14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D ürkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” sözü, öylesine söylenmiş bir söz değildir. Kültürü yaşama biçimiyle yorumlayacak olursak, yeni bir yönetim, bin yıldır bu topraklarda yaşayan insanları nasıl bir yaşama biçimine alıştıracak? İnsanın alıştığı yaşama biçimini değiştirmesi kolay değilse de, değişmeyen en önemli gerçeğin “değişim” olduğu bilindiğine göre, yeni bir kültüre alışmak gerekecektir. Anadolu insanı göçebelikten yerleşik kültüre geçerken nasıl bir değişime uğradı? Yürüyüşüne, oturuşuna, bakışına nasıl bir anlam yerleşti? Konuşma biçimi bile değişmedi mi? eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Cumhurbaşkanlığı Ödülleri “T “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri”nde “hat sanatçısı” Uğur Derman’ın, ağzında akide şekeri varmış gibi, söyleşi tadındaki konuşmasını dinlerken dalıp gitmişim. “Hat Sanatı” dediğimiz, eski yazıyı ince bir hünerle dokumak, günümüz sanat anlayışları içinde artık anı değeri taşımış olsa bile, geçmiş zamana dalmanın üzgünlüğünü yaşarız. Uğur Derman bilimsel çalışmalardan geçen bir cumhuriyet aydını. Cumhuriyet devrimlerinin gerekli olduğuna inanıyor ama, geçmişin yitip gitmesine de gönlü katlanamıyor. Bu nedenle “Hat Sanatı”nın yaşatılmasına çalışıyor. “Hat Sanatı” ile “Ebru Sanatı”nda “Soyut Sanat”ın köklerini araştırmak olanağı var mı? İzmir’deki evimizin konuk odasında, talik yazıyla süslü bir levha vardı: “Bu da geçer yahu!” Bu sözde yaşama kültürünü özümseyen insanın aldırmazlığını aramak gerek. Belki de o dargınlıkta kötülük toplumuna gönderilen ince bir sitem var. İzmir’deki evimizin bir başka odasında bir levha daha vardı: “Gariki bahri isyanım Dahilek ya Resulallah!” Günümüz Türkçesine şöyle yakıştırmak uygun düşer mi? “İsyan denizinde boğulup kaldım Kurtar beni ey Tanrı’nın elçisi!” İnsana daral gelen öyle durumlar var ki, içimize sinen bir yaşama kültürü, belki kalıtımla geçen bir özellik, katlanmanın gücü olarak anlam kazanıyor. İnsan, “Bu da geçer yahu!” derken, “kötülük çağı”nın çürüyüp gideceğine; iyinin, güzelin, doğrunun yaşayacağına inanıyor. Eskilerden gelen, hücrelerimizin çekirdeğine giren bir inanç bu! AYAKÜSTÜ SÖYLEŞİLERİ “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri” töreninden sonra, elimizde içki bardağı, ayaküstü söyleşilerinde; ödül alanları, özel konukları, kültür ortamını ayrıca değerlendirme alışkanlığımız var. Sanat çevresinden gelip de kendini önemsemeyen insan olur mu? Şarkıcıdan besteciye, yazardan yayıncıya, sinema yapımcısından eleştirmene, siyasetçiden devletin yüksek katında çalışanlara dek, ödül ortamanın büyüsüne kapılmış bir topluluk... Nuri Bilge Ceylan; alışmadığımız bir kurguyla doğayı, kasabayı insanlaştırırken, sıradan oyunculara ustalık kazandırırken ıssızlığı şiirleştiren bir sinemaya yöneldi. Nice ustaların yanında genç sayılacak bir yönetmendi. Kolaycılığa kaçmadığı için sıradan izleyiciler onu yadırgamış olabilir. Ama o genç adam, Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü alırken; “Ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum” diyecek bir olgunluğa ermişti. Bir ülkenin yalnızlığında hakkı yenmişliğin soyluluğu vardır. İşin kolayına kaçan nice usta yönetmen, o yalnızlığın şiirini kolayca öğrenemez. Söz sinemadan açılmışken, ayaküstü söyleşilerin tadını çıkardığımız arkadaşları anlatayım. Yapı Kredi Yayınları’nı yöneten Raşit Çavaş’a takılıyorum: “Artık Türk Edebiyatının simgesi Yapı Kredi Yayıncılık mı sayılacak?” Raşit Çavaş, Oğlak Yayınları Genel Yönetmeni Senay Haznedaroğlu’ya gülümseyip açıklıyor: “Oğlak Yayınları, Nahit Sırrı Örik ile Mithat Cemal Kuntay’ın bütün kitaplarını yayımladığına göre, bizim Türk Edebiyatı’nı yaşatmaya çalışmamız hep eksik kalacaktır.” Söz sinemadan açılmışken Oğlak Yayınları’nın “Sinema Tarihi”ni anımsamamak olmaz. Rekin Teksoy’un iki ciltlik, 1300 sayfayı geçen bu kapsamlı kitabında, anısına adadıkları arasında, ağabeyim Âlim Şerif Onaran da vardı. Onun Türk sinemasına desteği, Sansür Kurulu’nda görev aldığı yıllarda başlar. İzlenen filmin senaryosu yoktur. Bir sayfalık bir kâğıda filmin konusunun özeti (Sinopsisi) yazılmıştır. Üstelik film o özete de tam uymaz. Ama Âlim Şerif, bir filme verilen emeğin önemini bildiği için, o filmi kurtarmaya çalışırdı. Ayaküstü söyleşiye katılanlardan biri, Safa Önal, yüzlerce senaryoya emek veren, alçak gönüllü bir yazardı. Hep bilirdik ki iyi bir senaryo yönetmene de, oyunculara da yol gösteren bir özellik taşır. Rekin Teksoy’un “Sinema Tarihi”ni okuyanlar Türk sinemasının da nasıl bir değişim gösterdiğini yakında öğreneceklerdir (TÜRK SİNEMASI, 2 Cilt, Bugüne Kadar Türkiye’de Yazılmış En Kapsamlı Sinema Kitabı. Oğlak Yayınları, 2005). YAZARLAR, YAYINCILAR Yayıncılık kesiminin sorunları da ayaküstü söyleşilerde dile getiriliyordu. Arkadaş Yayınları’nı kuran Cumhur Özdemir, Turkuaz Yayınları’na kişilik kazandıran İlknur Özdemir, Everest Yayınları’nı genişleterek yayıncılıkta öne geçen Faruk Bayrak da köşkün konukları arasındaydı. “ ‘Bilgi Yayınları’nın kurucusu Ahmet Tevfik Küflü’yü göremiyorum” dedi Raşit Çavaş. “Yaşı 80 oldu ama gene işinin başında. Belki de özürü çıkmış da gelememiştir” dedim. “Yayıncılığın ustasıdır. Ondan çok şey öğrendik. Ona saygı borcumuz var” dedi Raşit Çavaş. Yayıncılık kesiminde dalgalanmalar olur. Kimi yazarlar bir başka yayınevine geçer. Artık töre anlayışı çıkar anlayışına dönüşmüştür. Yayınevleri arasındaki uzlaşmalar da yarar sağlamaz. Bir ara Hilmi Yavuz’la konuşuyoruz. Kuşkusuz kültür alanları, sanatın sınırları bir hayli geniştir. Ama edebiyat, değişik alanlarıyla bütün sanatları kapsar. Bu ödüller arasında edebiyat sıra dışı tutulmalı, bir başka ödülün yanında her zaman yer almalı. “Acaba bu ödülün sınırı nedir?” diye bir soru akla geliyor. Hilmi Yavuz belli bir sınır çiziyor: “Yüz binden az değildir.” Oysa “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülleri” nin parasal değil, onursal bir değeri vardır. Geçen yıl edebiyat ödülünü kazanan Yaşar Kemal böyle bir onura değer görülmüştü. Yaşar Kemal’in kişiliğinde iç barışın sağlanması, hiçbir parasal güçle ödenmeyecek bir onurdu. Zaten Hilmi Yavuz da ödülün ille parasal olması gerektiğini söylemiyor, gerekiyorsa belli bir sınır çizmek uygun olur diye düşünüyor. SABANCI MÜZESİ Yüzündeki üzgün gülümseme ona yakışan, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Sakıp Sabancı Müzesi adına ödül alırken, böyle bir ödülle onurlandırılmanın kendilerine yeni sorumluluklar yüklediğini söyledi. Bir müze düşünün ki, derlenmiş nice önemli eserlerin yanı sıra; Rodin’i, Dali’yi, Picasso’yu İstanbullularla tanıştırmıştır. Bu sorumluluğu parasal olarak ödüllendirmek yadırganmaz mıydı? Ama Güler Sabancı, sorumluluklarından biri olarak, o görkemli kuruluşun adına, parasal değeri yüksek bir edebiyat ödülü koysa, yüzündeki gülümseme daha içten bir anlam kazanmış olmaz mıydı? SEÇİCİ KURUL Kuşkusuz seçici kurulun başında, divan şiirimizin usta yorumcusu, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen gibi bir kültür insanının bulunması, ayrıca Doğan Hızlan, İskender Pala gibi iki usta edebiyatçının olması bu ödülleri daha da değerli kılmaktadır. Ödüller, ülkemize gölgesi düşen yalnızlıkta yankılanırken yeni umutlara yol açacaktır. “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” sözü boşuna söylenmemiştir. Kültürün sınır tanımadığını da bilmemiz gerekir. Yeni bir toplum kurmak eskiyi yadsımak anlamına gelmez. Ama önemli olan kültürün yeni boyutlarını geliştirmektir. Değişik kültür alanlarına göre yeni seçici kurullar oluşturmaktır. Köşkün konukları arasında Vecdi Sayar da vardı. Onunla ayaküstü söyleşilerinde belediyelerin kültür siyasetini de konuştuk. Özellikle sinema kültürü olan Vecdi Sayar’ın seçici kurulda yer alması uygun olmaz mıydı? Köşkün konuklarına bakarken değişik görüşteki sanatçıların, kültürün incelikleriyle kişiliklerini geliştiren devlet adamlarının ödül sevinciyle kaynaşmalarını anlamlı buluyorum. Cumhurbaşkanlığı ödülleri köşkün bir kültür ortamı olma umudunu da yaşatıyor. BARIŞ KÖPRÜLERİ Cumhurbaşkanlığı genel sekreterlerinin köklü bir sanat kültüründen gelmeleri rastlantı olmasa gerek. Bu arada iki rübai ustası, Cemal Yeşil ile Fuat Bayramoğlu’nu özellikle anımsıyorum. Mustafa İsen bu görevi üstlendiği zaman edebiyat insanlarını hiç unutmadı. Kimi zaman ona ayrılan evin bahçesinde edebiyat tarihçilerini, kimi zaman köşkün bir yerinde Ankara’daki edebiyatçıları toplayarak değişik görüşteki edebiyat anlayışları arasında köprüler kurmak istedi. Belki de ülkemizin gereksinim duyduğu gerçek barış, değişik görüşteki edebiyatçıların birbirini anlamalarından geçecektir. Feyzi Halıcı, Ebubekir Eroğlu gibi ozanlarla Abdülkadir Budak, Aydın Şimşek gibi ozanlar bir arada söyleşiyorsa; gizemli anlayışla toplumcu anlayış gerçek şiirin dokusunda yaşayabiliyorsa, uzlaşmayı doğal saymak gerekir. Ama şiir yok da “belagat” varsa, içi boş iri sözlerle kendini oyalayan ozanlar gizemci ya da toplumcu anlayıştan güç alacaklarını umuyorlarsa, değişik görüşteki edebiyat anlayışları arasında köprüler kurmak olanağı bulunamaz. Bir zamanlar Atatürk’ün sofralarında kültür tartışmaları yapılırdı, Hep özel kişilerin katıldığı o nitelikli çevreden Cumhurbaşkanlığı ödüllerinin verildiği çevreye geçerken, ayaküstü söyleşilerinin anlamını yitirdiğini görüyoruz. Ankaralı edebiyatçıları topladığı zaman Mustafa İsen’e anımsatmıştım: Kısa tanıtımların ötesinde, belli bir konu üzerinde tartışarak birbirimizi daha iyi tanıyamaz mıyız? Belki bir akşam sofrasında buluşmak birbirimize pek de yabancı olmadığımızı gösterecektir. Siyasetin kirlettiği kültür ortamını edebiyatın, geniş ölçüde sanatın temizleyeceğine inanmak boş bir hayal olmasa gerek. Buna gülüp geçenler olabilir. Olsun. Böyle bir düşlem gücünde yaşamak bile barış içinde yaşamak umudunu canlı tutmaya değer.? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1040 Mustafa Şerif Onaran SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle