Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y D eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr ‘Emile’ çeyrek binyıl sonra eksiksiz olarak Türkçede Aydınlanma’nın Romantik düşünürü ünya edebiyatının klasiklerini dilimize çevirme uğraşı, belli ki, uzun soluklu bir süreci gerektiriyor. Hiç kuşku yok ki, Batı ve Doğu klasikleri Türkçeye ilk kez Hasan Âli Yücel’in millî eğitim bakanlığı döneminde (193546) kurulan Tercüme Bürosu’nca çevrilmedi. Kimi klasikler, daha önceki yıllarda Osmanlıcaya da çevrilmeye başlamıştı. Ama Tercüme Bürosu atılımının, belki de bu alanda devlet eliyle gerçekleştirilen ilk ve son sistemli çalışma olduğu söylenebilir. 1939 Mayısında düzenlenen I. Türk Neşriyat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda kurulan Tercüme Bürosu’na, Batı ve Doğu klasiklerinin yanı sıra Tercüme dergisini yayımlama görevi de verilmişti. Dönemin ve geleceğin ünlü yazar, şair ve çevirmenleri klasik yapıtları birbiri ardı sıra Türkçeye kazandırırlarken, Tercüme dergisinde de edebiyat ve düşün yapıtlarının çevirileri, çevirileri konu alan tanıtma ve değerlendirmeler, Türkiye’deki ve dünyadaki çeviri çalışmalarına ilişkin haberler, çeviri sorunları üstüne denemeler yer almıştı. İlk sayısı 19 Mayıs 1940’ta yayımlanan ve aralıklarla 87 sayı çıkan Tercüme dergisinin kimi sayılarına ilk kez 1960’larda dayımın kitaplığında rastladığımı, Azra Erhat’ın Sappho çevirilerini, Azra Erhat ve A. Kadir’in İlyada çevirilerinden bölümleri orada okuduğumu anımsıyorum. Devlet yapısı içinde bir daha da Tercüme Bürosu atılımı ölçeğinde, o ruhu ve coşkuyu taşıyan bir çalışmaya tanık olunmadı. Ne ki, o günlerden uzun yıllar sonra, yayınevlerinin klasikleri asıllarından ve eksiksiz olarak çevirtip yayımlamak için birbirleriyle yarışa kalkışmalarının, klasiklerin yayıncılar ve okurların gözünde bu denli değer kazanmasının temellerinde hiç kuşkusuz Tercüme Bürosu ruhunun yadsınmaz bir payı vardır. Evet, daha yakın dönemlere baktığımızda, 1970’lerde ve 1980’lerin başlarında Hür Yayın’ın okurlara sunduğu Dünya Klasikleri’ni unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Enis Batur’un Yapı Kredi Yayınları’nda görkemli bir çıkışla başlattığı ve bugün de bir ölçüde süren Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi, bugüne değin pek çok önemli kitabı nitelikli çevirilerle dilimize kazandırdı. Saymakla bitmez ama, örneğin Cervantes’in Don Quijote’si, ilk yayımlanışından tam 391 yıl sonra Roza Hakmen’in aslından yaptığı eksiksiz çeviriyle ilk kez Kâzım Taşkent’ten çıkmıştı. Klasiklere daha önceki dönemde de önem veren Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, birkaç yıl önce başlattığı Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi kapsamında edebiyat ve düşün klasiklerinin özenle Türkçeye çevrilmesini sağlıyor. Can Yayınları’nın Dünya Klasikleri Dizisi’ni de yabana atmamak gerekir; özellikle 18. ve 19. yüzyıllar dünya edebiyatının başyapıtlarını çok geniş bir yelpazede sunan bu diziden son zamanlarda Machiavelli’nin Prens’inin Kemal Atakay çevirisiyle, Hindistan kaynaklı masal klasiği Tutînâme’nin de Behçet Necatigil’in kaleminden yayımlandığını vurgulamakta yarar var. Yine son yıllarda, Cumhuriyet Klasikleri, Hasan Âli Yücel döneminin Millî Eğitim Bakanlığı klasiklerini unutturmamaya yönelik bir kapak tasarımıyla pek çok dünya klasiğine yer verdi. Rekin Teksoy’un, Oğlak Yayınları’ndan çıkan yetkin Decameron, İlahi Komedya ve Prens çevirilerini de unutmamalı. Bence, bu sözünü ettiğim çabaların başlıca önemi, klasik yapıtların artık özenli çevirilerle, asıllarından ve eksiksiz biçimde çevrilmesinde yatıyor. Bu zorlu uğraşın seçkin örneklerinden birine, Cumhuriyet Kitap’ın 23 Nisan 2009 tarihli 1001. sayısında yer vermiştim. Reşit Aşçıoğlu, İtalyan bilgin Galileo Galilei’nin İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog adlı yapıtını, ilk yayımlanışından 477 yıl sonra İtalyanca aslından ve eksiksiz olarak Türkçeleştirmişti. İş Bankası Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nden çıkan bu yapıtın ardından, aynı diziden, bu kez Aydınlanma’nın Romantik düşünürü JeanJacques Rousseau’nun Emile ya da Eğitim Üzerine adlı yapıtı yayımlandı; ilk yayımlanışından tam 247 yıl sonra Yaşar Avunç’un Fransızca aslından yaptığı eksiksiz çeviriyle. Yazar, düşünür ve siyaset kuramcısı JeanJacques Rousseau, Aydınlanma çağında yetişmiş ve Diderot’la birlikte Aydınlanma’nın temel yapıtlarından Encyclopédie çevresinde toplanan filozoflar arasında sivrilmiş olmakla birlikte, uygarlık eleştirisi ve doğaya dönüş önerisiyle Romantik akıma öncülük etmiş, monarşiye karşı halk iradesinin üstünlüğünü savunmasıyla da Fransız Devrimi ve özellikle Jacobenleri etkilemiştir. Ünlü Toplum Sözleşmesi (1762) adlı yapıtı ve İtiraflar’ının (1782) yanı sıra, Emile ya da Eğitim Üzerine, kendi deyişiyle “tüm yapıtlarının en iyisi ve en önemlisi”dir. Döneminin egemen anlayışlarını altüst ettiği için, yayımlanır yayımlanmaz Paris ve Cenevre’de yasaklanan ve yakılan Emile, yalnızca eğitimin doğasını değil, insanın doğasını da didik didik eder. Giderek, birey ile toplum arasındaki ilişkiye ilişkin temel siyasal ve felsefi sorunları ele alır. İnsanoğlunun doğasında var olan “iyilik”, gittikçe yozlaşan bir toplumda nasıl korunacaktır? Yapıtın açılış tümceleri de, Rousseau’nun bu yaklaşımını ortaya koyar: “Her şey, Yaratıcı’nın elinden çıktığında iyidir; insanoğlunun elinde bozulur. İnsanoğlu bir toprağı başka bir toprağın ürünlerini beslemeye, bir ağacı başka bir ağacın meyvelerini taşımaya zorlar; iklimleri, elementleri, mevsimleri birbirine karıştırır, her şeyi altüst eder, her şeyin biçimini değiştirir, biçimsizliği, aykırı yaratıkları sever; hiçbir şeyi, hatta insanı bile, doğanın yaptığı şekliyle istemez. İnsanın, eğitim yerinde eğitilen bir at gibi, kendisi için eğitilmesi gerekir; onu, bahçesindeki bir at gibi, kendi tarzında yetiştirmelidir…” Evet, Rousseau, Sanayi Devrimi’nin Batı toplumlarını, yaşam biçiminden ahlakına, tepeden tırnağa allak bullak edeceği dönemin öngününde, uygarlığın geldiği aşamayı yüreklilikle tartışır Emile’de. Onu kalıcı kılan da, günümüzde gittikçe yoğunluk kazanan bu tartışma değil midir? ? JeanJacques Rousseau’nun Emile ya da Eğitim Üzerine adlı yapıtı, tam 247 yıl sonra Yaşar Avunç’un Fransızca aslından yaptığı eksiksiz çeviriyle yayımlandı. MÜREKKEBİ KURUMADAN ‘Çocukluğu hiç tanımıyoruz’ eanJacques Rousseau, Emile’in önsözünde, ilk kez 1762’de yayımlanan bu kitabının özüne ışık tutar. Rousseau’nun önsözünden tadımlık bölümlerin, eğitim üstüne, özellikle de çocuk eğitimi üstüne kafa yoran okurlara yapıta ilişkin bilgi vereceğini sanıyorum. Düşünürün eğitim SAYFA 6 J konusunda söylediklerinin büyük bölümünün, bizi günümüz eğitimi üstüne düşünmeye, kimi zaman da kara kara düşünmeye yöneltmesi bile, Emile’i bir klasik kılmaya yeterli kanımca. “… Çocukluğu hiç tanımıyoruz. Çocukluk hakkındaki yanlış düşüncelerde ne kadar ileriye gitsek o ölçüde yanılgıya düşüyoruz. En bilge kişiler, çocukların neleri öğrenmek durumunda olduklarını göz önünde bulundurmadan, insanlar için öğrenmenin önemli olduğu düşüncesine saplanıp kalıyorlar. Çocuğun içinde hep yetişkini arıyorlar; onun yetişkin olmadan önce ne olduğunu akıllarına bile getirmiyorlar. Benim yöntemim boş düşlere, kuruntulara dayansa ve yanlış olsa bile düşüncelerimden her zaman yararlanılabilmesi için, özellikle bunu incelemeye giriştim. Yapılması gerekeni çok yanlış görmüş olabilirim, ama üzerinde çalışılması gereken konuyu çok iyi görmüş olduğumu sanıyorum. Öyleyse, öğrencilerinizi daha iyi incelemekle işe başlayın, çünkü onları hiç tanımadığınız gayet kesin. İmdi, bu kitabı bu açıdan okursanız, sizin için yararsız olacağını sanmıyorum. (…) “Düşüncemi özgürce açıklarken bunun kendisini otorite olarak kabul ettirmesini o kadar az istiyorum ki, ölçülüp tartılarak yargılanmam için bu düşünceye daima nedenlerimi ekliyorum. (…) “Bana, yapılabilir şeyler öner deniyor durmadan. Sanki şunu demek istiyor gibiler: Yapılan şeyi yapmayı önerin ya da hiç olmazsa var olan kötüyle bağdaşan bir iyiyi önerin. Böyle bir tasarı, kimi konularda, benim tasarılarımdan çok daha ham hayaldir, bu bu bağdaşmada iyi bozulur, kötü de iyileşmez. (…) Analar, babalar; yapılabilir olan, yapmak istediğinizdir. Sizin iradenizin sorumluluğunu ben mi yüklenmeliyim?..” ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1004