25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Thomas Mann’dan ‘Zor Saat’ Delikanlılık çağı öyküleri Romanlarıyla ünlenen Thomas Mann, aynı zamanda önemli bir öykü yazarı. Kalem oynatmaya öyküyle başlayan Mann, ilk gençlik yıllarındaki hikâyelerinde yine gerçekçi biçemi ve ayrıntıları güçlü şekilde kullanışıyla dikkat çekiyor. Sami Türk’ün dilimize kazandırdığı Zor Saat, yazarın bu dönemde okurla buluşan öykülerinden örnekler sunuyor. Ë Ali BULUNMAZ “Yaşamak lazım; şayet eylem adamı olmaya karşı koyar, kendini en sessiz inzivaya çekersen, varoluşunun değişkenliği seni içeriden baskına uğratacak ve sen de karakterini bunlar içinde ispatlamaya çalışacaksın, ister kahraman ol ister deli.” “Alışkanlık, zaman duygusunun uykuya dalması ya da yorgun düşmesidir; hayatın, gençlik yıllarımızda geçmek bilmemesinin de sonradan gittikçe hızlanmasının da nedeni budur.” “İnsan yalnızca bir birey olarak kendi hayatını değil, aynı zamanda ayırdında olarak ya da olmayarak, çağının ve çağdaşlarının hayatını da yaşar.” Thomas Mann homas Mann, hiç kuşkusuz Alman (ve dünya) edebiyatının en büyük isimlerinin başında geliyor. Goethe’nin yapıtlarını hep başucuna koyan ve eserlerinde pek çok temaya yer vermekle beraber ağırlıklı olarak yozlaşan burjuvaziyi işleyen Mann, zaman ve psikanaliz gibi izleklerle de karşımıza çıkar. Büyülü Dağ, bunun en başta gelen örneklerinden biri. Burjuva geleneğini, Birinci Dünya Savaşı öncesi dünyanın durumuyla karşılaştırıp alaycı bir tavır takınarak eleştiren Mann, benzer bir temayı 1901’de yayımlanan Buddenbrooklar’da da işlemişti. Dünyanın ekonomik buhran girdabına girdiği 1929’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Mann’ın 1936’da Alman vatandaşlığından çıkarıldığını da belirtmeli. 1944’te ABD vatandaşlığına geçen yazar, İkinci Dünya Savaşı yıllarında sürgündeki Almanlar için Nazizm karşıtı radyo programları hazırladı ve Nasyonal Sosyalizm’in gelişiminin Almanya tarihinin bir sonucu olduğunu savundu. Bu anlamda, o günlerde Avrupa ve dünyada yaşananlardan esinlenerek kaleme aldığı yapıtlarının yanı sıra takındığı tavırla da yirminci yüzyılın önde gelen eylem adamlarından biri olduğunu kanıtladı. Mann’ın, Birinci Dünya Savaşı öncesinde okurla buluşan ve Visconti tarafından beyazperdeye uyarlanan Venedik’te Ölüm’ü, sanatçının girdiği darboğazı anlatır. Venedik’e seyahat eden yaSAYFA 6 14 TEMMUZ zar Ahsenbach’ın orada tanıştığı Polonyalı Tadzio’ya hayranlığının öyküsü olan yapıt, salgın hastalığın kenti sarmasıyla ölümü kabullenen yazarın iç dünyasını bize açar. Romancı olarak tanınan Mann’ın yazı serüveninde hatırı sayılır öneme sahip öyküleri de anmak gerekli. Bu nedenle filmi geriye sarıp yazarın Zor Saat adıyla yayımlanan toplu öykülerine göz atmalı. T “KAYITSIZLIK MUTLULUKTUR” (!) Kitaba alınan ve bazıları birçok yerde yayımlanan öyküler, Mann’ın deyim yerindeyse çıtır zamanlarına denk düşüyor. Daha çok gençliğinin etkisiyle akan deli kan göze çarpıyor. Tabii o zaman ne kadarına izin varsa ve en fazla ne kaOKURA SESLENEN DOST dar dillendirilebiliyorsa. Öykülerin kaleme alındığı döneme Sanatçının sıkıntısı ya da düşünürün (1800’lerin sonu, 1900’lerin başı) bakıyalnızlığı gibi ağır konuları ilk öykülelırsa, bugüne göre çok daha naif bir birinde kendi biçemiyle ele alan Mann, çimde ve aslında hep aranıp özlenen ifainsanoğlunun debelendiği dehlize girer; de biçimleriyle karşılaşıyoruz. Örneğin Hieronymus gibi kahramanlar yardı“beni seviyordun, şimdi ağlayabilmenin mıyla sesini duyurur: nedeni bu” diyen bir kahramanla yüzle“(…) Bir insanın hayvansı dürtülerişebiliyoruz. nin ahmak ve iyimser tezahürüyle yerÖte yandan Mann, yine bildiğimiz giyüzünde en yüksek şöhrete kavuşması bi; yazma serüveninde başarılı olacağını gibi saçma bir gerçeğin önünde aklım hissettiren ve gelecekte ülkesinin en duruveriyor! Güzellik… Nedir ki güzelönemli kalemlerinin başını çekeceğini lik? Güzellik neyle gün yüzüne çıkarılır muştulayan hayli oturaklı konulara, ilk ve neye etki eder? Bunu bilmek imkângençlik yıllarında değinmekten geri sızdır. Bir meselenin içyüzünü böylesine durmuyor. Kahramanlarının ağzından, görüp de onlardan dolayı tiksinti ve öfdünya ve insanın damarlarına giriyor: “Doğrusu hayat benim için yüce kelimelerden ibaretti, zira bunlar adına tek bildiğim, bu kelimelerin içimde meydana getirdiği korkunç ve hayalî sezgilerden başka bir şey değildi. İnsanlardan ilahî iyiliği ve tüyler ürperten şeytanlığı bekliyordum; hayattan hayranlık veren güzelliği ve korkunç olanı bekliyordum ve tüm bunlar için bir arzu dolduruyordu içimi; engin gerçekliğe, her nasıl olursa olsun tecrübeye, sarhoş edecek derecede azametli mutluluğa ve anlatılamaz, sezilemez korkunçluktaki acıya derin, kaygı dolu bir özlem (…) Istırabın sınırları var: Vücutta olanınki baygınlıkta, ruhta olanınki ahmaklıkta; mutluluğun durumu da farklı değil! Mann, yaşadığı dönemin tartışmasız en iyi gözlemcilerinden, bu İnsanın dertleşme ihtiyacı özelliği öykülerine de yansıyor. 2011 ise bu sınırların ötesinde yalan söyleyen sesler icat etmiş.” İyi kadın ve erkeklerin, iyi arkadaşların bizi buyur ettiği öykülerle birlikte, Mann’ın kimi karakterleri büyük buhranlarla kıvranıyor. Bunun nedeni bazen aşk acısı bazen sanatsal anlamdaki yaratım sıkıntısı. Kahramanların bu durumu, haliyle tüm hayatını etkiliyor; kimisi ölümü eşeliyor kimisi ayna karşısında yaşamı sorguluyor kimisi de neye, neden sahip olamadığını anlamaya uğraşıyor. Bütün bunlar da gerçek bir umursamayı gerektiriyor; “kayıtsızlık bir nevi mutluluk olacaktır” diyen kahramanın sözü, Mann’ın hikâyelerinde (ve hayatında) izlediği yolu doğruluyor. keyle dolmamak nasıl düşünülebilir? Arsız çocukların cahilliğini ve küstah düşüncesizleri, güzelliği yüceltip ona günahkârca saygı duyarak onaylamak, güçlendirmek ve güce kavuşturmak canicedir, zira bunlar ıstıraptan uzaktır, hele kurtuluştan daha da uzaktır (…) Bilgi diyorum size, dünyanın en derin cefasıdır ama bilgi, arındıran eziyeti olmaksızın hiçbir insanın şifa bulamayacağı Araf’tır (…) ‘Sanat’ diye bağırıyorlar; zevk, güzellik! Dünyayı güzellik zarfına koyup her şeye tarzın asaletini bahşedin! Kaybolun melunlar! Parıl parıl renklerle dünyanın sefaletini boyayıp örtebileceklerini mi düşünüyorlar? Dolgun lezzetin şenlik gürültüsüyle, eziyet çeken dünyanın inleme seslerini bastırabileceklerini mi sanıyorlar? Yanılıyorsunuz, utanmazlar! (…) Yalan söylüyorsunuz diyorum size, ben sanata küfretmiyorum! Sanat, akıl çelerek bedendeki hayatın güçlendirilmesini ve onaylanmasını tahrik eden, vicdansız bir aldatma değildir! Sanat, tüm korkunç derinliklere, varlığın utanç ve keder dolu tüm uçurumlarına merhametle ışıyan kutsal meşaledir; sanat, alev alıp tüm rezaleti ve eziyetiyle beraber kurtarıcı merhametinin içinde dağılsın diye dünyaya konan ilahî ateştir.” Majör tınılardan minöre dönen hikâyelerle okura yeni kapılar açan Mann’ın, tutkularına kapılıp giden âşıkların öyküsünü anlattığı satırlarda bir konser salonunun duvarlarına çarpan sesler bizi Tristan’ın yaşadıklarına götürüyor. Belki de “küçük bir mutluluk ürpertisi ve sarhoşluğu dokunur yüreğe, aralarında özlemin serserice dolaştığı o iki dünya kısa, aldatıcı bir yaklaşmayla birbirini bulduğu zaman” denerek seslenilen Barones Anna’nın gittiği yere… Mann’ın yardımıyla, masasında müsveddeler yığılı Jena’nın yanına da uğruyoruz. Sessiz ve loş evde, sözcüklerle dolmayı bekleyen öte yanda ise yazılı çizili istiflenen kâğıt tomarı arasında bocalayan Jena’nın durgunluğu. Onun çektiği acının kaynağını “hayatına büyük ve güzel isimler verebilme cesareti” oluşturuyor. “Tanrı olmanın kahraman olmaktan daha kolay gerçekleştiği” bir evren Jena’yı yoruyor. Mann’ın bir başka kahramanı Herr Aarenhold’un ise farklı bir derdi var; geçen zaman ve insan. Mann, Aarenhold’u konuşturuyor: “İnsan yaşlanıyor, peki, bunu değiştiremeyiz. Ama mesele, eşyanın insan için yaşlanmamasıdır, bir de insanın hiçbir şeye alışamaması (…) Hayatınızdan tat almak, gerçekten bilinçli, sanatkârane şekilde tat almak istiyorsanız, asla yeni şartlara alışmaya uğraşmayın. Alışmak ölümdür, ahmaklıktır. Yaşamaya alışmayın, hiçbir şeyin sıradanlaşmasına izin vermeyin, lüksün tatlılığı için çocukça bir zevki muhafaza edin.” Mann, yaşadığı dönemin tartışmasız en iyi gözlemcilerinden, bu özelliği öykülerine de yansıyor. Yarattığı karakterlerle hemen her kesimden (özellikle de ileride çokça eleştireceği burjuvaziden) insana dokunuyor. Zor Saat’te kendine yer bulan, ayrıntıları öne çıkarışı ve evrenselliği yakalayışıyla dikkat çeken öykülere ilişkin söylenmesi gereken bir başka şey, Mann’ın kahramanlar aracılığıyla bizi dinleyen ve çaktırmadan bize omuz veren ya da seslenen sıkı bir dost gibi davranması. alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr http://bulunmazali81.blogspot.com Zor Saat/ Thomas Mann/ Çeviren: Sami Türk/ Can Yayınları/ 392 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1117 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle