04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilim doğaya ve insana egemen, deneyle ya da gözlemle ortaya çıkarılmış zorunlu yasalar, onların araştırılması. Doğa, toplum ve insan böylesi yasalarla çevrili. Olayların asıl gerçekliğini bize gösterdiği için de büyük saygınlığı var bilimin; bu bakımdan hemen hemen rakipsiz. Ama sadece pratik ve teknik sonuçlarıyla mı önemlidir o? Bilim, deneyin ve gözlemin çocuğu ve aklın da dostu olarak, eğitici, giderek bir yol gösterici de değil mi? Teknik, insanlığımızdan bağımsız mıdır? Teknik, insan soyunun doğa üzerindeki egemenliğinin ilk biçimi ve tarihi de, yüz binlerce yıl öncesinden başlıyor; çağımızda da harikalar yaratıyor, daha da yaratacak. Ne var ki, doğal ve insansal ortamı da durmadan altüst eder halde bir süredir; tehlikeli işler yapıyor ve bizzat uygarlığa meydan okuyor. Karar vermek zorundayız: Bu tehlike karşısında, ilerlemeyi durdurmadan, kör gidişe hayır demenin yolları nedir? İnsan olarak sorumluluğumuz, önce neyi dinginlememizi emrediyor bize? Araştırıp, bulup, uygulamalıyız! Ya sanat için düşünceleriniz... Çok kısa ve yalın söyleyeceğim: Sanat, biliyorsunuz anlamlı biçimlerin özgür yaratılışıdır. Ne var ki, sanat, ciddilikten uzak, yararsız, düşsel, hatta ahlakdışı olmakla suçlanır kimi zaman. Ama sanat, nasıl olur da bizi alabildiğine insanlaştıran bir etkinliktir? Onu, kem gözlere karşı savunmalıyız! Din nasıl bir dünya vaat ediyor? Her inanan, kendi dininin Tanrı buyruğu, hem de onun son biçimi olduğuna inanır. Dine, dışardan ve bilimsel açıdan bakanlar ise, dinin belli sosyal koşulların bir ürünü olduğunu bilir. Sosyal olduğu kadar tarihseldir de din; insanlığın gelişmesinde belli bir aşamada ortaya çıkmıştır. Bireylere, ezilenler başta olmak üzere, bir avunu verdiği de aşikârdır. Devletleri, milletleri, toplulukları birbirine düşürüp kırdığı da sabit... Din ve devlet işlerinin ayrılmasının, yani laikliğin getirdiği çağdaş bir çözüm de var; bizde nasıl bir geleceği olacak onun? 1923 Devrimi’nin en önemli eserlerinden biridir laiklik. İslamcılığın direnişi ile karşı karşıya. Mücadelenin seyrini belirleyecek olan da, başta demokratik ve laik güçlerin ısrarı olacaktır... Bu tartışmaların arasında “ahlak”ın gücü nedir? Ahlak, bir topluluğunun ya da bir bireyin, iyi ile kötü üstüne verdiği bir yargısı. Ancak, nereye göre vereceğiz bu yargıyı? Kendimize, ailemize, mesleğimize, yurdumuza, giderek insanlığa karşı ödevlerimiz nelerdir? Onları yerine getirmediğimizde, ya da eksik yerine getirdiğimizde nelerle karşılaşırız? Kısacası, nasıl ahlaklı olabiliriz, ayrıca olmak zorunda mıyız? Yanıtımız şöyledir: Ahlaklı olmalıyız; ayrıca “dinsiz”, “ahlaksız” kadar tartıda ağır çekmez. Onlardan da önemli olan, özgür ve birlikte yaşamaktır, değil mi? Ünlü şairin, dizelerini hatırlatmak istiyorsunuz: “Yaşamak bir ağaç gibi tek başına, hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine,/ Bu hasret bizim.” ¥ ‘DEMOKRASİYE İHTİYAÇ BÜYÜK’ Bir gerçek de şu; tarihi insanlar yapıyor, ama tarih de acılar ve felaketler getiriyor onlara değil mi? Ancak insanlar, tarihin akışına bakıp ortak dersler çıkarıyor, ortak özlemlere de varıyor. Tarihe bakıp bilinçlenmiş yurttaşların etkin biçimde müdahalesi önemlidir. Demokrasiye ve demokratlara ihtiyaç büyüktür; tarihe “insani bir gelecek” sağlamada rolü başta onlar oynuyor... Barış da, insanlığın büyük özlemleri arasında... Hem de nasıl! Savaşlar olmuş ve insanlar ölmüş, yaralanmış ve acılar çekmiş. Savaşları önlemek ve evrensel barışı kurmak; en önce de “barış ortamını yaratmak” şart... Kadın ve erkek, insan soyunda bireylerin birbirinden farklı cinsiyete ait oluşların simgeleri. Ama buradan kalkıp cinsiyetlerden birini ötekinden üstün ya da aşağı görmenin anlamı ne? Kadınların yüzyıllar süren ezilme, baskı ve sömürüden “kurtuluş”u en çok neye bağlı? Gerçekten çetin bir soru! Her şeye karşın kadının adını koymalı! En önemli noktaların altını çizeceğiz: Sadece kadınların bilincinden yola çıkan bir kurtuluş hareketi mümkün değildir. Kadınların ezilişini belirleyen, “sınıfsal ve sosyal bir sömürülüş”tür. Kadının kurtuluşu, “maddi koşulları” gerektiriyor. Çalışmasının sonucu olan “iktisadi bağımsızlık”, kadının kurtuluşunun da bir koşuludur. Şu da önemlidir: Kadınların kurtuluşu, yalnız kadınların değil, genel olarak “bütün insanlığın kurtuluşu” olacaktır. Asıl tehlike ise, “köktendinci akımlar”dan geliyor... Son sorum eğitim ile ilgili olacak.. Eğitim, malum , toplumdaki kültür birikimini genç kuşaklara aktarmak; onu yaparken, belli bir ideali de aşılamak genç beyinlere. Eğitim her zaman önemli olmuştur; bugün de öyle. Kime düşüyor bu görev? Yolu, yöntemi ne onun? Hangi sorunlarla yüz yüze çağımızda? Daha baştan belirtilmesi gereken, “eğitim” ile “öğretim”in farklılığıdır. Öğretim, kişiyi belli bir konuda bilgi sahibi yapmak. Eğitim ise, onu çok aşan bir şey; kişiyi aklı, duyguları ve davranışlarıyla “bütünlüğüne” ele alan bir oluşturma ve yönlendirme. Ve eğitimde, “eğitilen” kadar “eğiten” de önemli. Öte yandan, eğitim, artık okul öncesinden başlıyor, bütün yurttaşlara açılıyor ve ölüme değin sürüyor. Böylece, bir “insan yaratmak”tır eğitim. Ayrıca, eğitim çağımızda bir insan hakkıdır. Türkiye’de eğitim, 1923 Devrimi’nin eseridir ve onun değerleriyle kuşanmıştır. Emperyalizme karşı bir mücadelenin eseri olan Devrim, laiktir ve idealinde çağdaş bir toplumu yaratmak vardır. Bu ülkü, eğitime de yansımış; “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştirme görevini vermiştir devlete. Bu görev, 1950’lerden başlayarak tökezlemelere uğramışsa, onu yeniden yaşama geçirmek de Türkiye’nin ilerici, demokrat ve aydınlık güçlerinin görevidir. ? [email protected] Yaratıcı Aklın Sentezi/ Server Tanilli/ Cumhuriyet Kitapları/ 456 s. SAYFA 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1037
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle