02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Berrin Karakaş’la ‘Üç Noktalar Sarayı’na dair “Kazığa oturtulmuş ‘orta direk’in ruh halini anlamaya çalıştım” Türk edebiyatının genç kalemlerinden Berrin Karakaş, geçen günlerde yeni romanı Üç Noktalar Sarayı’yla okurlarıyla buluştu. Öncesinde “Sidretül Münteha” üst başlığıyla, Sidre ve Tül adlı öykü kitaplarını yazan Karakaş, 2005 yılında ilk roman denemesini Hayalhane ile yaptı. Bu ilk denemesinde, kendi içleriyle dolup taştıkça dışarıda kalanların, kürklü yalnızlıklarıyla dolaşan şiirlilerin hikâyesini anlattı. Kırk gün ve kırk gece boyunca kendi kendini yazan bir roman olan Hayalhane, aynı zamanda bir gölge oyunu, bir hayal, sırlı bir ayna gibiydi. Karakaş yeni romanı Üç Noktalar Sarayı’ndaysa Anadolulu orta sınıf çekirdek bir ailenin İstanbul’da yaşadıklarını anlatıyor. Kendi tabiriyle de, çocukluğunda karikatürlerini sıkça gördüğü kazığa oturtulmuş ‘orta direk’in ruh halini anlamaya çalışıyor bu romanında Karakaş. Orta sınıfın hali ne alttakine benzer ne de üstekine. Tam da bu yüzden en çaresiz sosyal tabakadır orta sınıf. Çaresizdir ama aynı zamanda da gizli haşarılıkların da timsali gibidir. Tutunamayanlardır. Tutunmak istemezler hiçbir yere, hep serseridirler. Üç Noktalar Sarayı’nda da bu halin hikâyesi anlatılır. Polis emeklisi Aydın Bey, hanımı Süreyya Hanım, kaynanası Kevser Nine, üç kızı Dünya, Rüya ve Deren’in düğümden ölüme varan hallerini şiirsel bir dille, sürükleyici bir kurguyla anlatır Berrin Karakaş. Türk musikisinin her daim biz okura eşlik ettiği bir roman olan Üç Noktalar Sarayı üzerine, üç noktayı faklı bir yaklaşımla hayatımıza nüfuz ettiren, sonu belirsiz bir ‘rüya’nın yaratıcısı Karakaş’la yeni romanı üzerine söyleştik. SAYFA 8 Ë Erdem ÖZTOP elli aralıklarla öyküler yazdın, iki yıl önce ilk romanını yayımladın, romanla devam ediyorsun. Öyküden bir uzaklaşma yaşamadın değil mi? Öyküler bir nevi roman talimim oldular diyebilirim aslında. “Sidretül Münteha” üçlemesiyle çıkmıştım yola. İlk kitap Sidre’deki karakterler, ikinci kitap Tül’de de vardı. Sanki bir romanı üçe bölüyordum. Derdim farklı insanların aynı yere çıkan yolculuklarını anlatmaktı. Sidre’yle erkenden zirveye çıkanlar, Tül’de gerçeğe çarpacak, Münteha’da da Sidre’deki noktaya ağır ağır ulaşacaktı. Belki de bu yüzden Münteha hâlâ yazılmadı çünkü öğrenmeye devam ediyorum. İlk romanım Hayalhane, bu yolun uzun ve çileli bir yol olduğunu söylüyordu. Ben daha yolun başındayım ve roman yaşlandıkça ustalaştığınız bir alan. Bu durumda da yaşamak için iyi bir sebep. “ORTA SINIFIN YAPISINA BAKTIĞINIZDA TÜRKİYE’Yİ DE GÖRÜYORSUNUZ” Sen aynı zamanda gazetecisin. Özellikle gazetecilik ve bu mesleğin kullanım dili, kurgusal bir eser yazımında sıkıntı yaşatır. Böyle bir zorlu dönem geçirdin mi, merak ediyorum? Bende biraz tersine gelişti bu işler. Gazetecilik dilini edebiyata değil, edebiyatı oralara taşımaya çalıştım sanırım yapabildiğim kadarıyla, izin verildiği kadarıyla. Romanda da bu derdi anlatmaya çalıştım bir parça. Medya plazaları şiirine, şiirini medya plazalara taşıyamamaktan mustarip bir Rüya anlattım. Yeni romanın Üç Noktalar Sarayı’nın oluşum aşamasına gidelim istersen… Hangi meseleler seni bu romanı yazmaya itti? Anadolulu orta sınıf çekirdek bir ailenin İstanbul’da yaşadıklarını anlatmaktı biraz derdim. Çocukluğumda karikatürlerini sıkça gördüğüm kazığa oturtulmuş “orta direk’in ruh halini anlamaya çalışmak. En iyi arkadaşı televizyon olan anneleri, bütün naifliği ve iyiliğiyle çocukları için gece gündüz çalışan babaları, şiveli konuştuğu için aşağılanan ilkokul çocuklarını, yerde yemek yedikleri için ayıplananları, okul bahçesinde devrimci arkadaşlarını uzaktan özenerek seyreden sessiz devrimcilerin kıskançlığını, bunun ne kadar da uzun bir liste olduğunu… Peki neden orta sınıf? Türkiye’nin çoğunluğunu orta sınıf oluşturuyor. Orta sınıfın yapısına baktığınızda Türkiye’yi de görüyorsunuz bir anlamıyla. Başbakanın One Minute’ini, Merkez Bankası başkanının evinin önündeki ayakkabıların medyada neden bunca olay olduğunu, Yemekteyiz programının neden bunca tuttuğunu vs. Be B Berrin Karakaş nim ailem de tipik bir orta sınıf memur ailesiydi. 1980’lerde, tam da taşralılar ve şehirlilerin, zenginler ve fakirlerin, kültürlüler ve kültürsüzlerin ayrıldığı zamanlarda Anadolu’dan İstanbul’a gelmiştik. Çocukluk ve ilk gençlik anılarım romanın bel kemiğiydi diyebilirim. Türkiye’de orta sınıfın hikâyesi sence tatminkâr bir ölçüde anlatıldı mı, ne düşünüyorsun? Bu soruya cevap verecek kadar okuduğumu söyleyemeyeceğim ama Nurdan Gürbilek bu konuda takip edilmesi gereken bir isim. Emekli polis memuru bir baba, ev hanımı bir anne ve üç çocuklu bir aile. Üç kız, hayatın zorluklarıyla yüz yüze. Ortanca kardeş Rüya, sen gibi gazeteci. Her hikâye kurgu olduğu kadar, yazarın kendi hikâyesidir tezi senin romanın için ne kadar geçerlidir? Hayli geçerlidir. EDEBİYAT İÇİN FEDA EDİLEBİLİR BİR ŞEY MUTLULUK Karakterlerin adları Dünya, Rüya ve Deren. Bu üç kardeşin hayatları adlarıyla da bütünleşerek, orta sınıf bir yaşantı içinde tek düzeliğin kaçınılmaz mahkumu oluyor. Hakikaten de orta sınıf yaşantı tekdüze bir yaşantının kaçınılmaz sonucu mudur? Sonucuysa da en azından kendi adıma şikâyetim yok. O tekdüze hayatın da kendine ait bir şiiri, hikâyesi, çözümlemesi var. Yeterince zengin ve de... Ama tek düzelik, bir yerde mutsuzluğu da getiriyor beraberinde! Bak, tam bir düğün beklerken ölüm çıkageliyor! Mutluluk hüznün gölgesinde kalıveriyor bir anda! Mutluluk hüznün gölgesinde kaldıkça Rüya yazıyor. Önemli olan da bu. Edebiyat için feda edilebilir bir şey mutluluk. Ya da tüm bunların asıl sebebi, Rüya’nın düğün öncesi Kevser Nine’sinin sözünü dinlemeyip, şalvarına düğüm attırmaması mı? Geleneklere göre düğün öncesi düğümler atılıyor Kevser Nine’nin şalvarına. Damat yeterince cesaretli ise çözüyor bu düğümleri. Oysa Rüya’nın düğümleri şalvarında değil kafasında. Çözmesi de zor haliyle. Metropolde yaşayan, doğadan kopuk, evlilik kurumunu sorgulayan, vitaminlerini alıp, iş çıkışı sporlarını yapıp, gece eğlenceye dalıp, gündüz yeniden işe koşanlar gibi olmak ve olmamak arasında kalmış biri Rüya. Kevser Nine de Rüya’nın arketipi aslında. Çocukluğunda köyün göğünde parlayan yıldızların, üzüm bağlarının, masalların, kara kuyunun, nehrin, şiirin ve en önemlisi sabrın simgesi. Malum kahramanların hepsi hayatta oluşan düğümlerin içinde boğuluyor! Kim boğulmuyor ki. Sadece unutanlar ve unutmayanlar var. Farkında olanlar ve olmayanlar… Tüm bunlara tanık olurken biz, Türk sanat musikisinin en şahane bestelerini yanımızda eşlik ettiriyorsun ve sinirlerimiz allak bullak oluyor. Haliyle kitabın yazarı olarak senin de mutluluktan başın dönüyordur, ne dersin? Kitap Kaptanzade Ali Rıza Bey’in ‘Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına’ hicaz eseri ile başlıyor ve bu rüzgârla Zeki Müren’lere, Zekai Tunca’lara doğru bir yolculuk yapıyor şarkılar. Türk Sanat Musikisi bütün mistikliğinin yanında çok da dinamik bir müzik. Peşine düştüğünüzde tarihi de okuyabiliyorsunuz. Osmanlı’daki değişimleri, dönüşümleri, Batı’nın etkisini, İslamın etkisini, Lale Devri’nin ettiklerini… Ara sıra arabesk de giriyor kitapta devreye; Cengiz Kurtoğlu,Yıldız Tilbe… Biraz da dinlemeyi sevdiğim şarkılar aslında hepsi. Kitabı okurken bilenlerce mırıldanılır, bilmeyenlerce merak edilirlerse ne güzel. Son olarak roman hem şiirsel/ devrik bir dil takınıyor kendisine, hem de şiirin hâkimi olan bir kurgu karşımızda yer alıyor. Senin şiir yönünü hiç bilmiyorum, bu romanla var olduğunu anlıyorum? Üç Noktalar Sarayı’ndan önceki kitaplar daha fazla şiirliydi aslında. Oysa Üç Noktalar Sarayı biraz da şiirle romanın savaşı. Eski romantik dünyanın, pırıltılı yeni hayatla savaşı… Şiiri terk etmeye çalışan Rüya’nın hikâyesi. Umarım ben terk etmeye kalksam da yalnız, şiir bırakmaz peşimi. Şiir çünkü sivriltir kalemi. ? Üç Noktalar Sarayı/ Berrin Karakaş/ Turkuvaz Kitap/ 200 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1040
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle