03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ë Kadir İNCESU ullar Savaşı’nı yazma fikri nasıl oluştu? Nasıl oluştuğunu inanın ben de hatırlamıyorum. Bir kitaptaki pul resimlerine bakıyordum sanırım. Oradan bir şeyler doğdu. Oturup yazmaya başladım. Öyküyü o pul resimleri yönlendirdi. Birkaç gün içinde yazdım. Galiba en kısa sürede yazdığım kitap da bu oldu. Kitabın ilk baskısı 1975 yılında yapılmış. Aradan 34 yıl geçtikten sonra yeni baskısı yapıldı. Neler hissediyorsunuz? 34 yıl önce yayımlanmış bir kitabımın yeni baskısını görmek keyifli bir şey. Bu süre içinde yeniden yayımlanması için biriki girişim oldu. Ama o pul fotoğrafları da, filmleri de kaybolup gitmiş. O yüzden yeni baskısı yapılamadı. Çınar Yayınları’nın “sabırlı araştırması” öykü P Ülkü Tamer nün yeniden gün ışığına çıkmasına yol açtı. Yıllar sonra onu yeni görünüşüyle elime almak beni mutlu etti. Bu, çocuklar için yazdığınız ilk kitap mı? Kendi çocukluğunuzdan da izler taşıyor mu? Evet, çocuklar için yazdığım ilk kitap sayılır. Daha önce çocuk şiirleri, çocuk öyküleri yazmıştım. Ama bu ilk kitap... Siz de pul biriktirir miydiniz? Günümüz çocukları, teknolojiyle bu kadar iç içeyken “pul” biriktirmek onlara ilginç gelir mi? Fotoğraf: Kadir İncesu Ülkü Tamer’in ilk baskısı 1975 yılında yapılan, çocuklar için yazdığı Pullar Savaşı adlı kitabı 34 yıl sonra, Çınar Yayınları tarafından yeniden basıldı. Ülkü Tamer’le Pullar Savaşı ‘Çocuklar için yazdığım ilk kitap!’ Çocukluğumda bir ara, çok kısa bir süre pul biriktirdim. Ama Antep’teydim o zaman. Pek kaynağım yoktu. Sonra o hevesim geçti. Pul biriktirmek güzel bir şey. Özellikle çocuklar için. İnsanı her zaman başka dünyalara sürükleyen bir şey. Ama günümüzde bunu sağlayan öyle değişik, öyle zengin olanaklar var ki, çocuklar için pul biriktirmenin çıkış noktası artık bu olamaz diye düşünüyorum. “Koleksiyonculuk” dürtüsü canlandırılırsa, belki... Kitabın öne çıkan tümcelerinden biri de Gaziantep pulunun söylediği “Örgütlenelim, savaşalım!” Her şeyin bireysellik üzerine kurulduğu günümüzde, bunu nasıl sağlayabiliriz? Örgütlenmeden toplumun daha ileriye götürülemeyeceğine inanıyorum. Gerçi bireysel başarılar da önemli. Bir buluş, bir yapıt sözgelimi. Ama bunların yaratacağı sonuçlar sınırlı kalıyor. Değişimin temelinde örgütlenme yatıyor. 70’li yıllarda ve günümüzde çocuk edebiyatına bakışı yazar, yayıncı ve okur açısından değerlendirir misiniz? 70’li yıllardan önce de etkili bir çocuk edebiyatı vardı. Kemalettin Tuğcu’yu nasıl unutabilirim. Ama 70’lerde, dönemin toplumsal, siyasal gelişimlerine, değişimlerine koşut olarak, çocuk edebiyatı da başla bir kimliğe bürünmeye başladı. Zaman zaman yapıtlarda sunulan “bildiriler”, öykülerin önüne geçti. Okurun çocuk olduğu bile neredeyse unutuldu. Bir süre içinde sular duruldu, denge kuruldu. 2000’li yıllara kadar, çocuklar için ağırlıklı olarak çeviri kitaplar yayımlandı. Günümüzde ise bir çocuk kitapları enflasyonu yaşanıyor. Çocuk kitapları yayınındaki bu artışı nasıl yorumlamalıyız? Çocuk kitapları sanırım eskiden beri satış açısından çok daha az riskler taşıyor. Sözgelimi, ben Milliyet Yayınları’nı yönetirken en çok ve sürekli satan kitaplarımız çocuk kitaplarıydı. Onlardan elde ettiğimiz gelirle düzeyli, ama az satan kitaplar yayımlayabiliyorduk. Annebaba, kitaba ayırdığı paranın büyük bölümünü “geleceğini düşünerek” çocuğu için harcıyor. Bir de “ben okuyamadım, bari o okusun” diyenler var. Bu, yayıncılar açısından çocuk kitaplarını daha çekici kılıyor. ? Pullar Savaşı/ Ülkü Tamer/ Çınar Yayınları/ 50 s. Bob Dylan’dan deneysel bir roman Türk edebiyatı bir müzik dehasının sözcüklerle yarattığı sihire tanıklık ediyor; Cenk Gültekin Türkçeye çevrdiği Bob Dylan’ın deneysel romanı Tarantula okurla buluşuyor. Ë İsmail Cem DOĞRU eneysel metinlerin ülkemizde de sıklıkla konuşulduğunu düşünürsek özellikle Tarantula’nın Türk edebiyatında önemli bir kazanım olarak görmemizin hiçbir sakıncası olamaz. Deneysel roman tanımlamasına tümüyle omuz veren duruşunu kitabın her satırında hissedeceğinizi daha ilk sayfadan anlıyorsunuz. Dolayısıyla kitabı okumaya biraz ara verip bu müzik dehasını biraz daha yakından tanıma gereksinimine teslim oluyorsunuz. Tarantula vası yok. Metinlerin tek ortak yanı biçimsel anlamda bir ayinin kendinden geçiren teslimiyet anıyla yapılan başlangıçlar ve ayinin sonundaki silkinme, kendine gelme vurgusuyla yaşama geri dönüş. Kitabın her satırında gücüme giden bir saptamayla karşılaşmaktan kaçınamıyorum. Bir tabelanın bile sizden daha nesnel yargılara sahip olabileceğini bilmek kimin hoşuna giderdi ki? Sonra hayattan beklentinizi bir oltanın beklentileriyle kıyaslamaktan hoşlanır mıydınız? Her şeye rağmen yolculuğumuz kendi güzergâhını kendi yaratacağını daha ilk sayfalarda gösteriyor. Bu yolculuk, içi buruk kalabalıklara salıverilmiş travesti için annesinin hanımefendiliğinin ne ifade ettiği düşüncesiyle başlar. Devamı domuz tasmasıyla dolaşan avukatı kapitalleşmeye karşı gerilla savaşına sokarken, bu yolculuğun misafirperver bir mezara uzandığına tanıklık ediyor ve aslında bütün savaşların gerçek sebebini de öğrenmiş oluyoruz. İçimizden kişisel seviyelere bir eşyanın gözünden bakmak geliyor ama nazikçe reddediliyoruz. “Ne kadar sersefil bir uğraşmış meğer/ seçilmiş bu azınlık için yazmak/ senin dışında/ herkes için yazıyor olmak/ evet, sen daisy mae/ yığınların yanından bile geçmeyecek sen/ komik olan şey/ tahtalı köyü bile boylamış değilsin/ kelimelerimi bu kâğıda çakıp/ sana göndereceğim/ unut onları.” Bob Dylan D BOŞLUĞA BIRAKILMIŞ SÖZCÜKLER Bob Dylan’nın gerçekte Zimmerman olan soyadının Almanca bir sözcüğü çağrıştırmasına rağmen bir Rus Yahudisi olması ve Amerika’da doğması insana bu adam dâhi olmasın da kim olsun dedirtir cinsten bir öykü. Kimliğe yüklenen aidiyet olgusuyla bilincine kavuşmanın insanı güçlü kılan ve aynı zamanda bağnazlaştıran bir yönü olduğu kaçınılmaz. İnsanın kendisini güçlü kılan özelliklerden hoşlanmasa bile reddetmesi çok zordur. Ancak Bob Dylan’ın adını seçtiği mitolojik kahraman dışında tüm takıntılardan arınarak hayata başlamış olmanın şanslı yanlarını hemen fark edebiliyoruz. Folkrock müziğinin geçimsiz ve toleranssız tınısına Tarantula da rastlamak kimseyi şaşırtmamalı. Sokaklardan beslenen, alabildiğine sert, merkezine insanın insanla, insanın tabiatla ve insanın kurguyla olan ilişkisini çoğu zaman ironik bir dille yansıtmasını keyifle izlemek insana kendini daha huzurlu hissettiren yanlara sahip. Bunun yanında melodileri sözcüklerle ortaya çıkarmanın, metinleri nesnel vargılardan koparmasını da kaçınılmaz bir gelişme olarak kabul edebilirsek kitapla aranızdaki tüm barikatları ortadan kaldırabilirsiniz. Boşluğa yazılmış 49 mektubun hiçbirinde mektup haSAYFA 18 SOKAKLAR VE YERALTI Sonra ihanete alışkın onca insan; boylu poslu bir yabancıyla bir şeyler içerken bir yüzüğün takıldığı parmağı esir etmesinin öyküsünü dinlemeye hazırlanabilmelisiniz. O zaman sokakların gürültüsü size senfonik bir eserin bestelendiği ana tanıklık etmek gibi gelir. Kurtulmak ne mümkün. Ademoğlu tapınaktan Meryem’e bakar, ardından fahişe Angelina’ya. İkisinin arasına bütün bir insanlığı sıkıştırır. Artık zincirin halkaları arasına sıkışıp kalmışsındır. Her şeye rağmen arkadaş olunacak herkeslerin kapıldığını öğrendiğin bu deneyimden hiç hoşlanmazsın. Kim hoşlanır ki? Anlamı olmayan onca şeye yüklediğin gereksiz karşılıkların bir yorgunluğu bu boynuna dolanan. Bob Dylan’ın tek suçu bunu anlamış olmanı sağlamak, yürüyüşün yok ettiği bir kovboyun futbola sığınması kadar özgürlük alanın geniş ve kaptırmaya gelmez: “Ormanın içindeki geyik bunamış/ kimse köle olmasa da, ordunun hedefi olabilir/ özgürlüğün bacaklarını ölüme kaptıracak kolu yok.” Her biri farklı Maria. Ama ille de Maria. İki seçenek var. Maria’nın günahı çok ki bu eziyet başka türlü açıklanamaz ya da Maria bir özgürlük imgesi. Görünen o ki, bu yolla Maria’nın arkadaşı üzerinde sevişerek kirlenmenin mutluluğuna erişmek ruh dinginliği getirebiliyor. Bob Dylan ve Tarantula içinden en çok sokakları, sokakların karşıt öğelerini doğaya ait metaforları görüp insan öğesini kaçırmak olası. Aslına bakarsanız Tarantula içinden insanı çıkarırsanız geriye pek bir şey kalmıyor. İnsanı farklı kılan şeyi bir sokak çatışmasından çıkarabilirsiniz. İnsanlara bir tuvalet içinden bakan patrona hayatı anlatırken kendini bir parmak gibi hisseden Dylan’ın zoru ne dersiniz? Durumun sadist hemşirelerle arasında geçenlerle pek bir ilgisi yok. Maymunlu kadınların iç rekabeti, araya sıkışmış maymunsuz kadınlar, arada maymuncuk görevi görüp çözüm odaklı yaşayan çamaşırcı kadın Ezop ve Einstein. Hiçbiri bir tabelanın dayattığı sessizliği bozan küstah bir hemşire kadar ıstırap vermiyor. Ama ille de Maria. Dylan hayattan onu kendine koparmış. Bir ışık huzmesi içinden kemikleri titreyen Maria’nın gözyaşını silerek seslenmek: “Senin bilgini istemiyorum/ senin gözlerini istiyorum…” ? Tarantula/ Bob Dylan/ Çeviren: Cenk Gültekin/ Özgür Yayınları/ 136 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1040
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle