25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Wadad M. Cortas’tan ‘O Sevdiğim Dünya’ Deliren dünyada bir hümanist Wadad M. Cortas’ın O Sevdiğim Dünya adıyla yayımlanan anıları, Lübnan’ın yirminci yüzyıldaki durumunun ve Ortadoğu’da yaşananların can alıcı bir özeti gibi. Çocuk, genç, öğrenci, öğretmen, eş, anne ve büyükanne Wadad’ın hayatının anlatımı, oradaki pek çok insanın başına gelenlerin yazıya geçirilmiş hali. Kitaptaki her satır, bir hümanistin ülkesini ve insanını derinlemesine inceleyip düşündüğünün de kanıtı. Ë Ali BULUNMAZ “Hayatı geleceğe dönük yaşar, geriye dönerek anlarız.” Søren Kierkegaard “Anı yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.” André Gide imi kitapların kapağı çekicidir, insanı şöyle bir silkeler, ardından silkelenme sırası cüzdana gelir. Ama büyük bir iştahla alınan o kitap, sonra hayal kırıklığıyla ıskartaya çıkabilir. Kimi kitaplar yazarı için alınır, “o ne yazsa gider” düşüncesi ya da sabit fikri baskın çıkar; yazar kitabın önüne geçer. Bazı kitaplar daha ilk cümleden itibaren kıskıvrak “esir” alır okuru. Wadad M. Cortas’ın O Sevdiğim Dünya isimli kitabındakine benzer şekilde: “Bu benim hikâyem, bir Arap kadınının hikâyesi, kayıp bir dünyanın hikâyesi…” Wadad Beyrut doğumlu. Hani artık kabak tadı veren “Doğu’nun Paris’i” nitelemesi yapılan kent. İsrail bulaşmadan önce her şeyin yerli yerinde olduğu ama 1982’den 1990’ların ortasına kadar şirazesi kayan şehir. Bu şehir için öteden beri “Doğu’nun Paris’i” deyişi itici geldi bana. Çünkü Beyrut, her ne kadar Fransız etkisinde kalmış olsa da, Beyrut’tur, Parisselliği’yle anılmamalı. isyan bayrağı açıp bağımsızlık yürüyüşüne katılıyor. Öbür taraftan dünyaya hiçbir zaman Garbiyatçılık penceresinden bakmıyor, Şarkiyatçılar’a uzak duruyor. Eğitimli, entelektüel ve en önemlisi eşitlikten yana bir insan Wadad. Daha çocukluk günlerinde çevresini dikkatli gözlerle izleyişi, Birinci Dünya Savaşı’na dair “savaş yirminci yüzyılı Beyrut’a getirmişti” gibi naif bir sonuç çıkarmasını sağlıyor. Çocuk gözüyle babasına büyük hayranlık duyan Wadad’ın oyun alanı olarak seçtiği mekân babasının çalışma odası. Savaşı bir oyun gibi algılayan çocuk Wadad’ın aklında kalan, bölüşüm için topraklarına girmeye uğraşanların halkı tarafından “kurtarıcı” biçiminde görülmesi. Asıl oyun budur işte; Wadad yıllar sonra anlar: Özgürlüğün ne denli önemli ama bir o kadar da zor kazanıldığını kavrar. Yine o yıllarda gözlemlediği bir şey, Ortadoğu’nun şenlikli düğünlerinin yaşanan tüm acı olayları unutturmaya yettiği. Bir tuhaf çelişki; bugün bile izlerine rastladığımız bir gelenek. Sınırların neredeyse her yıl yeniden çizildiği 1920’lerdeki Ortadoğu’da Wadad, kimi gerçeklerin ayırdına ailesinin yardımıyla varmaya başlar; “kimsenin kendilerini kara kaşı kara gözü için sevmediğini” öğrenir. Üniversite yılları Wadad’da, kadınların özgürleşmesine yönelik ciddi fikirlerin filizlenmesini sağlar, elbette coğrafyasının da. Kendi kültürünün bir ülkeyi nasıl ileri taşıyacağını da o yıllarda duyumsar: “Sağgörü ve umut dünyasında, kendimize inanmayı ve bizi birleştiren insani bağlara saygı duymayı öğrenerek dört yıl geçirdik.” Wadad’ın kitabı, sınırları cetvelle çizilen Arap coğrafyasının karşısında, açıkgöz Batı’nın politikalarını da açık ediyor: Wadad, gezdiği her ülkede bunun engellenemeyişine tanık oluyor. İnsanların, kaybedilenlerin geri alınacağına dair bir umudu var ama yalnızca dile pelesenk olmuş bir umuttur bu. Tüm o olgunluk içinde gezilerine Yeni ve Eski Dünya’yı da sıkıştırır. Büyük Bunalım’ın kıskacındaki ve ikinci büyük savaş öncesi sessiz ama bir o kadar da içten içe kaynayan Avrupa’yı keşfeder. Wadad’ın Amerika ve Avrupa seyahati sırasında Lübnan’daki Fransız mandası gücünü arttırır, adeta tekelleşir. Başta insanlar olmak üzere hemen her şey Fransızlaşmaya başlar. Bu yüzden 1930’ların ortalarında Wadad’ın zihninde bir soru vardır: “Kendi halkımla uzlaşmak için ne kadar ödün vermem gerekiyor?” “BAŞARISIZ KUŞAĞIN” BİR TEMSİLCİSİ Kitaptan çıkan bir sonuç da yaşlı kıta Avrupa’da kanlı çarpışmalar sürerken savaştan görce uzak kalan Lübnan’da, halkın ve ülkenin yeniden yapılanmasına dönük kimi hareketlerin baş göstermesi. Fransız mandasının çatırdamaya yüz tutması, eğitim ve kültür alanında Lübnan’ın kendi köklerine dönme gayreti bunlardan sadece birkaçı. Tabii Wadad’ın kişisel tarihinde 1940’lar önemli yere sahip, çünkü o yıl Emile’le evleniyor. Hayat arkadaşıyla beraber, hem kendi yaşamında hem de ülkesinde yeni bir dönem başlıyor. O yıllarda terör kavramı, Lübnan ve kardeş Filistin için sıkça gündeme gelecektir: Bombalamalar, köy baskınları ve suikastlar hayatın bir parçasıdır artık. Wadad’a göre ekonomik, kültürel ve siyasal planların günlük hayattaki acı bir karşılığıdır terör. Aynı şekilde Siyonizm de. 1940’ların sonundan 1960’ların ortalarına kadar anlattığı bölümde dikkati çeken şey K “KENDİ HALKIMLA UZLAŞMAK İÇİN NE KADAR ÖDÜN VERMEM GEREKİYOR?” Kitabı yalnızca bir kente bağlarsak yanlış olur. Wadad’ın anıları “her insan bir kitaptır” deyişini doğruluyor. Onun anlatımından önce, Mariam Cortas Said bir çerçeve çiziyor; adeta annesinin fotoğrafını taşıyan kişi konumunda en önde yürüyor. Annesine en yakınlardan biri olarak önemli belirlemelerde bulunuyor: “Annemi birçok açıdan, dünyanın bütün yüklerini sırtında taşıyan bir on dokuzuncu yüzyıl sosyalistine benzetiyorum. Hayattaki görevinin sürekli olarak herkes adına adalet, insan hakları ve eşitlik için mücadele etmek olduğuna inanıyordu.” İşte belki tam da bu yüzden, 1941’de De Gaulle öncülüğünde Lübnan’ı İngiltere’yle beraber işgal eden Fransa’ya SAYFA 8 göç, sürgün, savaş ve çocukların gözünden coğrafyanın durumu. Hem eğitimci hem de gözlemci olarak bize seslenen Wadad, farklı ülkelerden gelip Lübnan’a sığınan ailelerin yaşadığı hayatı resmediyor. Bir yanda krallar ve işbirliğine giriştikleri Batı, öte yanda Siyonistler, öbür yanda ise topraklarında yabancı kılınan halk; Wadad bunların hepsini kendi gözlem süzgecinden geçirerek not etmiş. Oğlunun o yıllarda sorduğu “Savaş çıkarsa kim yanımızda, kim karşımızda olacak?” sorusu hayli ilginç. BM ve NATO neredeyse herkesin gözünü boyamış o dönemde. Wadad, oğlunun gerçeği pek çok insandan daha iyi ayırt ettiğinin farkında. Wadad’ın toprağında savaş sadece karşılık vermek anlamına gelmiyor. Cephede saf tutmak aynı zamanda kültürünü savunmak; elden gideni geri almaya çabalamak da demek. Kısacası tarihsel bir özelliği var. Onca entrikanın ve adaletsizliğin arasında Wadad bir Arap atasözünü hatırlatıyor: “Bir savunucusu olduğu sürece hiçbir hak kaybedilmez.” Bunun, o yıllarda halkına güç vermesini umuyor. Fakat altını çizdiği bir gerçek de var: “İktidar adaletten daha önemli, şiddet akıldan daha etkiliydi. Liderlerimiz iktidarı da aklı da kullanmayı becerememişti, gençlerimiz ise öfke içindeydi.” Wadad Ortadoğu’da 1967’yi böyle anlatıyor. O yıla dair bir küçük not daha: “Vietnam Savaşı tam gaz devam ediyordu. Vietnam kurtuluş kuvvetleri en modern askeri donanıma karşı savaşıyordu. Ülkeleri için savaşırken acılara, açlığa ve felakete katlanıyorlardı. ‘Biz neden yapamıyoruz?’ diye soruyordu gençlerimiz. Gençlerimiz her şeye ve herkese öfkeliydi. Bizim mülayimliğimiz onların gözünde zayıflıktı. Başarısız bir kuşaktık. Batı’ya güvenerek başarısızlığa uğramamış mıydık?” Filistin’le tutuşulan savaş ise Wadad ve yakınları için büyük bir darbedir. Nereden baksanız iki halkı birbirine düşürenlerin yönettiği ve onlar adına karar vermeye yöneldiği bir savaştı bu. Wadad, çocukların çatışmaları, kapandıkları “küçük pencereden dikizlediğini” söylüyor: “Çocuklar her türlü silahın adını öğrendi, hayatta ölümden daha ilginç şeyler olduğunu da unuttu.” Wadad, yalnızca yaşadığı, hayat kurduğu ve yakından tanıdığı coğrafyayı yorumlamıyor; dünyaya ilişkin fikir ve belirlemelerini de sıralıyor: “Altmış yılı aşkın bir süre içinde dünya delirdi. Dürüstler ya da cesurlar değil, güçlüler dünyanın efendisi oldu. Zira yaşadığım sürece güçlü insanların öldürüldüğüne ve imha ettiğine ya da insanları bununla tehdit ettiğine, bilimi de bu amaç için saptırdığına tanık oldum. Kendi kaprisleri ve açgözlülüklerini tatmin etmek için Ortadoğu’yu parçaladılar ve harekete geçirdikleri mekanizmanın kaçınılmaz bir şekilde dağılıp gitmesini seyrettiler.” Wadad’dan gelecek için birkaç soru, miras niyetine: “Bütün bunları hak ediyor muyuz? Bizim kuşağımız insanları birbirine yaklaştırmayı başaramadı. Yeni kuşak bizden daha akıllı çıkar mı?” Yeni kuşak daha akıllı mı, bilinmez ama geçmişin hatalarından tam anlamıyla ders alınıp alınmadığı şüpheli. Wadad’ın anıları bir yol açıyor; en azından geçmişin Lübnan’ı ile yirminci yüzyılın yarısında gelinen nokta ve bugünkü için. O Sevdiğim Dünya, yalnızca bir Arap kadınının yaşadığı çağın tanıklığını sırtlanışını yansıtmıyor, aynı zamanda hayatını geçirdiği topraklara, insanlarına ve dünyaya ilişkin güçlü analizler de içeriyor. Wadad’ın bunu yapmasını sağlayanın da içinde hiç sönmeyen hümanizm ışığı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. bulunmazali@hotmail.com http://bulunmazali81.blogspot.com O Sevdiğim Dünya/ Wadad M. Cortas/ Çeviren: Gamze Varım/ Metis Yayınları/ 232 s. Kızı Mariam ile (üstte). Yanda Wadad çocuklarıyla birlikte. Mariam piyano çalıyor. Arkada , soldan sağa: Remzi ve Nedim ve Sami. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1091
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle