04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K izim yazınımız, adı konulmamamış olmakla birlikte bir “duygusallık” döneminden geçerek bugünlere geldi… Zanaattan beklenebilecek gündelik kullanıma yönelik yararlar nelerse sanatsal bağlamda yazılı metinden beklenenler de belki bu yönde eşik oluşturdu; toplum öykü, roman vb. yazılı metinleri de bu yönde eğdi, kimbilir. Ancak görünen o ki, yazınımız okuru çeşitli yollardan etkilemeyi, şaşırtıp kışkırtmayı, ona dalkavukluk yapmayı, ikiyüzlü olmayı yani duygusallığı bir meslekmiş gibi algıladı. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Öyküde erkek duyarlığı: Bilimciler, gerek düşünüş, duyuş gerekse davranış, tutum bağlamında kimi verilerden kalkarak kadınların daha usçu, erkeklerinse daha duygusal olduğunu savlıyor… Buna göre sanatsal yaratım süreci kadınla erkeğin taşıdığı genetik özellikler, koşullar çerçevesinde ortaya çıkıyor, kadınla erkek yazar arasında bir duyarlık eşiği farkı oluşuyorsa eğer, bu durum onların yazarlığında nasıl bir yönsemeye yol açıyor? Duyarlığın kadın, duygusallığın erkek yazar için genetik yönseme olacağı öngörüsünden hareketle, herhangi kadın yazarda duyarlığın değil duygusallığın ne ölçüde göründüğü, erkekte ise duygusallığa sırt dönülüp duyarlık dağarının ne ölçüde geliştiğine bakmak gerekiyor… Gerçekten de kadın yazarların duyarlığından çok duygusallığa düşmeyişi, erkek yazarların duygusallık yerine duyarlık kazanıp bunu koruyuşu çok daha büyük bir anlama sahip görünüyor… O halde duygusallığa yenilen, okur dalkavuğu ikiyüzlü edebiyatçı hikâyesiyle, diliyle, biçimiyle kuş da tutsa, yazınsal açıdan ilkel yazar olarak kalacak demektir. Öyleyse kadın yazarların yansıttığı duyarlık, yazınsal verimleri için bir açıdan koruyucu kalkan rolü üstlenebiliyor, ancak genelde edebiyatın bütünü dikkate alındığında sıklıkla vurgulanışına karşın pek de önem taşımıyor. Oysa erkek yazarın duygusallıktan kendini sıyırıp duyarlıklı bir yazınsal verime yönelmesi çok daha büyük önem taşıyor denebilir. Çünkü kadın, kendi cinsinin gereği duyarlık yansıtırken, erkek de cinsinin özelliğine uymayan duyarlıkla yaklaşıyor yazınsal üretime… Ama nedense biz, “kadın duyarlığı” demeye, erkek yazarın “duyarlık”ını ise sıradan bir olguymuş gibi görmeye yatkınız, nitekim dilsel kullanım alışkanlığımız da bu yönde. ÖYKÜDE KADINERKEK ANLATILARININ AYRIMI... Yazında kadın duyarlığıyla erkek duygusallığını ayırt etmek çok kolay bana göre… Örneğin anlamlandırmanın en önemli kolunu kadın yazarlarımız oluşturuyor. Erkek yazarlarımız ise öyküde anlatımcı bir tutumla öne çıkıyorlar daha çok… Bu ayrım, onların genetik yapıları bağlamında alınabilir pekâlâ. Nitekim öykü türünün kadın öykücülerle çok kolay örtüştüğü görülüyor. Öyle ki öykü, kadına yakışıyor âdeta. Erkekler ise hikâye anlatıyor denebilir görece. Kendilerini vıdı vıdı anlatımcı konumuna düşüren, acındıran hatta ağlatan, duygu sömürüsü yapan, kırışıklar, kıvrımlar yaratmak yerine olup biteni ütüleyip dümdüz eden, dıştan bakıldığında içini olduğu gibi gösteren yani öyküyü gizleyen değil, faş eden, sonuçta öykü türünü öykü yazarının teksesli, buyurgan yapısı eline teslim eden, artalan yoksulu, ayrıntı andavallısı pek çok öykü pazara yığılmış pattes/sovan gibi dökülüp kalıyor… Ama az sayıda kadın yazar duyarlı olmak yerine nasıl duygusallığın batağına saplanıyorsa az sayıdaki erkek yazar da duygusallık çamurundan kendini kur¥ tarıp duyarlı olmaya yükselebiliyor. Attilâ Şenkon... B Bir sanat dalı olarak yazınımız, bütün zamanlarda hep zanaat öykünüsü içinde kuruldu, yazarlarımız da bu yazınsal özürlülükle sürdürdü işini… Derli toplu yazarak herhangi bir konuyu anlatma, “hikâye etme”, öykü ya da roman kurabilmek için yeterli sayıldı. Bunda Osmanlının, teksesli, bir örnek, devletçi şiiri baş tacı yapmasının, yazındaki erkek egemenliği ile bu etkinin yüzyıllara yayılan kalıcı tortu bırakmasının rolü üzerinde durulabilir. Bu çerçevede okurun gülmesi, ağlaması,çeşitli duygularının kışkırtılıp kendisinden “aferin” alınması, yazınsal metnin başarısında temel etken gibi algılandı. Yazılı metin bu yönde perdahlanıp cilalandı hep. Bu genel yanlış, olduğu gibi cumhuriyet dönemi yazınımıza da sızdı denebilir. Yazınımızın, asıl bu dönemde kurulduğu düşünülürse, söz konusu özürlü tutum, Osmanlının buyurgan anlayışıyla örtüşerek bugünlere geldi. Edebiyatın ancak böyle yapılacağı kanısı yaygın yanlışa döndü sonuçta. Bu durum genelde 1940 toplumcu gerçekçi kuşağı ile 1950 yazıncılarının ürettiği yazınsal erkeyle aşılabildi ancak… Ne var ki, bu da yeterli olmadı tek başına… Duygusallığın yazınsal başarı gibi alınması, çeşitli biçimlerde ad değiştirerek kendini göstermekten geri durmadı. Nitekim yazınsal erkemizin zayıfladığı dönemlerde, hatta baskın biçimde her kezinde yeniden su yüzüne çıktı… İKİ AYRI CİNSİN VERİMİ: KADINERKEK YAZINI... Duyarlıkla duygululuğun, duygusallığın birbirine girdiğini gözlemiyor muyüz sürekli? Oysa duygusallığı duyarlıktan, bilinçle kurulan duygululuktan ayırmak gerekiyor… Daha öncelerde bir “Kitaplar Adası” yazısında, kadın öykücülerimizin alana kazandırdığı “doğal duyarlık” üzerinde durmuştum. Kadının doğasından getirdiği, sonrasında bunu içselleştirip ekin içi kıldığı tutumun, öykü verimlemede kendisine kılavuzluk yaptığına değinmiş, sözü öykünün, bir “kadın türü” sayılabileceğine getirmiştim… SAYFA 20 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1004
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle