16 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hal Niedzviecki’den ‘Dikizleme Günlüğü’ Gözetliyorum, o halde varım! Hal Niedzviecki, Dikizleme Günlüğü’yle, yeni iletişim araçlarının eğlence sektörü dışında toplumu nasıl değiştirdiğini irdeliyor. Bu “kültür”ün politika ve günlük yaşam üzerindeki etkilerini göstermeye çalışan Niedzviecki, popüler kültürün röntgenciliğe, röntgenciliğin belgesele, sanata ve haber bültenlerine; röntgencinin “gazeteciye” nasıl dönüştüğünü anlatıyor. Ë Ali BULUNMAZ nsana bugün her şey “normal” görünüyor. Şaşırmayı bırakmak, pek çok tehlikeyi de beraberinde getirdi. Şaşırmaya şaşırmaya, hayatımızı kuşatan, hatta kısıtlayıp bizi korkutan her türlü eyleme de alıştık. Yaşamın çemberini daraltan, üzerimizde baskı kurup tepemizde Demokles’in kılıcı gibi sallanan izlenme de bu eylemlerden; alıştığımız ya da alışmak zorunda bırakıldığımız “normallerden” biri. Hal Niedzviecki, tarihsel sürecini ele aldığı bu eylemin bütününe “dikizleme kültürü” adını vermiş. Bunun, nasıl bir “kültür” haline geldiğini sorgulamak onu, hem düşündürücü hem de trajikomik sonuçlara götürmüş. dünyadan cep telefonumuzun ya da MP3 çalarımızın kulaklığını takarak soyutluyoruz. Bir taraftan da bütün sırlarımızı blogumuzda ve sosyal paylaşım ağlarında anlatıyor, fotoğraf ve video yüklüyor; televizyon programlarında ve aklımıza gelebilecek buna benzer yerlerde içimizi döküyoruz.” Dikkat çekmek istiyoruz; teşhir etmek ve edilmek de. Çoğunlukla ipin ucu kaçıyor, garip ve aslında bir o kadar da “doğal” bir sonuca ulaşıyoruz: Sanal ile gerçek birbirine karışıyor. “Gerçeğe” dönüşen sanallık içinde kendini tatmin etmeye uğraşan milyonlarca insan var ve kim ne derse desin, hepimiz onlardan biriyiz. Bu “insanlığını yitirmiş insanlık” sorununun en revaçtaki “çözümü” de “dikizleme kültürü” Niedzviecki’ye göre: “Dikizleme kültürü”, kişinin kendini birey gibi hissetmesi, küçük sanal tatminlerle dünyayı kucaklaması ve ona egemen olduğunu sanmasını sağlıyor. Gelip dayandığımız noktada Niedzviecki’nin yardımıyla şöyle demek de olası: “Hepimizin hayatı izlenmeye değer, hepimizin hayatı para eder (!)” İnsanın kendini metalaştırmasının bir türü değil mi bu? Kişinin hem oyuncuya hem de bir nesneye dönüştüğü bu yapı, belalarına rağmen inanılmaz bir çekiciliğe sahip ve kafa karıştırıp korku yaratsa da, vazgeçilemeyen esir alıcı özelliğiyle ortalığı kırıp geçiriyor. Ne kadar kendiniz olacağınız veya kendinizle ilgili ne kadar şey paylaşacağınız size kalmış ama sıradan olun, yeter. Dikizlenmeye açık olun, gizli bahçenize girilmesine izin verin, oradaki çimenleri bir güzel ezdirin; işte o zaman sanal dünyanın aranan ismi haline gelirsiniz. Bu da, hem sizin hem de karşı tarafın tatmini için en önemli adımdır. Dikizlemenin adeta histeri benzeri bir krize dönüştüğünü kabul etmek zorundayız. İtinayla yaratılan dikizcilerin dünyasında hayatlara dahil olmak, tatmin yanında kârlı bir iş artık. Filmler, gösteriler ve televizyon programlarının büyük bir kısmı bu tema etrafında dolanıyor. Niedzviecki’nin örnekleri de hep bunlar üzerine. Atsineğine dönüşen kamera eşliğinde, insanın en gizli noktalarının keşfi: “Dikizleme kültürü” için bulunmaz bir fırsat. Yalanın kendi gerçeğini oluşturduğu dünyada, sırrın ortaya çıktığını hissedenlerden beklenen bir tek şey var: Hayatların yeniden yorumlanması. Sanallıkla kurgunun bir zaferiydi bu. Üstelik Niedzviecki’ye göre “hayatın kendisinden memize neden oluyor. Toplumda tedirginlik yaratan ne varsa, hemen hepsinin (cinayet, kargaşa vb.) eğlence veya “topluma hizmet” amacıyla öyküleştirilmesi, gerçeği en dibine kadar göstermenin hiçbir sakıncası olmadığını kanıtladı. “Dikizleme Çağı” bir bakıma önümüzü açtı. Sözü yine Niedzviecki’ye verelim: “Dikizleme Çağı’na girdiğimizden bu yana Büyük Birader’den de korkmuyoruz artık. Hatta tersine, Büyük Birader gözlerini üzerimize çevirsin diye çıldırıyoruz. Dahası, bizzat Büyük Birader olmak istiyoruz. Onun sonsuz, her şeyi gören ve en önemlisi medyayı elinde tutan gözlerine sahip olabilmek için yapamayacağımız şey yok. İnsanların sızlanmasını, devirdiği çamları, talihsiz açıklamalarını en önce biz duymalıyız. Ayrıca izlemekle kalmamalı, izlenmeliyiz de.” “Dikizleme kültürü”nün mottosu da ortaya çıkıyor böylece: “Kimse bizi görmez, hiçbir makine bizi kaydetmez, kimse bizi sergilemezse yok oluruz.” Görünerek ve görerek; ortaya saçılarak ve saçarak, varlık alanımızı genişletiyor, daha da önemlisi yok olma korkumuzu dindiriyoruz. Böyle olunca, güvenlik ve mahremiyet adına hemen her şey geriye itiliveriyor. Niedzviecki’nin anlattıklarından yola çıkarak şu söylenebilir: Mahremiyet hiçbir şeydir, paylaşmak ve fark edilmek her şey!.. “Dikizleme kültürü” ile “abartılı paylaşım”, bize antisosyal bir “sosyallik” sunuyor. Bu durumdan memnunuz. Hayatın artık orada aktığını varsayarak, tüm gücümüzü o ortama harcamaya gönüllü oluyoruz. Sanallık ile gerçeklik arasındaki bu eksen kaymasının arzulu bir neferiyiz artık. Bu bağlamda sosyal medya, ulaşamayacağınız pek çok insanla sizi ilişkiye sokuyor, kimi tartışmaların içine çekiyor ama Niedzviecki’nin birkaç uyarısı var: Sosyal medya, “dikizleme kültürü” ve “abartılı paylaşım”, anlamlı ilişkiler kurmaya ayrılacak zamanı çalıyor, yüz yüze gelmenin önünü kolaylıkla tıkayabiliyor. İnsanlarla, monitör aracılığıyla ne kadar duygusal bağ kurulabilir? Kısacası, sosyal medya, “dikizleme kültürü” ve “abartılı paylaşım” insanların arasına mesafe koyarak hayatımızdaki boşlukları “dolduruyor.” Ama bu, ne ölçüde sosyallik orası belirsiz. Dijital dünyada bir hayalet olarak var olmayı kabullenmek, sosyalliğin önüne koca bir duvar örüyor. İnanılmaz bir “bilgi” denizi kıyısında duruyoruz ama gerçekten biliyor muyuz? Yoksa sadece bildiğimizi mi sanıyoruz? Boşluklarımızı “dikizleme kültürü”, “abartılı paylaşım” ve sosyal medya ile dolduruyoruz doldurmasına da, dolu muyuz aslında? Niedzviecki’nin Dikizleme Günlüğü, anlattığı onca olay ve verdiği birçok örnek sayesinde, bu türden yalın ama ağırlığı tartışmasız sorular uyandırıyor zihinde. ? [email protected] http://bulunmazali81.blogspot.com Dikizleme Günlüğü/ Hal Niedzviecki/ Çeviren: Gökçe Gündüç/ Ayrıntı Yayınları/ 304 s. İ Hal Niedzviecki de heyecan verici” bir şeydi. Ama en önemlisi, “uydurma hikâyeler, hayatın kendisine benzedikçe daha da dikkat çekiyordu.” “İNSANLIĞINI YİTİRMİŞ İNSANLIK” Rahmetli George Orwell, 1984’ü kaleme aldığı yıllarda, gözetlemenin ileride daha büyük bir baskı unsuruna dönüşeceğini not ettiğinde, herhalde bugün yaşananların yoğunluğunu kestiremezdi. Evet, gözetleme, günümüzde de baskı aracı internette paylaşım sitelerindeki gönüllü teşhircilik, Orwell’in gözlerini yaşartırdı. Herkesin birbirinin bahçesine, evine, yatak odasına ve neredeyse tüm hayatına kamp kurduğu 21. yüzyılda, bilinmeyen pek az şey kalmasına şaşmamak gerek. Siz buna “dikizleme kültürü”, “abartılı paylaşım” ya da “sivil denetim” diyebilirsiniz pekâlâ. Ama kazın ayağı o kadar masum mu, o tartışmalı işte. Gizli servislerin, dolandırıcıların ve kişisel düşmanların ele geçirmek için mesai harcadığı bilgileri, kendiliğinden ve eksiksiz şekilde paylaşıma sunmayı, birbiri hakkında dedikodu yapmanın kapısını aralama diye niteleyip geçiştirebilirsiniz. Ne de olsa dedikodu ruhun gıdası; Niedzviecki’nin deyişiyle bu, “bilmek ve bilinmek” biraz veya kamuya açılan hayat. Her an burnumuzu sokacağımız yeni yaşamlar arama dürtüsü. Ünlü ya da sıradan; olabildiğince çok hayata girmeye, onları dibine kadar açığa çıkarmaya gayret ediyoruz. Bunu yaparken elbette çelişki içindeyiz, Niedzviecki bunu çok güzel özetlemiş: “Bir taraftan yüksek güvenlikli evlerimizde, kilitli kapıların ardında saklanıyor, kendimizi SAYFA 14 ANTİSOSYAL “SOSYALLİK” Andy Warhol, “15 dakika” demişti ama bugün insanlar, ortalıkta görünmek için sadece bir dakikaya bile razı. Fark edilme tutkusu hatta takıntısı, milyonluk şehirlerde ve milyarlık ekranlarda tavan yapmış durumda. Hiçbir eylem önemli değil, yeter ki dikizleyip dikizlenebilelim. Eğlenceye dönüşen intihar, seks, cinayet ve sınır tanımayan her eylem, “dikizleme kültürü” ile “abartılı paylaşımın” birkaç durağından biri sadece. Niedzviecki’nin de dediği gibi “sırlar, değerli metalar”dır ve bir dakikalık ün için bile yeterlidir. Dikizlemenin bağımlılık yarattığı da bir gerçek. Yazara göre “bir kez başladığında duramazsınız, çünkü size (ya da başkalarına) özel anları ‘kamuya duyurulur’ formuna soktuğunuzu bir noktadan sonra unutuyorsunuz.” Bu kültürün yapıtaşlarından biri de güvenlik adı altında maskelenen bir dürtü. Niedzviecki’nin satırlarına göre, günümüzdeki dikizleme dürtüsü sayesinde “insanları gözaltında tutma arzusu, ‘Dikizleme Çağı’nda altın devrini yaşıyor; gözaltında tutmak dikizlemeyi mümkün kılıyor ve dikizlemek, gözaltında tutmayı hoş görmemizi sağlıyor.” Ama güvenliği sağlayalım derken paranoyaklaşmak da olası. Aradaki o ince çizgi hemen aşılabiliyor. Aşmaya da hazırız zaten. Ayrıntıları öğrenmeye ve her seferinde bir yenisine ulaşmaya çabalamanın doğal sonucu paranoyadan başka bir şey değil. Bunun ötesinde “dikizleme kültürü”nün bir parçası olan gözaltında tutma saplantısı, “bilmemiz geNiedzviecki’ye göre: “Dikizleme kültürü”, kişinin kendini birey gibi rekenden fazlasını gösterihissetmesi, küçük sanal tatminlerle dünyayı kucaklaması ve ona egemen olduğunu sanmasını sağlıyor. yor” ve hep daha ileri git CUMHURİYET KİTAP SAYI 1061
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle