Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA sine Âşık‘ta ince duyarlılıklarla örüyor öykülerini. Bombalanan Felluce’deki bir annenin acısıyla bütünleşirken, Vartanuş’un sardunyalarını suluyor sevgiyle. İnce ayrıntılarla zenginleşen öykü dünyasında acılı ama yenik düşmemiş kişilerine sevecenlikle, anlayışla yaklaşıyor. Sıradan insanların hayatlarındaki trajik anları daha da etkileyici kılan yalın bir dille anlatıyor. Okuru, İstanbul’un sokaklarından Smolyan’a, Paris’e doğru bir yolculuğa sürüklüyor. Yazarın geçmişiyle yüzleştiği bu içsel yolculuk. Okyay’la kitabı üzerine söyleştik. Hayat, geçmiş, an, anı, şimdi, kaydetmek, tutanak, şiir, özne, gerçeklik, ödül, politika, aşk, devrim, özlem, arzu… Metin Cengiz’i en iyi tanımlayan sözcükler bunlar. 2010 Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü kazanması da şiirinin ne denli önemli olduğunu gösteriyor bize. Cengiz’le şiiri ve şiir üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Şair Haydar Ergülen’in genişletilmiş baskısıyla yayımlanan ‘Zarf’ adlı kitabı raflarda. Kitabında eşi İdil’den Engin Turgut’a, TurgutTomris Uyar’a; babası Kel Hasan Usta’dan Gül Anne’sine; 17 Ağustos’ta yitirdiklerimizden 35 Sivas Şehidi’ne dek birçok adrese uğruyor mektupşiirleri Ergülen’in. Öte yandan Haydar Ergülen şiirini derinlemesine inceleyen iki kitap da okurlarla buluştu; Sıddık Akbayır imzalı ‘Şiir Adımlı Bir YolcuHaydar Ergülen’ ve Yusuf Alper imzalı ‘Psikodinamik Açıdan Haydar Ergülen ve Şiiri (Ateşli Bir Hastalık)’. Ergülen’le bu kitaplar ve bağlamında ömrüne yayılan şiirini konuştuk. Bol kitaplı günler... Leyla Ruhan Okyay, ‘Çile P eaubourg, Lucian Freud’u ağırlıyor “Atölye” sergisiyle. Ressam üzerine görüşlerim yeni çıkan Noksan’da kayıtlı: Kapıldığım mıknatısına, annesini kuşattığı tablo dizisi etrafında konaklıyorum başka bir defterde: Dağılarak demeyelim, dağıtarak kaleme alınan bir tutku hikâyesi. ervasız Pertavsız ENİS BATUR Düş Sergileri B “Atölye” sergisi, yaklaşık on beş yıllık bir zaman dilimine yayılan son dönem ürünler arasından seçilerek oluşturulmuş. Duvarların içine kapanmış, pencerelerinden dışarıya açılmış, bahçesine çıkmış, o kadarıyla sınırlı tutmuş dış dünyaya bakışını: “O kadarıyla”, belki de her şeyi karşılıyor ayrıca: Hayat ve Ölüm, İnsan ve Doğa, Fizik ve Metafizik, Zaman ve Mekân. Büyük seferlere, serüven kalkışımlarına, toplumsal didişmelere gerek bırakmayan bir “her şey” buradaki. Ressamı eriştiği ustalıktan, teknik üstünlüklerinden, meslekiçi hesaplaşmalarından soyutlamak olanaksız, getirip önümüze koyduğu bir arabütünlüğe bakarken: Her köşesinden eşit gücüyle ulaşıyor bakan göze onlar. Milyonlarca fırça darbesine dayanan ayrışmaz kütle, Zanaat ile Sanat’ın ortasında görünmezleşmiş bir köprüde gerçekleşmiş. Bütün bunlar, içinde yaşadığımız dünyaya içinde yaşadığı dünyayı nakşetmek için. İnsansız tablolarda bile ressam arkadaki varlığını, duruşunu sezdiriyor, öylesine merkezi bir figür bu. Çoğu zaman çırılçıplak olduklarından değil: Freud’da İnsan her hâlükârda çıplak, en giyimli halindeyken de. Buradaki çıplaklığın asıl gücü, tablonun karşısına geçenleri soyma yeteneğinden kaynaklanıyor: Baksın da, gövdesini sarmalayan bütün bez parçalarından o an sıyrılmasın şaşarım. Ressamın güzergâhını belirliyor benim gözümde soyma, kişiyi kendisine doğru arındırma ısrarı. Model, bundandır, giyimli olduğunda bile çıplak duruyor duygusu uyandırıyor, tablodan tabloya geçerken. Genellikle içeride, kapalı mekânda ağırlanıyor: Dört duvar arasında sıkışmış, hayatın ortasında sıkışıp kaldığı gibi; çoğu zaman ağır gelen gövdesini, taşıdığı her tür yükle, bir noktaya bırakmış: Darmadağın bir döşeğe, yorgun bir koltuğa, sık sık yere. Sanki toprağın çağrısını almış. Lucian Freud’un seçtiği gövdelerin tümünde hissedilen bir özellik: Kalıbın bırakılıverilmesi. Pek az diri örneğe rastlıyoruz o insan galerisinde, yaşadıklarından nedenli nedensiz takatsızlar. Modernlerle keşfedilen et metafiziğinin uçlarından birine ulaşıyoruz burada: Bellmer’in “bebek”lerinden başlayan bir çizgi, I. Dünya Savaşı karabasanı sonrasından (Grozs’un ve Dix’in resimlerinden, Schiele’den, Benn’in Morg şiirlerinden) hızını alarak, ama asıl Auschwitz’in açtığı kapıdan geçerek kalınlaşıyor bu kavşakta. Bacon’la komşulukları ortada. Yakınlar da, uzaklar: İrlandalıda gövde gerilir, örselenir, ünler, sonsuz bir hareketin içindedir, durma kıvranır. Freud’un insan gövdeleri sabit bir acı barındırıyor bana kalırsa: Başlarına bir şeyler geldiğinden değil, yalnızca varoldukları, Zaman’ın ortasından ağır ağır geçtikleri için doğal bir ağrıya teslim olmuş gibiler. Büyükbabanın torun üstündeki etki payı herhalde epey mürekkep akıtmıştır, bu konuda tek satır okumadım, doğrusu ya hiç ilgimi çekmedi yazılanlar. (Bu arada Daniel Klébaner’in kitabına rastladım Beaubourg kitapçısında, yazarından dolayı edinebilirim). Lucian Freud’un, sergi vesilesiyle yayımlanan bir metni ve söyleşi DVD’si bile aklımı çelmedi araya başkasının girmesini istemediğiniz yapıtlar olur, burada öyle işte. Gene de merakımı bir ölçüde kışkırtıyor torunun düşünceleri, duyguları: Köprüler atılmışsa, hangileri? Ama ressam, ruhdeşenden fazlasını verebilir de. * Beauourg’daki bir başka sergi, geniş alan ayrılan “Dreamlands”di. Kent ve yapı ütopyalarına eksenli bir gaya scienza çalışması. Nasıl bakıldığına bağlı tabiî: Bir düşgücü kısırlığı belgeseli de denilebilir, bir karabasanlı sıkışma da. Geleceğin kenti, yapı politikaları ve estetiği yalnızca tasarım sorunu olarak görülemez bir kere: Siyasal güç, ama merkezden doğrudan, ama yerel yönetim düzleminde işin içine olanca çiğliğiyle girmiştir her vakit, “bilirkişi”ler çiğnenmiştir. Öte yandan, büsbütün tasarımcıya bırakılacak olsa ortaya ne ucubeler çıkabileceğini kanıtlıyor “Dreamlands”: Ütopyayı biçimsel zeminden öteye taşıyamıyor çoğu mimar ve kent ‘planlamacı’sı. Gelecek, bugünkü felaketin geliştirilmiş versiyonu ya da içeriğinden yoksun bir formel imge olarak kaldığında ne kazanılıyor? Altın örnek, benim gözümde, Fourier’dir. Tepeden tırnağa dönüştürülmüş toplum modeli, yaşama düzeni, insan ilişkileri: Ancak, phalanstère türü bir yeni, yepyeni parametreden yola çıkılırsa bunun karşılığı formlara varılabilir. Sergide, ibretlik Dubai deneyiminin süreç fotoğrafları, içler acısı bir kalkışımın ürperti veren görünümünü sunduğu için etkileyici geldi bana. Amerikan düşleri alabildiğine kısırdı. Niemeyer ve Le Corbusier, ama öneri ama uygulama, yoktular nedense. Tek kayda değer düş çalışması Ettore Sottsass ve arkadaşlarının 1970’ler yapımı “Gelecek Kent” çizimleriydi. Mimarlar çok çalıştılar, iyi çalıştılar, yüz yıldır. Gerçekleştirebildikleri önemli yapıların ezici çoğunluğunu çıplak gözle göremedim; görebildiklerim (Loos, Mies van der Rohe, Le Corbusier’den Hollein, Bofill, Nouvel’e) o cümleyi kurmama yetiyor. Dev bir kütüphane oluştu bu süre içinde, kimi örnekleri edindim, kimileriyle göz tanışıklığı yaşadım. Belgesel filimler üç boyutlu tanışıklık açısından yararlı oldu. Sonuçta, içinden, daha doğrusu son diliminden geçtiğim bir çağın yapı felsefesine iyikötü aşinâ sayılabileceğime inanıyorum amatör düzlemde. Otuzbeş yıldır masamda varlığını koruyan “Mimarın DüşüKulübe”, hep farkında seyretmemi sağladı. Yapı düşçülerinin kent düşçülerinden üstün olduklarını düşünüyorum. Mimar bir biçimde direnebilmiştir, kolay olmasa bile. Kent planlamacısı, ringe eli kolu bağlı çıkan bir boksörle karşılaştırılabilir: Kimsenin, hiçbirine “gel, dilediğin gibi yap” demesi sözkonusu olmamıştır. İmparatorlara (Petro), prenslere (Ludwig), diktatörlere (HitlerSpeer) tanınan bir haktır bu. Ondandır yok aslında: Düş diyarları. Lucian Freud’un seçtiği gövdelerin tümünde hissedilen özellik, kalıbın bırakılıverilmesi. Pek az diri örneğe rastlıyoruz o insan galerisinde, yaşadıklarından nedenli nedensiz takatsızlar. TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Turhan Günay Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL. Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya/ Reklam Müdürü: Petek Öztürk Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74 Yerel süreli yayın Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1091 SAYFA 3