Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Metin Cengiz’le şiir, şair ve şiirlerine dair ‘Şiir hakikati kazıp çıkarmakla mümkün’ Hayat, geçmiş, an, anı, şimdi, kaydetmek, tutanak, şiir, özne, gerçeklik, ödül, politika, aşk, devrim, özlem, arzu… Metin Cengiz‘i en iyi tanımlayan sözcükler bunlar. 2010 Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü kazanması da şiirinin ne denli önemli olduğunu gösteriyor bize. Cengiz’le şiiri ve şiir üzerine konuştuk. Ë Yavuz ÖZDEM etin Cengiz benim şiir dahil en az 20 yıllık dostum. Sanırım Zehirinde Açan Zambak’ta (1991) yakalamıştım onu. Şimdi 2010. Sonsuzluk Çiseler Durgun Sularda (Bütün Şiirleri 1) ve Dünyaya Katkımız Bir Ebru Vurgusu (Bütün Şiirleri 2) adlı iki ciltlik kitabıyla 2010 Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü ona verildi. Bu ödülün ilk kitaptan son kitaba bütün şiirlerini kapsaması ve dolayısıyla bütün şiirlerinin ödüllendirilmiş olması beni ayrıca sevindirdi. Ödülden ötürü bir kez daha kutlayıp sözü ona vereyim… Sağ ol Yavuz. Ama bu tür kişiselliklerin melankoliyi söze dahil ettiği durumlarda söz hep ağırlıklı biçimde kendine kıvrılır. Kıvrılıp duran söz şişip laçkalaşır. En iyisi ki senin de amacın bu biliyorum bakışlarımızı şiire doğru çevirmek. Orada başlangıç için gerekli olan her şeyi bulabiliriz. Hayat şiirde deneyimlediğimizin dışında bir zenginlik kazanıyorsa, bu oradaki göz kamaştırıcı ışıktan dolayıdır. Şiirdir ki insanı gerçekliğe baktığı dünya görüşünden ve dahası ideolojiden azade kılar. İnsan orada çırılçıplak kendisiyle karşılaşır. Kendi sessizliğinde kendini tanıma olanağı verir söz ve imge. Özne yuvarlandığı boşluktan silindiği topluma çıkar. Ya ödül? Ot ve rüzgâr ilişkisi burada yoğunluğuna yaşanır. Ot bazen kaldıramaz olsa da rüzgârın keyfini en iyi ot çıkarır. Buradan nereye geleceğim? Aslında anlattığım dostlukşiirşairhayatşair özneve nihayet ödül ilişkisi üzerine ve hepsini kapsar. Okuma bu sıraya göre yapılırsa anlam kendini salınıma bırakmaz. “EFENDİLER TOPLUMSAL OLANA KENDİ ZEVK VE SEFALARINI PERÇİNLEMEK İÇİN BAŞVURUR” M Açan Zambak) içinde bulunduğum koşulları anlatıyorum. İşkence gören bir bireyin, içeride olan, bir insanın çektiği sıkıntılar (“Bir Başka Dünya”, “Şiir Yaşar”, “İnsan Yalnız ve Sonsuzdur”), varoluşuyla ilgili duyduğu kaygılar (“Suda Narlaşan”, “Aşk Tükeniyor”, Keder Vakti”, “Anason Kokusu”, “Gece”, “Mektup”, “Amaç”, “Pastoral Müzik”, “Zaman”, “Günlük”, vb…) ve aynı bireyin özlemleri, arzuları, tanıklıkları yer alıyor (geriye kalan birçok şiir). Yaşanan, güncel olan benim yaşadığım üzerinden şiirlerimin içine izlerini incelterek girdi. Ölüme layık olanların şiirini yazdım, diyeyim. Toplumsal olanı bir de bu gözle, kendi üzerimden, kendi yaşadıklarım dolayımında gördüm ki Nietzsche’yi anımsamamak mümkün değil. Efendiler toplumsal olana kendi zevk ve sefalarını perçinlemek için başvurur. Biz ise yoksulların, mağdurların, muhtaçların tinsel birliği anlamında ve ben hep bu anlamda gördüm toplumsal olanı, zira yapımıza da içkindir. Bu arada bütün kitaplarında görülen temel demeyeyim ama görünür bir özellik kayıt altına alma. Yaşadığın, tanık olduğun ve yaşamış olduğun her şeyi. Zamanımıza damgasını vuran özellikler, senin yaşantıyı deneyimlediğin an, her şeyiyle, bugünü ve geçmişiyle giriyor şiire ve aynı zamanda bir hesaplaşmaya da (bu tür dünün anılama yöntemiyle anlatıldığı şiirler de var) dönüşüyor, İpek’A, Şarkılar Kitabı, Gençlik Çağı’ndan örnek verirsek: “Sonbaharda Tek Renk Sara”, “Saatler, Günler”, “Sevdası Çiçek Bozuğu”, “Kirli ve Sıcak”, “Siyah Metin Cengiz’in son iki şiir kitabı daha çok bugün, şu anda yaşadıklarından çıkan şiirler. her şeyi kayıt altına alma.” Zamanımızın özellikleri sizin yaşantıyı deneyim edindiğiniz an giriyor şiire” değerlendirmesi. Bunlar tarihi hem kayıt altına almayı hem de onun bir gerçeklik olarak nasıl yaşandığının gösterilmesi gibi önemli özellikler kazandırıyor şiirime ve bu her iki tavır dayatılanın kabul edilmemesi noktasında şiirleşiyor. Nasıl olması gerektiği düşüncesinden değil, dayatılanın kabul edilmemesi noktasından yazıyorum yani. Burada bireysel olan dolayımında toplumsal, dünyasal vb. olan dile geliyor demektir bu. Eğer ben devlet karşısında hakkım olan daha insancıl bulduğum bir başka yaşantıyı istediğimde baskı ve işkence görüyorsam, yaşadıklarımı dün yaşananlarla tarihe insanlık notu olarak düşmeliyim. İnsanı baskı altına alan, insanda varoluşsal sorunlara yol açan en temel etken (amil) devlet ve toplumdur. Bunları şiirin olanaklarıyla sorgularken karşı çıkma durumuna gelmemek de olanaksız sanırım. Bir de (fazladan) şunu söylemek isterim. Ben tarihçi gibi olup bitmiş olayları değil, olabilecek olanları kendi şu anda yaşadıklarımdan yola koyularak anlatmaya çalışıyorum. Daha genel olanı, zorunlu olarak. Zaten şiir de ne denli tikel olsa da genel olan bağlamında, bu koşullarda, gerçekleşir. “HAYAT BULANIK ARTIK” Dediklerine katılıyorum. Doğru, yirmi yıllık dostluk şahsi bir şey ama şiiri ilgilendiren yönüne, senin bizzat deneyimlediğin hayatın şiirleşmesine tanık oldum. Evet. İlk şiirlerimde (Bir Tufan Sonrası, Büyük Sevişme ve Zehirinde SAYFA 10 Masklar”, “Alkol, Jilet, İp”, “Taş Yontucuları”, “Yaz Ayrılığı”, “Tutku”, “Gün Olur”, “Şarabi Hayat”, “Gövdem Toprağa Dua”, “Sabotajlara İmza”, “Son Sürgün”, “Tutku”, “Günümüze Ağıt”, “Yaz, Her Büyüyü Yapabilir”, “Ömrüm Yanlış Hamlet”, “Puslu Bir Dağ”, “Burada, Gururlu Dağlarda Hayat”, “Bitmeli” bu tür şiirler. Bu soruya yanıtı Ahmet Oktay’ın ağzından vermek isterim. Şöyle diyor “Aklımızda Hâlâ O Yangın Yeri” (Birgün Pazar Eki, 20 Ağustos 2006) adlı yazısında: “Metin Cengiz, o gün bugündür, mevcut telekentin muhalifi bir birey olarak, yaşanılan baskı günlerinin anısını toplumsal bilinçaltında da canlı tutmak, yaşanan zamanın medyatikhedonistik içeriğine tarihsellik ve sınıfsallık kazandırabilmek için çalışıp duruyor. Radikal geçmiş karşısında gösterilen unutkanlığa, bu toplumsal anamnesise imgesel ve düşlemsel düzlemde karşı çıkmayı istiyor.” Kayıt altına alma ancak bu amaçlarla. Yalnız, bu değil elbette. Yaşam devam ediyorsa şimdiki anla iç içe verilmeli. Dün bugünle anlamlı bir biçimde buluşuyorsa, anımsatmak gerek. Yoksa birileri o yaşananları kendi çıkarları için yontabilir. En çok da politik arenada bu tehlike görülebilir, nitekim görülüyor da. Her yazılan şiir hangi zaman kipiyle ve hangi poetik anlayışla yazılırsa yazılsın bir tür tarih yazımıdır. Tarihe kayıt düşeriz ya da tarihin dışına düşeriz. Yani zaman adlandırır gider. İşte geçmiş (anılama, kayıt altına alma) ve şimdiki zaman (yaşantının deneyimlenme anı ile şair özneyi şiire iten sıkıntıları, varoluşsal sorunları dile getirme) kiplerinin iç içe girmesi. Ya da sizin dediğiniz biçimde söylersek “Yaşadığınız, tanık olduğunuz ve yaşamış olduğunuz Kendini bazen ötekileştirip (“Siyah Beyaz”, Şarkılar Kitabı), bazen de bir başkası yerine koyup, oradan söz aldığın şiirlerin var. Daha önceki şiirlerde zaman zaman görsek de “Meseller” adlı bölümdeki şiirler tamamen böyle. Ne diyeceksin bu konuda? Ötekileştirmek. Hepimiz birine göre öteki değil miyiz ve ne kadar ötekimiz var değil mi? Kürt, Alevi, Yezit, Ermeni, Rum, Laz, Çingene, Terekeme, Yahudi, Zaza, Tahtacı, Dinci, Komünist, Solcu, Anarşist, Tarikatçi… Neyse. Şiire gelelim. Sevgili Yavuz, bence şiirde en önemli olan şey, derdimizi dile getirebileceğimiz söyleme tarzını şiirsel söylem içinde gerçekleştirebilmek. Gerisi lafü güzaf. Bir ön kabul olarak önceden sizin dikte ettiğiniz, ya da insan için tasavvur edilmiş bir cennet düşüncesinden bugüne bakıp yazıyorsanız o zaman hem geçmişi hem de bugünü doğru göremezsiniz. Bir dünya görüşü ya da ideolojiden (dinler, izmler vb.) değil de tamamen yaşantının kendisinden yola çıkmalıyız. Ben şöyle bir şiir yazayım dediğiniz zaman, yani felsefi, ontolojik vb. yazılan bir şiir değil bir iletinin parçası oluyor ne yazık ki. Yani baktığınız kurguya göre gerçekliği heba etmek denir buna. Yani her şey bir kurgu. Kendini zorlayıp ille de şimdiki zaman içinden, deneyimlenen zaman içinden yani, yazmaya kalkışmak da bir kurgu. Bu da bir süre sonra bir dünya görüşüne dönüşüyor çünkü. Bu bahsi kapatıp “Meseller”in diline gelirsek… Evet, “Meseller” kendimle konuşmalar. Sanki bir başkasıyla konuşurmuş gibi deneyimlediğim ya da deneyimlediğim yaşantıyı nasıl şiirleştiririm diye düşünerek yazdığımda bu biçem (üslup, söyleyiş) ortaya çıktı. Sözün burasında şiirde deneyimden aslında bunları anladığımı da söyleyeyim ve yeni olana giden yolun sonsuz olduğunu belirte¥ yim. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1091