Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Feridun Andaç’la ‘Paris Bir Yalnızlıktır’a dair ‘Paris, yazanlarda içgözü açar’ Kavis Yayınları’nca geçen yılın son çeyreğinde çıkan Paris Bir Yalnızlıktır başlıklı kitabında Andaç, doğduğu kent Erzurum’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Paris’e çeşitli kereler yaptığı yolculukların yansımalarını; dil, düşünce, duygu haritasındaki ipuçlarını sürdürüyor okura… Bir gün yolunuz Paris’e düştüğünde, elinizde bu kitap gezebilirsiniz Seine Nehri’nin kıyılarında, kentin ara sokaklarında, cafelerinde, pasajlarında… Ya da evinizde oturup sayfaları çevirirken kendi Paris’inizi hayal edebilirsiniz Balzac’ın, Beauvoir’ın, Dinolar’ın izinde… Andaç’la kitabı üzerine konuştuk. Ë Arzu MİLDAN itabınız Paris Bir Yalnızlıktır, gezi kitabı olarak da anılabilecek niteliklere sahip ancak siz onca Paris deneyiminize rağmen bu kolay yolun üzerine gitmek yerine bir dantel gibi işleyerek Paris’teki iç yolculuklarınızın izini sürüyor ve sürdürüyorsunuz okura... Sizi Paris’i böyle yazmaya götüren neydi? Paris’e yazmak ve sevmek için gidilir, diye bir yanıtla geçiştirebilirim sizi! Ama hiç de öyle değil. Yolculuk deyince, benim için sular durur. Her yolculuk yenilik demektir bana. Görmek, hissetmek, okumak ve yazmak için yeni kapıları aralamak. Paris’e gelince, çoğumuzun belleğinde “görülesi kent” imgesi olarak yatmaz mı? Biraz o vardı bende de, biraz da koşulların iteklemesiyle, bir aşk kırgını olarak Paris’le buluşmuştum. Bazı kentler öyledir, sizde iz bırakmaları için bir “neden” olmalıdır. Paris’in imgesine bir de bu eklenince, vazgeçilmezim oldu. Kopuldukça bağlanılan bir kent… Oraya her döndüğümde yazmadan edemediğim gibi, içyolculuklara çıkmak da kaçınılmazdı. Paris’in bir özelliğidir yazan insanlarda içgözü açması. Rilke de orada bu yolculuklarını başlatmamış mıydı?Yaşadıklarımın ve okuduklarımın buluşmasıydı beni Paris’in içyolcusu kılan…Dindirilmiş duyguların kentidir Paris benim için bir bakıma da… “İZLERİNİ İÇİNİZDE TAŞIDIĞINIZ KENTLERDEN BİRİ” Paris’le bir aşkâşık ilişkisi geliştirmişsiniz… Hem sürekli sevgilinin yanında olma isteği, hem de o gizemi kaybetmemek için gitmek, uzaklaşmak ama illa dönüp dolaşıp onun yanına dönme isteği… Yazan biri için aşkı bir metafor olarak da alabiliriz. Çünkü, sevgilinin sureti yitip giderken size kalan budur. Sonrasında ise aşkın aşkınlık durumunu yaşatmak kalır size. Olunan ve olunamayan… Cennetle Cehennemi içinizde yaşarken kendinizi sürekli Araf’ta hissetmeniz… Paris’i bende var kılan biraz da bunlar oldu demeliyim. Eğer bir yere gitmeyi seviyorsanız, oranın sizde de bir izi varsa; hayatınızda oraya dair bir yer açmışsanız vazgeçilmezleriniz arasındadır elbette. Paris de biraz öyledir benim için. Bir kenti kitaba dönüştürmek ya da şöyle demeli, o kenti sizin kentiniz kılmak için yazmak. O dönüşme halinin bir yansımasıdır biraz da. Yazmak eylemi yitene kavuşmak çabası değildir. Onun yokluğuna karşı hayatı, yaşamayı ve yeniden sevmeyi savunmaktır olsa olsa. Kentlerin bendeki imgesi biraz da böyledir. Gidilen, yaşanılan, terk edildiğinde de izleri içinizde taşınan kentler. Paris de öylesi kentlerdin biridir. Paris yüzlerce yıldır Türk aydınları için ve hatta dünya insanları için çekim merkezi halinde… Ama son yıllarda dünya bu kadar değişmişken, teknoloji ile artık uzaklar yakınken, neden hâlâ Paris ve neden hâlâ Fransa..? Gerçi konuyla ilgili koca bir kitap yazdınız ancak yıllar içinde Paris neden bu cazibe ve çekim merkezi olma özelliğini yitirmedi sizce? Tarihe bakan Paris’i sever. Edebiyatı tutkulu yol bilen Paris’e yolunun çıkmasını ister. Devrimden söz eden, Bastil’den yolunu geçirmek ister. Bence, Paris bir bellek kenttir. En azından sözünü ettiklerim açısından bakarsak öyle. Paris’i biraz da, yeryüzüne açılma kenti olarak görürüm. Dünyanın bütün dillerinin buluştuğu kenttir bir bakıma benim için. Çoğu uçaklar da oraya gelir, oradan başka yerlere gider. Avrupa’nın kalbidir de ondan Paris’ten vazgeçilmeme, oraya yolları düşürme isteği. Korunan ve koruyan kenttir Paris. Kentin mekân dokusuna bakınca bunu anlarsınız, müzelerini, kütüphanelerini, kitabevlerini adımlayınca da karşınıza çıkan budur. Bir kentin kimliğini var eden nüfusunun çokluğu, dikey gelişmesi değildir. Bu anlamda Paris örnek kentlerin belki de en başında gelir. Yeryüzünde böyle kaç kent vardır merak ederim. Çoğunlukla da gidip görmek ve yaşamak istediklerim hep bunlar olmuştur. Baku örneğin, Üsküp, Saraybosna, Stockholm, Floransa… Parissizlik nasıldır? Yaşamı boyunca bir kez bile Paris’e gitmeyen bir insan sizce ne kaybeder? Sevemedim öyle bir kavramı, ve de şunun gibileri: “Paris’im tuttu!”Kenttir benim için asal olan. İnsanı yeniden yaratır kent. Gösterir, öğretir, eğitir, biçimler. İnsanı baştan aşağı yeniden kuran, uygarlıkları var eden taşıyan, koruyan kenttir. Çünkü insanlığın belleği kentlerdedir. Kentsiz yaşam yabandır. Çoğu kez özlesek de o yaban hayatı, gene de kentin cazibesinden kurtulamayız. Ama her kent beni sarmaz, içine almaz. Bu, biraz kendi konumunuz, duygu ve düşünce dokunuzla ilgilidir. Örneğin Zürih ya da Viyana hiç de yaşayamayacağım, hatta aramayacağım kentlerdir benim için ama Saraybosna ya da Paris vazgeçilmezimdir. Paris’e gitmeyen insan ne kaybeder? “Hiçbir şey” diyemem elbette! Dönüp kendine, kendi ülkesine bakmayı öğrenebilir insan Paris’e giderek. Oraya oralı olmak için gidemezsiniz. Bu çok komik olur. Ama oradan dönerken ‘kendi’ olmayı öğrenebilirsiniz, en azından bunun kapılarında gezindirir sizi o kent. Gözlemlediğiniz kadarıyla Parisliler kendi şehrini nasıl yaşıyor? Paris ancak Parisli olmayan için mi “Paris”tir? Onlar için Londra, Berlin, İstanbul vb. bir yalnızlık mıdır örneğin? Siz İstanbul’da ya da soluk alıp yaşadığınız kentte nasılsanız, bir Parisli de öyledir kendi kentinde. Biz, kente gelip dışarıdan katılanlar; görenler, bir süre yaşayıp çekip gidenler oraya farklı anlamlar yükleriz. Bazen de keşif duygumuzun onlardan daha farklı olduğunu düşünürüz, bu belki de öyledir sahiden! Bunu da hissettiklerimize, yaşayıp ettiklerimize göre adlandırırız. Henry Miller için Paris kendini bulma, yazarlığını var edip kanıtlama alanıdır; Stefan Zweig içinse yaşama ve dostlarıyla buluşma mekânıdır. Dostoyevski ise biraz burun kıvırır Paris’e; “Batı dedikleri de bu muymuş,” gibisinden! BİR ŞEHRİ AŞKINLIKLA SEVMEK Paris sizi birçok yanıyla kendine çekiyor. Bunlardan da söz ediyorsunuz da kitabınızda. Örneğin pasajları, kitabevleri, kafeleri…Kendinizi duyumsadığınız yerler midir buraları? Bir kentin dokusunu var eden şeylerden bazılarının içinde bulursunuz kendinizi. Sürüklenirsiniz kimi kez. Yaşadıklarınız kadar okuduklarınız da size bunların kapılarını açar. Pasajlara ilgim Beyoğlu’yla başlar. 1950’lerin İstanbul’u; 1958 ya da ’59 olmalı: Halamın elimden tutup gezdirdiği pasajları Beyoğlu’nun. Büyülü, rengârenk bir dünyaydı. Düşünün ki, tek renkli bir taşra kentinden gelmişsiniz, karşınıza pasajlarda bambaşka bir dünya çıkıyor. Paris’in pasajlarını adımlarken bunu keşfettim. Benzersizdir halen pasaj içleri, apayrı bir dünyadır orada yaşanan. Yazmaya karar verirken de pasajları, fotoğraf makinem elimden düşmedi. Paris, biraz da pasajlarıyla var benim için. Kitabevlerini ve cafeleri kendi çalışma mekânım gibi algılarım bazen. Paris’te bu duyguyu derinden hissetmişimdir. Bu yüzden de vazgeçilmez yerlerim olmuşlardır. Kitaplara dokunmak, bir deftere kapanıp yazmak, satırlar arasında kendinizi bulmak. Paris’in dinginliğinde bunlarla yol alırken kapatırsınız kendinizi başka dünyalara. Bilirsiniz ki; bu süreç bir sağalma mevsimi gibidir, iyi de gelir insana. Yürümeyi, görmeyi öğrenirsiniz bu kentte. Binalara bakmayı, sokakların anlamını içinizde taşımayı, bir insanla ansızın karşılaşmanın sevincini içinizde filizlendirmeyi, ülkenizi özlemeyi, sevdiğiniz kokulara kavuşmayı… Eğer bir kent bunları yaşatıyorsa size, bunun için neden kitaplar yazılmasın, neden içinizde ona yer açmayasınız; neden bir kadının aşkını içinizde taşıdığınız gibi o kenti de aşkınlıkla sevmeyesiniz. Kentlere dair yazmak sizi kendine çeker. Sırada hangi kentler var, kitaba dönüştürecekleriniz neler? Erzurum: Bir Kentin Solgun Yüzü şu günlerde çıkmak üzere. Paris kitabının ardından anlamlı geldi bana, bakalım okurun yaklaşımı nasıl olacak? Gene farklı kentler üzerine bir kitap var okura ulaşacak olan: Geçen Zamanın İzinde. Ayrıca Girit ve Saraybosna üzerine iki ayrı kitap…Tümlenmesi için yeniden oralara gitmeye hazırlanıyorum. Benim İstanbul Çağım’ı yazıyorum…Heyamola Yayınları’nın isteği üzerine bir başka Erzurum kitabı (Yedi Cihan Kenti ) şu günlerde tümlenmek üzre, bir tür romans biçiminde yazıldı. Bana İzmir’i sevdiren Tarık Dursun K.’ya adadığım, onunla ve başka İzmirli yazarlarla/şairlerle gezinen bir anlatıcının gözünden İzmir’i yazmaya karar kıldım nicedir; bir de bununla uğraşıyorum. ? Paris Bir Yalnızlıktır/ Feridun Andaç/ Kavis Yayınları/ 230 s. SAYFA 13 K Feridun Andaç, Paris’le bir aşkâşık ilişkisi geliştirmiş... CUMHURİYET KİTAP SAYI 1040