04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Say’la ‘Müzik Nedir, Nasıl Bir Sanattır’ üzerine ‘Müziği öğrenmek isteyenler için bir reçete’ Ahmet Say’ın Evrensel Basım Yayın’dan çıkan Müzik Nedir, Nasıl Bir Sanattır? başlıklı kitabı, müzik sanatı hakkında yeterince bilgisi olmayan, ama bir yandan da müziğe ilgi duyan yurttaşlar için hazırlanmış. Tuncer Uçarol, Ahmet Say’la kitabını konuştu. nudaki bilgileri öğrenmek için nereden ve nasıl başlayacağı hakkında hiçbir görüşü yoktur onların. Ben kitabımda hem anlaşılır olan hem de müzik sanatının temeli sayılabilecek konuları ele aldım. Müzik sanatı hakkında bilgi edinmek isteyen insanlarımız için belki bir reçete çıktı ortaya. Bu tür halk kitapları her alanda olsa… Evet, her alanda olsa bilgilenme bakımından eksikler birçok yönden giderilir. Bir zamanlar Yaşar Nabi’nin yönettiği Varlık Yayınları arasında her alana yönelik aydınlatıcı kitaplar yayımlanmıştı. Çünkü aydınlanma önemseniyordu o dönemlerde. Siz nasıl bir müzik eğitimi aldınız? Yedi yaşımda İstanbul’da özel dersler alarak piyanoya başladım. Birkaç yıl içinde hızlıca ilerledim. Hatta “çocuk işi” besteler yapıyordum. Felsefe öğretmeni olan annem beni İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın ünlü hocası Ferdi Statzer’e götürdü. O benim yeteneğimi önemsedi ve Konservatuvar’a yazıldım. Yıl 1946. Hem ortaokula gidiyordum hem konservatuvara. Birkaç yıl sonra ortaokul öğrenimiyle müzik öğrenimini birlikte götüremeyeceğim anlaşıldı. Ailem müzikçi olmamı istiyordu; bense “davulcu, zurnacı” olarak tanınmak istemediğim için konservatuvarı bırakıp liseye devam ettim. Liseden sonra basınyayın alanında altı yıllık bir Almanya öğrenimim var 19541960 yıllarında. Yanında pansiyoner olarak kaldığım ev sahibim, tanınmış bir emekli müzikologdu. Beni çok etkiledi. Onunla tartışabilmek için müzik ve müzikoloji üzerine kitaplar okumaya başladım. 1960’da Türkiye’ye döndüğümde tutku dolu bir müzik derlemecisi olarak Bingöl’e gittim. Bu kentte ve Erzincan’da halk eğitimci olarak görev yaptım ve ele geçirdiğim olanaklarla derleme çalışmalarımı geliştirdim. Söz konusu çalışmamın sonunu merak edenler, benim “Güneşin Savrulduğu Yerden” (Bingöl Hikâyeleri) adlı kitabımı okuyabilir. DÜNYADA MÜZİK KİTAPLARI... Kitabınızı toplumcu bir müzik kuramcısı, bir müzik tarihçisi olarak yazmışsınız. Böylece müzik kurumunun, müzik sanatının serüveni gerçekten daha iyi kavranıyor. Merak ettim, öteki müzik kitapları bizde ve dünyada nasıl yazılmış? Bizde bu türde, halk için yazılmış başka müzik kitabı yok ki “ötekiler” söz konusu olsun… Ben, doğru olduğuna inandığım şekilde, bildiğim gibi yazdım. Dünyadaki bu tür popüler kitaplara gelince… Uygar ülkelerin müzik yazarları ve yayıncıları bu alanda çok usta… Kitabınızda örneğin Beethoven anlatılmış ama Fransız Devrimi ve etkileri önde… Kitap, müzik açısından neredeyse devrimler ve toplumsal düşünceler kitabı da olmuş… Bu kitaba “Toplumcu Bakışla Müzik Sanatı” da diyebilir miyiz? Söylemek istediğinizi anlıyorum, ama böyle iddialı yakıştırmalar bence gereksiz. Özet de olsa bir müzik tarihi çalışması yapılıyorsa, tarih kavrayışından yoksun bir değerlendirme zaten düşünülemez. Şiiri, resmi, müziği tanımak için tarih, felsefe de bilmek gerekiyor galiba... Evet, tarihsel koşulları kavramadan, o koşulların belirlediği düşünsel/sanatsal akımları anlamak ve anlatmak olanaklı değil. Ë Tuncer UÇAROL ir eleştiri ile başlayayım!.. “Müzik Nedir, Nasıl Bir Sanattır?” adlı kitabınızın arka kapağında roman ve öykü kitaplarınızın adları belirtilmiş, müzik kitaplarınız hiç belirtilmemiş... Oysa sizin yeni basımları da yapılan birçok müzik kitabınız var. Onların adlarını, ilk baskı tarihlerini açıklar mısınız? Özetleyeyim: Üç ciltlik bir “Müzik Ansiklopedisi”, her biri 600 sayfa dolayında olan “Müzik Tarihi” ve “Müzik Sözlüğü”, örneklerle beslenmiş bir müzik teorisi, ayrıca “Müzik Öğretimi” gibi, konservatuvarlar ve üniversitelerin müzik bölümü öğrencileri için kitaplarım var. Onlar ve öteki müzik kitaplarım hakkında geniş bilgiyi web sitemde bulmak olanaklı: www.ahmetsay.com.tr Sizi daha iyi tanımak için bir başka soru: Kitabınızın arka kapağında, “müzik eleştirmeni, müzik yayıncısı” ve “müzik yazarı” diye tanıtılmışsınız… Oysa toparlayıcı, eğitici kitaplarınız var. Ben sizi müzikbilimci olarak görüyorum. Ne dersiniz bu konuda? “Müzikbilimci” nitelemesi benim için iri bir laf. Müzikbilim (müzikoloji), Avrupa ülkelerinde, örneğin Almanya’da on beş yarıyıllık bir lisans öğrenim sürecini kapsar. Böyle uzun ve yüklü bir öğrenim yapmadığım için, açıkçası müzikbilim alanında “alaylı” olduğum için “müzikolog” olarak nitelenmeyi yerinde bulmuyorum. Evet, üniversitelerde ders kitabı olarak kullanılan birçok kitap yazdım. Çok görmeyin, birçok alanda (özellikle matematikte), “alaylı” diye bilinenlerin “mektepli”leri solladığı bilinir. Peki, size kestirmeden “müzik yazarı” diyelim mi? Evet ama, uluslararası kongre ve sempozyumlarda sunulmuş bildirilerimi, ayrıca yazdığım yüzlerce müzik eleştirisi çalışmasıyla “eleştirmen” yönümü de düşünerek… Kitabınız çok kolay okunuyor. Türkçesi arı. Toparlayıcı. İlgi çekici. Müzik kurumunu, müzik sanatını ben de ilk kez tümüyle kavradım. Bu biçemi oluştururken neler düşündünüz? Ülkemizde okullarda uygulaması yapılan müzik dersleri, insanımıza özlü bir müzik kültürü kazandırmıyor. Çocuklarımız, okul döneminden sonra müzik kültürünün kırıntısını bile koruyamıyor. Dostlarım arasında sıkça gözlemlediğim bir durum var: Sohbet masasında konu müziğe gelirse bazı arkadaşlar sıkıldığını belli ediyor. Aslında bütün aydınlarımız müziğin değerli bir sanat dalı olduğunda birleşir. Ama bu koSAYFA 16 B MÜZİK KÜLTÜRÜ Şiir için de önemli olan bir soru sormak istiyorum: Kitabınızda 1950 sonrası müziğindeki yenilikler için diyorsunuz ki; “Bütün bu akım, stil ve teknikler, çağın müzikal gelişimini izlemeyenlere anlamlı gelmemiş, bu nedenle söz konusu yeniliklere müzik dinleyicisinin çoğunluğu kayıtsız kalmıştır. Yeni kuşak besteciler buna karşın, seçtikleri doğrultuda çalışmayı ısrarla sürdürmüşlerdir. Bu karşıt tavır, yeni müzik bestecilerinin kitlelerden kopmasını getirmiştir (…) müzik sanatı bir çıkmaz içine girmiştir” (s. 164). Bugün de çıkmazda mıdır müzik? Avrupa müzik kültürü açısından soruyorsanız istediği kadar çıkmazda görünsün, yaratıcılar ne yapar eder, çıkar yol bulur. Türkiye’de de yeni kuşak besteciler, özgün eserleriyle uluslararası planda geniş ilgi görüyor. Şiirimizin baş aşağı gideceğini düşünemiyorum. Geleneğimiz buna izin vermez. Şiir dikine gider, yükselir, uçar. Bu noktada bir şey aklıma geldi: Siz kitabınızda “popüler müzik”e de saygı duyduğunuzu yazıyorsunuz. (Ben de artık “popüler şiir” üzerine düşünmeye başladım… Ona da saygı göstermeliyiz…) Örneğin siz caz müziği için“popüler müziğin yüksek sanat düzeyini temsil eder” (s. 185) diyorsunuz; bunu ben“caz da nitelikli müziktir” diye anlıyorum… Ayrıca geçmişte opera vardı ve halka açılan müzik giderek “operet, vodvil, revü gibi müzikli sahne sanatlarının sevilen şarkıları”nı oluşturdu diyorsunuz; “18. yüzyılda sosyete danslarına eşlik eden müzikler, 19. yüzyılda vals ve polka müzikleri” de zaten öyleydi (s. 31) diyorsunuz… Popüler müziğin bu gibi açılımları; müzik için, halk için, yaşam keyfi için bir çıkış sayılmaz mı? Sayılır… Çünkü her şeyin ağdalısı müşteri kaçırır. Popüler sanat ise kitlelerin dikkatini sanata yöneltmek, müziği yaygınlaştırmak için kullanılabilecek etkili bir yoldur. Bizim popüler müziğimizde saygı duyacağımız parçalar yok mu? Var! Hem de çok sayıda. Ama bu parçaların adını bana sormayın lütfen. “Eksik” olan bir döküm, “yanlış” demektir. Ayrıca, bu tür sevilen parçalar insanına göre değişiyor. Şiirin de çıkmazda olduğu hep konuşulur. Şiir kitapları satmıyor. Okuyucular kapalı şiire giremiyor... Elbet incelikli müzik yapılmalı, incelikli şiir de yazılmalı ama bunlar gerçekte laboratuvar işleri. Yani meslek içi etkinlikler… Televizyonu, uzay aracı yapımını halk biliyor mu? Bilmiyor. Ama televizyonu kullanıyor, uçağa binebiliyor… Bu tür birinci halka çalışmalar, sa natta da halka dayatılmamalı gibi… Ne dersiniz? Doğru. Ben her sanat dalında (resimde, müzikte, şiirde vb.) popüler örneklere saygı duyuyorum. Örneğin, bir Behçet Kemal Çağlar, bir Ümit Yaşar Oğuzcan, bir Şemsi Belli, Türkiye’de şiirin yaygınlaşmasında, sevilmesinde hizmet görmüştür. Esat Mahmut Karakurt’un romanları da kitap okumayı yaygınlaştırmıyor muydu bir zamanlar? Dilerseniz, “popüler sanat”ı yerinde bırakıp sanatta yenilikçiliğe geçelim. Ben şöyle görüyorum: Bütün yenilikçiler, sanatta devrim yapan bütün sanatçılar büyüktür. Onlar başlangıçta anlaşılmamış, eserleri yadırganmıştır. Beethoven’in bestelediği son piyano sonatları, çağına göre çok, hem de çok ileridir. O dönemde bu eserlerin sıçramalı/ ilerici özünü sezenler vardı, ama onlar pek azdı. Türkiye’de ise örneğin “Türk Beşleri”nin eserlerini severek dinleyenler birkaç bin kişiyi geçmemiştir. Şiire dönersek… Bizde Ece Ayhan, İlhan Berk gibi şairlerimizin “kapalı” denen “öncü” anlayıştaki şiirlerine başlangıçta gülümseyenler çıktı, ama gün geldi, örneğin Ece’nin 1960’lardaki “Mor Külhani” şiirinden aşırılmış dizeleri reklamcılar bile kullandı… Bu kitabınız kimlere sesleniyor bu durumda? Müzikten anlama olanaklarını yakalayamamış bulunan, ama bu sanata saygı duyan, onun örneklerini bilinçle dinlemek için temel bir müzik kültürü bilgisine sahip olmak isteyen bütün aydınlarımıza, giderek bu kitabı kitapçıda gören ve onu almak için istek duyan bütün yurttaşlarımıza sesleniyor… Eleştirel bir soru geliyor! Bazı yazarlar “halk oyunları” dedi diye, “halk dansları” demiyor diye, Türkçenin arılaşmasına çaba gösterenlere kitabınızın 216, 218, 231. sayfalarında demediğinizi bırakmamışsınız!.. “Uydurukçu Türkçeciler” diye de birkaç kez yüklenmişsiniz… Siz de o arılaşmanın bulduğu buluşturduğu birçok sözcüğü kullanıyorsunuz… “Yalınç” gibi hiç de işlek olmayan bir sözcüğü sık sık kullanmışsınız örneğin. Sadece 216. sayfanızda bile Türkçenin özleşmesine çaba gösterenlerin dolaşıma soktuğu epey sözcüğü kullanıyorsunuz. Bunların hepsi de Ali Püsküllüoğlu’nun ünlü “Öz Türkçe Sözlük”ünde var... Haksızlık değil mi bu? Açık söyleyeyim: Dilimizin özleşmesinden, arılaşmasından yana olduğum halde, ben hiçbir zaman “Öz Türkçe” denen ayrı bir dil olduğunu kabul etmedim. “Türkçe” bana yetiyor. Masamın üzerinde “Öz Türkçe Sözlük” değil, “Türkçe Sözlük” var. Ayrıca “OsmanlıcaTürkçe Lugat”a da gerektikçe bakarım. Türkçeyi savunurken “Öz Türkçeci” arkadaşlara haksızlık ettiğimi düşünmüyorum. Bir sözcüğe “Öz Türkçe” karşılık önerirken kimi zaman Türkçenin tadını tuzunu kaçırdı onlar. Bakın, Türkçe bir “takı dili”dir, yeni bir sözcüğe takıların gelebileceğini düşünmeden öneride bulunursanız komik olursunuz. Örneğin “aşk” sözcüğüne karşılık olarak “sevi” de¥ diler. Peki “âşık” nasıl diyecekler, CUMHURİYET KİTAP SAYI 1004
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle