28 Mart 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yüksel Pazarkaya’dan ‘Takvim Öyküleri’ Yüksek sesle okunacak öyküler İlk kez dört kitap halinde derlenerek yayınlanan Güz Öyküleri, Kış Öyküleri, Bahar Öyküleri, Yaz Öyküleri ile bu türü, Batı’daki örneklerinden bağımsız, özgün olarak deneyen takvim öyküleri sunuluyor. Öykü yanında anı, deneme, günce, betim, söylence türlerini çağrıştıran metinlerin de yer aldığı, kısaca anlatıyı bütün olarak kucaklamayı amaçlayan çağdaş yazılar. Yüksel Pazarkaya ile Takvim Öyküleri çerçevesinde mevsimlerin ilham verdiği duyguların yazınında bulduğu karşılıkları konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR arklı bir deneme, ayın her günü için ayrı öykü ya da anlatılar... Çeşitli türleri içine çeken harman bir biçem, farklı bir pratik. Yazarın yaratıda çizdiği farklı bir patika ya da izlekte ne gibi etkileri veya teşviki oldu ve Batı’daki örneklerinden farkları neydi? Bu denemeye girişmemin nedenlerinden biri, bir yıl süren bir yörünge üzerinde, bireyin toplumla ve dünyayla hemhalleşmesini çeşitli yön ve boyutlarıyla işleme amacı. Uzam ve sürem, dönencelere göre çeşitlenerek, bireyin diğer bireylerle, toplumla ve dünya halleriyle ilişkisi ve iletişimi yanı sıra, iç dünyasıyla, iç kişiliklerle, insanın iç manzaralarıyla da bir ilişki ve iletişim bu Takvim Öyküleri’nin tasarımını oluşturur. Takvim öyküleri dört kitapta, 365 kısa öykü ya da anlatı içeriyor. Dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin her günü hem öznel hem de nesnel farklılıklar gösterir. Dolayısıyla bu 365 kısa öykü ya da anlatı da, düzyazının biçim, kurgu, dil ve deyiş açısından çeşitlemeleridir. Bu çalışmanın bir de oyun niteliği var. Aile içinde, eş dost ve arkadaşlar arasında, edebiyat çalışmaları, okumaları yapan kümeler içinde, giderek okul sınıflarındaki okuma ve edebiyat derslerinde, herkes kendisi için önemli bir günü açıp oradaki öyküyü ya da anlatıyı yüksek sesle okuyabilir. Yüksek sesle okumak, takvim öykülerinin hem dil kurgusunu daha iyi ortaya çıkarır hem de toplumsal niteliğine uyar. Bir yazınsal alttür olarak takvim öyküleri bizde şimdiye dek yoktu. Bu dört kitap bir ilk. Aydınlanmayla birlikte, takvim ortamından bağımsız olarak, örneğin Johann Peter Hebel (17601826), yazınsal bir alttür, öykünün bir çeşitlemesi olarak geliştirmiş, yine günlük yaşantılardan ve insan ilişkilerinden hareketle kotarılırken, yazının dokusu da daha derinleşmiştir. Batı edebiyatlarında yılın her gününe bir anlatıyı gerektirmiyor takvim öyküsü. İkincisi, bu yazıların örgüsü ve kurgusu, yalnızca kısa öykü türüne yönelik değil, yaşantının ve ilişkilerin iç ve dış, öznel ve nesnel görünümlerine ve çerçevesine göre, yer yer anlatı çeşitlemeleri, denemesel, öyküsel, betimsel, güncesel, söylencesel, söylenisel, masalsı v.b. anlatılar olarak değişir. Kitaplarımda anlatı çeşitlemeleri yanı sıra geniş dünya mekânında insana odaklanma söz konusudur. “HOŞNUTLUK DÜĞMESİ...” Güz Öyküleri’nde daha temkinli bireyler, çılgınken bile! Gözleri kara değil, sonradan hayıflansalar da buna. Ayrılıklar, göçler, aileye, sevgiliye hasretlik. Fikri sabit ideolojilere hani yan bir bakış. Emek mücadelesinin insan gündemindeki kalıcı yeri. Göçmen emeğinin bedelleri. DuSAYFA 4 F yumsamalar, sorgulamalar, itiraflar, sanat. Sonra, aşk, aşkın sonbahar halleri, ılık rüzgârlar, ayrılmalar, kavuşmalar, demirbaş hüzünler, yaşamın güzdönümü kavşakları. İşte “Hacıyatmaz”, işte “Evsiz Barksız”, işte “Sonbaharda Aşk”, işte “Mehmet Fehmi Ağa”. Ne güzel sıraladınız izlekleri, duygu ve düşünce iletilerini. Sonbahar, özellikle eylül, yazının, ama yazından önce yaşamın ikilemli, eytişimli dönemi, mevsimi. Eylül hüznün diğer adı. Ayrılıkların, özlemlerin, dönüşümlerin havası egemen. Ekim farklı; güz güneşiyle yunup durulanan günler. Pastırma yazı günleri ve özellikle ormanlı bölgelerde Güz Öyküleri anlatılarının hemen hepsi Kuzey Amerika’nın böyle bölgelerinde filizlendi çılgın renkler cümbüşü ayı. Kasım, sulu sepkenleri, yağmurları, belki ilk karı, rüzgârları, fırtınaları ile hüznü kış uykusuna taşımaya başlar. İlişkiler, doğrudan insan, kent ve doğa ilişkileri olduğunca ve en az onlar kadar, belirttiğiniz gibi yaşantı ve yaşam deneyimleriyle anlak ve bellekte biriken duygu ve düşüncelerle, yaşamı belirleyen kavramlarla ilişkileri de içerir. Güz... Türk yazarı nasıl etkilemiştir oldum olası? Yazında bir Türk yazarının algısıyla mesela bir Alman yazarın güz algıları arasında nasıl bir koşutluk veya ayrımlar olduğunu düşünürsünüz? Soruyu sadece güz için değil “kış”, “yaz”, “bahar” öyküleriniz için de sormalı. Geçiş dönemleri ve geçiş vakitleri, yalnız yazarı değil, Türk olsun olmasın, sanatçıyı yoğun ilgilendirir. Bahar niçin umutları, beklentileri, iç sıcaklığını besler? Güz, niçin hüznü, içine kapanmayı, yalnızlığı, köşeye çekilmeyi anıştırır? Elbette günün ve güneşin çıkışa ya da inişe geçmesiyle ilgili ruha yansıyan hallerdir. Şair açısından da farklı mıdır? Örneğin, hem Rilke’nin, hem Necatigil’in önemli izleklerinden “akşam” karşılaştırıldığı zaman, ilginç kesişmeler görülür. Takvim Öyküleri tasarımının bir özelliği de, biçim çeşitlemeleri. Bu çerçevede, çağımızın tereddütleri, muğlaklıkları metinlere yansıdı. Hebel ya da Brecht’te, yılın bütün günleri tasarlaması yoktur. Onlarda öğreticilik ağır basar. Brecht’te elbette diyalektik. Örneğin, Bay Keuner öykülerinde olduğu gibi. Galiba, alttürün doğuş ortamı olan aydınlanma, beni de bu kitaplarda yönlendiriyor. Günümüz aydınlanmasında kuşku ve eleştiri ağır basar. Kış Öyküleri. Prusya Krallığı’nın delik deşik duvarları imlenerek başlıyor kitap. Şaşırılan yönlere, kaybedilen izlere, duvarlara, sokağa dökülen yüz binlere selam ça kılarak. Çarın zulmünden kaçıyor insancıklar. Derken Ekim Devrimi kutlanıveriyor ailecek. Ateşler tutuşturuluyor, harında tir tir bedenler. Evsiz barksızlar çöp varillerinde yakıyor umutlarını buz keserek. Kuruntulu aylar, alacakaranlık sıklıkla egemen. Prusya’nın devamı eski Doğu Almanya. Sosyalizm denemesini yüzüne gözüne bulaştırdıktan sonra, muz uzatılan maymun gibi, kandırılan insanların tüketim simgesi duvarın öte yanına akmaları, ama akşam basınca orada da yalnızlaşmaları. Kış ayları gerçekten iş ayları, çalışma, öğrenme ve sınav ayları. Ama sonrası, düzen(ler), insana ne sunuyor? İş, aş, baş üstünde bir dam, soğuğa, fırtınaya karşı sağlam giysi, yeterli besin, sıcak çorba?.. Kış ayları aynı zamanda, parklarda, köprü altlarında donarak ölmeler, sokaklarda çöp bidonlarında ele ne geçerse yakarak ısınmaya çalışmalar, yardım kuruluşları önünde bekleşmeler. Kış ayları aynı zamanda verimlerin, sıcak buluşmaların, görüşmelerin, güzel sonuçların da günlerini kapsar. Dönüşüm de, dönence değişimi de, bayramlar da vardır bu aylarda. Kış ayları ve günleri de, kendince çelişken, mutlu, iç karartıcı, yani yaşamın doğaya uyum sağlamaya çalışarak yürüdüğü bir sürem... Bütünlük galiba hepsinin bir arada olmasında, yaşamın tekdüze olmayan bütünlüğü. “YAZ YAŞAMIN KAYNAĞIDIR, AMA UÇARIDIR” Sıra Bahar’da... Sıcaklık kapı içeri bir türlü tam giremese de hani biraz daha ışık doluyor evrene... Değişim vakitleri ve o değişimlere hazırlıksız yakalanmalar. Misal bahar hoyratı baş ağrıları. Soyutta da somutta da bir ağırlık bir silkelenme halleri. Ya sanat... Ya tarih... Ya kitaplar... Tam zamanı. Yaz’ın kıskanması da bundan ya. Küllerinden doğabildikçe güzel yaşamak. Kelebek halleri. Yine öykülü yanıt isterim! O zaman Bahar Öyküleri başlıklarıyla söylersem; sevinç vardır, uçucu, geçicidir. Renk vardır, sevindirir de, hüzünlendirir de, gerginlik vardır, gevşeklik de. Üvey Ev’de, kız çocuğu evden kovulur, ama aynı anda genç kızlığa, yaşamının baharına adım atar. Gezi vardır, oyun içinde oyun da vardır, Maskeci Ömer’in “uçan Hollandalı” olması gibi. Çok aşk vardır, ama ihanet ve cinayet de vardır. Olmazlar olur, insan birçok şeye baharla birlikte yürek bulur. Sanırım, en özel betimleyen, “Hoşnutluk Düğmesi.” Baharla birlikte insan mutluluğunu, kendisiyle ve dünyayla hoşnutluğunu, bir düğme dokunmasıyla eline almak ister ve sanki bu yetiyi, bu erki bahar insana verir. Ama sonunda yine heyhat! Yaz Öyküleri... Fiiliyatta ve maneviyatta dingin, çılgın, fütursuz yaz... Sıcak, nem, gölge sevdası, denizin tuzu, şenlik ateşleri, antik sevdaların bronzu, yolculuklar, keşifler, uygarlıkların bağrında memleket türküleri, kahramanlar, savaşlar, atası, ötesi, güneş altın gibi tam tepedeyken hani... Yaz da kendini yorumlar. Bir tür kalıplardan, kılıflardan sıyrılma, engin denize gibi bir çeşit özgürlüğe açılma, uçarılık, serkeşlik, isterseniz biraz da serserilik, yaz günleri belki de sıcaklığıyla, insanı kendinden de açılmaya, kendinden de dışarıya çıkmaya yönlendirir mi? Sanırım. Bir de Yaz Öyküleri’ne bakalım: Roller, düşler, yaz buluşmaları, geçilen kapılar, seçilen yüzler, güzel sözler, sevgi, sevinç, rakı burçları, mutluluk, eğniklik, yaz söylenceleri, kuş dilleri, güller, hızlı günler, şenlikler, konuklar, çoğalmalar, yolculuklar, yaz evi, ilçe pazarı, havada yuvada leylekler, martılar, terk edilen sorular, yazın alıp götürdükleri, dönüşler ve dönüşlerle başlayan güz hüzünleri evet... Dünyanın bir yıllık yörüngesi böylece tamamlanır. Ama yaz aynı zamanda, yaşamın pamuk ipliğine bağlı olmasıdır. Bıçak sırtıdır. İzet Sarayliç’in “Kaynak” öyküsündeki yaşantısı gibi. Yaz yaşamın kaynağıdır, ama uçarıdır... ? [email protected] Takvim ÖyküleriGüz Öyküleri/ Yüksel Pazarkaya/ Cem Yayınları/ 240 s. Takvim ÖyküleriKış Öyküleri/ Yüksel Pazarkaya/ Cem Yayınları/ 192 s. Takvim ÖyküleriBahar Öyküleri/ Yüksel Pazarkaya/ Cem Yayınları/ 224 s. Takvim ÖyküleriYaz Öyküleri/ Yüksel Pazarkaya/ Cem Yayınları/ 224 s. Yüksel Pazarkaya, kitaplarında anlatı çeşitlemeleri yanı sıra geniş dünya mekânında insana odaklanıyor. Yukarıda eşi, İnci Pazarkaya ile... CUMHURİYET KİTAP SAYI 1061
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle