25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mehmet Emin Kunt ‘Aydınlıktan Karanlığa Türkiye Cumhuriyeti’ni anlattı ‘Toplum Ergenekon’u anlayamadı’ sönerler.” Kitap nasıl bir panzehir önerisi bu bağlamda? Atatürkümüzün, tüm ömrünce bir nakış gibi işleyip bizlere armağan ettiği ulus devlet hiçbir biçimde ırkçılık dayatmıyordu. Yeryüzündeki tüm devletlerin sahip oldukları ulusal değerlerden hiç de aşağı kalmayan değerlerimizin altını çiziyordu. Artık bizim de başımızı dik tutup, göğsümüzü gere gere aidiyetimizi bildireceğimiz bir ulus devletimiz vardı. Köksüz bir millet değildik. Ulusumuzun karışım mayasını oluşturan Türklerin uygarlık tarihi çok eskilere dayanıyordu. Ayrıca çeşitli uygarlıklarla özellikle Anadolu uygarlıklarıyla karışmış büyük bir kültür mirasına sahiptik. Eşsiz bir dilimiz vardı ve en önemlisi, bu topraklar Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi büyük düşün insanlarının her dönemde geçerliliğini koruyan insanlık öğretileriyle yoğurulmuştu. Yani biz, ara kesitini sadece Müslümanlığın oluşturduğu bir ümmet değil, aynı sınırlar içinde yaşayan her kökenden yurttaşın birbirlerine insanlık ülküleri ve değerleri ile bağlı olduğu bir ulustuk. Günümüzde dayatılan değişik etnisite, din, mezhep gibi ayırımların ön plana çıkarılmasının tersini işliyordu Atatürk’ümüzün ulus felsefesi... edilen liberal politikalarla, topluma sadece ekonomik yönden güçlü olanın borusunun öteceği bir yapı dayatılmaya başlanmış, bu durumun halk nezdinde oluşturabileceği muhalefeti kısıcı önlem olarak da tevekkül aşılayan inanç sistemi tekrar öne çıkarıldı. Toplumun çağdaşlığa aykırı alışkanlıkları ve gerici töresel değerleriyle mücadele bir yana, tam tersine, gerçek demokrasinin yaşatılabilmesinin temel koşulu olan eğitim konusu ihmal edilirken, sözde demokrasi adına bir kısır döngü içinde “ama halk böyle istiyor” diyerek halka her türlü dinsel afyonun verilmesinden çekinilmedi. Böylece devrimin başlangıçtaki göz kamaştırıcı aydınlığının sönmesine göz göre göre çanak tutuldu. Din konusunda neler içselleşemedi, cehaletin hükmü nasıl geçersiz kılınamadı sorularının yanıtlarını ayrıntılarıyla okuyoruz kitapta. Asal kırılmaları, aşamaları sorarsak neler söylersiniz? İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, 1946’da çok partili hayata geçişle birlikte başlayan amansız siyaset (iktidar) yarışında, halk dalkavukluğuna prim verilmeye başlanacak ve toplumu dinsel baskıdan kurtarmayı amaçlayan devlet politikası terk edilecekti. Demokrat Parti’de kümelenen toprak ağaları ile gerici kasaba eşrafının CHP içerisindeki destekçileriyle el ele köylünün aydınlanmasına karşı koyan çabaları meyvesini verecek, toplumsal aydınlanmanın temel dayanağı Köy Enstitülerinin işlevsizleştirilmesi süreci başlayacaktı. 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra dış politikada Atatürkçü anlayış bir kenara bırakılmış, himaye altına alınıcı politikalar ile emperyalizmin etkisine girildi. ABD ile milli savunmadan milli eğitime kadar birçok alanda yapılan ikili anlaşmalar ile Türkiye aldığı sözde yardımların karşılığında, gerçek çıkarlarının zedeleneceği yükümlülükler altına sokuldu. Milli Eğitim, özgün Köy Enstitüleri modeli yerine Amerikalı uzmanların planları doğrultusunda biçimlendirilmeye başlandı. Demokrat Parti iktidarında da, ABD’nin tam güdümüne giriş ve gericiliğe verilen tavizler ve süratle uygulamaya konulan liberal politikalarla Türkiye toplumsal çıkarlarının gerektirdiği kalkınma modelinin tersi bir yörüngeye sokuldu. Çağdaşlık ivmesini yitiren genç Cumhuriyet, 27 Mayıs devrim anayasasının demokratiksosyalhukuk devleti normları ve kurumları sayesinde toparlanma sürecine girmiş ama bir buçuk yıllık kısa bir aradan sonra 1961 Ekimi’nde dönülen parlamenter hayat ile birlikte ne yazık ki yeniden popülist iktidarlar dönemi başladı. Ecevit’in kısa dönemlerdeki iktidarları dışında hemen neredeyse tamamen sağ iktidarlar altında toplumun genel çıkarlarına aykırı, gericiliğe azami primi veren liberal politikalar izlendi. Cumhuriyetin laiklik ve diğer yönlerden esas kırılma noktası 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte gelen Özal dönemiydi. Bir yandan 1961 Anayasası’nın getirdiği sosyal, ekonomik ve siyasal haklar budanarak ekonomi vahşi kapitalizmin hizmetine sokuldu, öte yandan laiklik ilkesi dinsel eğitime ağırlık verilerek, tarikatların hortlamasına izin verilerek görülmemiş biçimde ayaklar altına alındı. Nihayet laiklik bakımından öldürücü darbeler 2002 iktidarıyla birlikte geldi... Mehmet Emin Kunt’un Aydınlıktan Karanlığa Türkiye Cumhuriyeti adlı kitabı, “Ulus olarak bizi biz yapan değerler nedir? Atatürk, övüneceğimiz bir ulusal benliğe kavuşmamız için ne yapmış? Sonraki kuşaklar ondan aldıkları emanetin gereğini neden ve nasıl yerine getirmemiş?” gibi sorulara yanıtlar vermeye çalışan “Atatürkiye’den Postmodern Türkiye’ye” isimli bir broşür kitapçıkla netleşiyor. Kunt’un ilham kaynakları, Türk kültürü araştırmacısı Haluk Tarcan’ın yapıtları ve Cumhuriyet gazetesiyle birlikte dağıtılan Macit Gökberk’in Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk adlı eser. Kunt’la Aydınlıktan Karanlığa Türkiye Cumhuriyeti‘ni konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR “Biz Atatürk’ün devrimci savaşından esinlendik ve ondan tam 40 yıl sonra, ülkemizden emperyalistleri kovmak, işbirlikçi, faşist Batista rejimini yıkmak için 1959’da Granma gemisiyle Havana’ya çıktık... Bizim ve tüm mazlum halkların esin kaynağıdır devrimci Kemal Atatürk. Harf devrimi başta olmak üzere bir dizi çağdaş ve aydınlanmacı Cumhuriyet Devrimlerini bu kadar kısa sürede biz başaramazdık.” Fidel Castro, 1996 urt ve yurtaşlık bilincini tel tel çözme girişimleri yakın tarihten ibret örneklerle ortaya konuluyor kitapta. Yurt ve yurttaşlık bilinci ulus bağrından uzaklaştırılıyor. Kerem Doksat’tan alıntılarsam: “Hiçbirimiz dünyaya Türk, Meksikalı, Sünni veya Katolik olarak gelmeyiz; bunlar bize öğretilen değerler, yani şartlı reflekslerdir. Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla SAYFA 20 14 TEMMUZ Y Her türlü kışkırtmayla Osmanlı devletinden koparılan değişik etnik gruplardan arta kalan Müslüman nüfusun bir ulus kavramına kavuşması ancak başa gelen felaketlerden sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülüp dağılmasından sonra mümkün olabildi. Ancak o zaman imparatorluk topraklarında geriye kalan halkın da bir millet kökeninin olduğu zihinlerde yer etmeye başladı. Bu halk imparatorluğun çekirdeğini oluşturan Türk halkıydı. Mustafa Kemal’in yurttaşları ve tüm insanlık için isteklerini nasıl formüle ettiğini de yazıyorsunuz. En çarpıcı yönleriyle bu formülün özetini ve Atatürk’ün demokrasi anlayışının farkını anlatın bize. Atatürkçülük akılcılık, bilimi rehber edinmek, insan sevgisi, ulus ve yurt sevgisi ve toplumun gönenci için çaba sarfetmek demek. Bütün bunları kendisine hedef olarak koyacak bir siyasetçi bundan böyle ortaya çıkıp da “efendim halk istedikten sonra elbette şunlar şunlar olacak” diyemez. Önce halkın sahip olduğu sosyal, ekonomik, kültürel, eğitimsel koşullara bakar. Önderimizin ardından popülizmden nasibini almış bütün siyasilerce, İktidarın, Ergenekon Davası’nı ayak bağı olarak gördüğü ulusalcılademokrasi adına takip rı bertaraf etmek için kullandığını söylüyor Mehmet Emin Kunt... 2011 “İMPARATORLUĞUN ÇEKİRDEĞİ TÜRK HALKIYDI” Batı dinin hegemonyasını reddedip başlattı uluslaşma sürecini kitabınızda irdelediğiniz gibi. “Türkler ise en sona kaldık bu konuda ve II. Meşrutiyet sıralarında ulusal benliklerimizle ilgilenmeye başladık” diye yazıyorsunuz. Laik Devletten Adım Adım Uzaklaşılması, Milli Değerlerimizin Aşındırılması, Devlette Devamlılık İlkesinin Yok Sayılması, Hukuk ve Yargı Üstünlüğünün Tanınmaması, Yurtta Huzur ve Asayiş Duygusunun Ortadan Kaldırılması, Milli Eğitimin Her Alanda Felç Edilmesi, Yolsuzluklar, Ekonomik Yıkımın Pekiştirilmesi, Sosyal Devlet İlkesinin Sadaka Anlayışıyla Yer Değiştirmesi, Çevre Tahribatı, Dış Politikada İşlerin Türkiye Aleyhine Geliştirilmesi, Bağımsızlığın Yok Edilmesi, Türkiye’yi Bölme Girişimlerine Çanak Tutulması, Kamu Yönetiminin (ille de yandaşlarca sürdürülmesi ısrarıyla) Beceriksiz ve Dingüder Ellere Teslimi, Milletvekili Dokunulmazlıklarının Sürdürülmesi, Basın Özgürlüğünün Ortadan Kaldırılması, Sanata Karşı Uygulamalar ve Çağdaş Hayata Karşı Tutum. Ergenekon kitapta nasıl yer alıyor, hangi aşamalarına vurgu yapılıyor? Bir de “Ergenekon’un dayanağı neden ulusalcılıktır” sorusunun yanıtını burada da dillendirelim. İktidarın, kendi gayri milli ümmetçi misyonunu gerçekleştirmede ayak bağı olarak gördüğü ulusalcıları bertaraf etmek için kullandığı bu dava, üç yıldan bugüne görülen yüzlerce duruşmaya karşılık, iddia makamının hiçbir savını ortaya koyduğunu sandığı binlerce delile karşın kanıtlayamadığı bir dava olarak şimdiden dünya tarihine geçti. Davanın ilk tutukluları, 2011 Haziranı’nda hapiste dört yılını doldurdu. Cumhuriyetimizin en karanlık dönemine damgasını vuran bu dava ileride; içeriği, ortaya çıkış biçimi ve toplumsal dokuda yaptığı tahribat ile anımsanacak. Ne yazık ki davanın gerçek özü ve diğer davalardan farkı, toplumun hatırı sayılır bir kısmınca yeterince anlaşılabilmiş değil. Bunda, iktidar ve gerici “cemaat” odaklarınca teslim alınmış ya da el değiştirtilmiş popüler basınyayın en büyük rolü oynadı. Adeta özel bir mercekle gözle görülür birtakım olguların bile yok sayılmasını elbirliğiyle başardılar. “ERGENEKON TOPLUMSAL TAHRİBATIYLA ANIMSANACAK” Hayli geniş yer ayrılan “Başından Sonuna İktidar İcraatları” bölümü hangi üst başlıklarla yer alıyor kitapta? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Aydınlıktan Karanlığa Türkiye Cumhuriyeti/ Mehmet Emin Kunt/ Pupa Yayınları/ 488 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1117
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle