ın adını anmaya korkuyor gazeteciler mesela... Bu çifte standarttan utanıyorum. Nedim ve Ahmet salınınca geriye kalan altmış dört gazeteci unutulacak, üzeri kapanacak mı? Hadi Soner Yalçın’ın adından korkuyorlar ya da kişisel hesapları var, geçmişte canlarını yakmış. Doğan Yurdakul’un suçu ne? İçerideki gencecik çocuklar ne yapmış, kim, tanıyorlar mı, hiç konuşmuşlar mı? Hiç adlarını anmıyor medyanın sözde özgürlükçüleri. ¥ için endişelendi, onun geleceğini sağlama almak istedi diye düşünüyorum. Bizim patronlar katına da söyledim, Akşam düzenli maaş ödeseydi Serdar Turgut da bu yazıları yazmazdı, Akşam’dan ayrılmazdı. Ama belki de doğru olanı o yaptı, bilmiyorum ki. Şimdi ev taksitlerini ödüyor, maaşı düzenli yatıyor, başağrısı, sıkıntısı da yok, siyaset yazmayı da bıraktı. Tabii eski Serdar Turgut kaldı mı, hayır. Sadece benim değil, pek çok kişinin o tiryakilikle okuduğu yazar okunmuyor artık. Ama kendi adına bir gelecek tercihi yaptı. Türkiye’de bu dönemin uzun süreceğini gördü ve ona göre pozisyon aldı. Acı olan şu: Yazdığı şeylere inanmıyor. Cemaati de kandırıyor, söylemlerinde samimi değil. Bunu da çok iyi biliyorum çünkü yazdıklarıyla bana sohbetlerde anlattığı çelişiyordu. Arkadaşlığınız sürüyor mu hâlâ? Bunu ben söylemiyorum, Chris Mason’ın kendi ders verdiği okuldaki biyografisinde yazıyor bu! Hem CIA için çalıştığı hem de RAND Corporation’da görev yaptığı yazılı. Kaldı ki bunlar Washington’da bilinen bilgiler. Amerika açık toplum zaten, gizleyemezsiniz bunları. Ne ilginç ki ben bunu yazınca önce o biyografi sayfadan kaldırılıyor. Bir süre sonra da sessizce o bölümlerden arındırılmış bir şekilde yeniden yayına konuyor. Ne diyeyim bilmiyorum artık. ‘TÜRKİYE’DE GAZETECİLİK YAPABİLMEK İÇİN ÜLKEDEN GİTMEK GEREKTİĞİNİ ANLADIM’ Siz de bir süredir Amerika’dasınız, korkup kaçtınız mı? Her gün tehditlere, iftiralara, hedef göstermelere maruz kalan biri olarak kendi ülkemde huzurum kaçtı. 12 Eylül referandumunda bir karar verdim, yurtdışında daha fazla vakit geçirecektim. Türkiye artık beni beslememeye başlamıştı. Medya ortamı daha da kötüye gidince bu kararımda haklılığım ortaya çıktı. Sürekli hedef gösterilen, tutuklansın diye hakkında kampanya yapılan bir gazeteci oldum. Bu çamurlarla, bu çirkinlikle savaşıp bu düzeye mi ineyim? En iyisi uzağa geldim, kafamı toplayıp, kendimi geliştirmek, hem de Türkiye’ye mesafeyle bakmak için. İyi de oldu. Türkiye’de gazetecilik yapabilmek için Türkiye’den gitmem gerektiğini anladım. Bunun adı korkuysa hiç utanmam, “Korkuyorum” derim. Bana bu korkuyu, bu baskıyı hissettirenler utansın. Günlük tutan bir gazeteci olduğunuzu okuyoruz kitapta. Bu bağlamda günlükmedyaErgenekon hattında karşılaştırmalı bir analizde bulunuyorsunuz kitapta. Günlük tutmak, email yazmak, kaynaklarla görüşmek, telefonda konuşmak, gazetecilere fikir sormak gibi gündelik mesleki faaliyetler bile suç oldu artık. Eskiden günde 1015 kişiyle konuşurdum, kafamda bir yazı konusu varsa mutlaka başkalarının da görüşlerini alırdım, herkesi dinleyerek yazardım köşemi. Yasadışı dinlenen konuşmalardan Soner Yalçın’la bu gibi konuşmalarımız sızdırıldı, şimdi bazı özel yetkili gazeteciler beni bu konuşmalarla hedefe oturtmaya çalışıyor. Artık kimseyle konuşmaz oldum. Not falan da tutmuyorum, aklımda kaldığı kadarıyla. Bu hale getirdiler gazeteciliği artık. Not defteri olmayan gazeteci olur mu? Oluyor işte Türkiye’de. “İdealist ve safım” diyerek bitiriyorsunuz kitabınızı. Hadi canım siz de diyerek son bir yanıt beklesem son soruda kabalık etmiş olmam umarım. İdealist ve safım tabii ki. Hâlâ Türkiye’nin normalleşebileceğini düşünüyorum, diyalog hayal ediyorum ve gazetecilik yapılabileceğine inanmak istiyorum. Cemaat de, iktidar da haber kaynağım olsun istiyorum. Yandaşlık olmasın, merkeze dönelim diye beklenti içimdeyim. Bunlar saflık değil mi? Bu koca medya köyünde hepimize yer var diyorum, hepimiz var olalım ve bu işi kendi bildiğimiz şekilde yapalım. Bir elenme olacaksa bu yandaşlıkla değil, iyi gazeteciliğe göre olsun. İstediğim sadece normalleşme aslında, umarım içi boş bir idealizm olarak kalmaz. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İmha PlanıMedya Nasıl Çökertildi?/ Oray Eğin/ Destek Yayınevi/ 362 s. 14 TEMMUZ 2011 SAYFA 5 K ÇOK hale badüşüuz hehullah hangi unanın r? n cem varMerak iye’de m, ne emani çok lar yaüşüncenlar da alog ikna de. bu etleş” nokGüe yöneşan en, daolması un heirene nda sahmet ın kitazdi; bıa okude dile lmez tle din kafaetkilenorardı. ağmen den çmiş ve yenionuşau medar ¥ 1117 “AYDIN DOĞAN İSTESE AKP’Yİ DEVİRİRDİ” Aydın Doğan istese AKP’yi devirirdi diye yazıyorsunuz. Anlatır mısınız bunu? Kitapta anlattığım ilginç bir süreç var. Anayasa Mahkemesi’nin AKP’ye kapatma davası açtığı dönemde Ertuğrul Özkök çok ilginç bir Dolmabahçe görüşmesi gerçekleştirdi Başbakan Erdoğan’la. İki gün boyunca Hürriyet’in manşetinden yayımlandı bu söyleşi. Hürriyet, hem yazıişleri hem de yazarlarıyla kapatma davasının karşısında yer aldı. Çok kuvvetli bir kamuoyu oluşturdu ve Anayasa Mahkemesi’ndeki bazı üyelerin oylarını etkilediği de söyleniyor. Kuşkusuz doğru bir tavırdı Hürriyet’inki. Tartışmam bile. Ama sonradan olanlar bakınca bu söyleşi yapılmasaydı iktidar tablosu nasıl olurdu diye düşünmeden de edemiyorum. AKP yandaş medya yaratma noktasında düğmeye ne zaman ve nasıl bastı? Kitabınızda bu atağı da ele alıyorsunuz. TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, Sabah’a el koymaya karar verdiğinde bu aslında iktidarın beklemediği, işine gelmeyen bir hamleydi. Ama Ertürk bir şekilde Erdoğan’ı ikna etti, “bunu yapmazsak ileride hesap sorarlar bizden” diye. Ayrıntıları var kitapta. Sabah’a el konulduğunda ise TMSF Gül’e yakın bir gazete yaptı, bütün yazarlar, yöneticiler Gül’e sırtını dayadı ve Başbakan’ı yok saydı bir anlamda. Satışın da Gül’e yakın bir gruba gitmesi bekleniyordu. Ama hesap tersine döndü. Başbakan öfkelendi ve itirazlara rağmen Çalık’a satılması sağlandı Sabah’ın. Gül’cü medya çöktü böylece. O dönem hakkını vereyim Akif Beki çok kavga etti Başbakan’la, “Medya işine girmeyelim, bu işlere bulaşmayalım” diye ikna etmeye çalıştı. “SERDAR TURGUT YAZDIĞI ŞEYLERE İNANMIYOR” Serdar Turgut’un Fethullah Gülen’i Konfüçyüs’le kıyaslaması sizce nasıl bir acı eşikti? Serdar Turgut herhalde geç bir yaşta baba olduğu için çocuğunun geleceği Oray Eğin, hâlâ Türkiye’nin normalleşebileceğini hayal ediyor ve gazetecilik yapılabileceğine inanmak istiyor. Serdar Turgut benim için her zaman büyük bir kalem, büyük bir yazar. Her şeyden önce uzun yıllar dostluk yaptığımız, tatillere beraber çıktığımız bir dostum, bir ağabeyim. Epeydir görüşmüyoruz. Sebebi hiç bu fikir ayrılıkları değil, çok kişisel. Ben ona çok ufak ama benim için önemli bir konu yüzünden kırıldım o kadar. Düşmanlık yapan biri değilim, hâlâ bir şekilde dostum olduğunu düşünmek isterim. “AHMET ALTAN HİÇBİR KONUYA OBJEKTİF YAKLAŞAMIYOR” Kitabınızda ayrıntılarıyla yer alışından memnuniyet duyarak sorarsam Taraf gazetesi özetle Türk basınında nasıl bir kırılma sizce? Taraf’ın gazetecilikte bir dinamizmi olduğu kesin. Dahası, iyi kötü bir sürü yeni isim de soktu Türk medyasına. Bir de deli cesareti var. Ama bu deli cesareti çok fazla gazetecilik hataları yapmalarına neden oluyor. Ahmet Altan bir gazetecide olmaması gerektiği kadar ideolojik, hiçbir konuya objektif yaklaşamıyor. Yasemin Çongar neden Türkiye’ye geldi, ne iş yapıyor hâlâ anlayabilmiş değilim ama bunlar Türk basınına zarar veren isimler. Bir gazetenin belli bir misyonu olabilir, belli tabuları devirmek de isteyebilir. Bu konuda başarılı da olmuştur. Ama Altan ve Çongar ne zaman Mirgün Cabas’ın cep telefonuyla helikopter düşürdüğü haberini bastı, bir de utanmadan arkasında durdu, yazılar yazıp ekranda bunu savundu, o andan itibaren onlara herhangi bir şekilde saygı duymam mümkün değildi. Çongar’ın eşinin CIA bağlantısı da kitabınızda yer alıyor... CUMHURİYET KİTAP SAYI 1117
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle