Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Öykü Zamanı: Eski öyküye yeni yüz... kendi ortalamasının bile altına inebileceği örneklere rastlanacaktır kuşkusuz. Kemal Gündüzalp’in öyküleri kopuşlara, ayrılıklara, özlemlere, acıyla ya da hüzünle anımsanan anlara götürüyor bizi. Kendine, anlatıcısına dıştan bakan, varoluşçu kimi izleklerle kuşatıp kişilerine öyle yaklaşan bir yazar o. Bu nedenle öyküler hüzünlerle, derin kederlerle buluşturuyor bizi. Kırık aşklar, kederli gidiş gelişler, sıkıntılı iç çekişler, bunlara eşlik eden korkular, kaygılar, burkulmalar, tedirginlikler… Mutluluk yok gibi neredeyse, ama kötümser de değil yazar. ÖYKÜSEL DÖNÜŞTÜRÜMDE YAŞAMA ATILAN OLTA... Kemal Gündüzalp’in kimi öyküleri gizli, örtük, saklı tutulan aşkların, zaman zaman apaçık ele verilen, ama çokluk içte kasırgalara yol açan cinsel tutkuların, altüst oluşların örnekleri olarak da alınabilir. Böyle olunca, yaşamın dönüştürüldüğü, beri yandan bizim de okur olarak, en azından kendi yaşamımızı dönüştürmemize yol açan örnekler denebilir bunlar için. Yani bu öykülerden yola çıkarak yaşama çengel atabiliyoruz, oltamızı salabiliyoruz… Ayrıca bedensel, cinsel aşklar kadar bunların ötesinde tinsel buluşmaların, arayışların, kavuşur gibi olmaların da öyküleri bunlar. Zaman zaman başka yazarlardan anıştırmalarla, hatta hoş esintilerle karşılaşılıyor Gündüzalp’te. Özellikle kimi öykülerde Oktay Akbal’ın, kimilerinde Necati Cumalı’nın izini sürebildiğim izlenimine vardım kendi payıma. Kadın bakışıyla cinselliğe yaklaşım, üstelik bağımsız, özgür kadınların kendi kişilikleri yönündeki tutumları Necati Cumalı’nın güçlü kadınlarını anımsatıyor bize. Sözgelimi “Yıldız Kayması”nı, öteki değişkelerini okuyabilmiş olsaydı, tıpkı Cumalı’nın Ay Büyürken Uyuyamam’daki “Vasfiye”si gibi film çekme isteği duyabilirdi herhalde Atıf Yılmaz. Kaldı ki Gündüzalp’in öykülerindeki kadınlarla erkeklerin en azından önemli bölümünün kimi ortak karakter özellikleri çerçevesinde bir araya geldiği, toplandığı düşünülebilir. Erkekler, girdikleri koşullardan kendilerini kurtaramayıp bunun tutsağı olan, kısır döngüden bir türlü kendilerini kurtaramayan, kararlı davranamayan, aşkları özlem olarak kalmış karakterler. Kadınlarsa erkeklere göre hem daha cesur, hem atak, erkekler karşısında geri adım atmak yerine kimileyin onlara karşın, onlar için de ön açıcı tutum sergiliyor. “Yıldız Kayması”nda evli Yıldız’ın, aralarında yakınlık doğan erkek arkadaşına, henüz ilişkinin başında, “Benimle sevişir misin?” deyivermesi, sanırım kadın kahramanların karakterini göstermeye yetiyor. Semiha da, ötekileri de hep bağımsız ruhlu kadınlar. Zaten yazar, Ötekiler’deki öyküleri neredeyse tümden böylesi kadın kahramanlara ayırıyor. Üstelik de onların ağzından yapılandırıyor öyküleri. Gündüzalp, bize önemli kadın kahramanlar armağan ederken hem bu doğrultuda geniş bir yelpazede sunuyor onları, hem de derinliğine ele alışlarla, didiklemelerle bunların bizim de kadınlarımız olmasını sağlıyor. Kadın öykücülerin çoğunda rastlamadığım kadınların Gündüzalp’in öykülerinde karşıma çıktığını söyleyebilirim gönül rahatlığıyla. Yaşamımızı onurlandıran bağımsız ruhlu kadınlar yanında erkekler, özellikle ağabeyler, babalar, kocalar, erkek kardeşler hatta sevgililer kadınların durma önünü kesen, yeteneklerini körelten, onlara baskı uygulayan kişiler. Kemal Gündüzalp, serzenişte bulunmayı seviyor ya, doğrudur, “görülmeyebilir”. Ama üretiminin, veriminin ardı geldikçe birileri onu görecektir, bizler olmasak da… Yazın da, tüm öteki sanat dallarıyla birlikte tıpkı bilim gibi herkesin önünde gerçekleştiriliyor, cambaz ortada yürüyor yani, ipin üzerinde. Kimsenin kuşkusu olmasın bundan! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 953 K emal Gündüzalp, taşraya sıkışıp kalmışlığın, kıyıda bırakılmışlığın, emeği görmezden gelinmişliğin altında ezilmiş biri değil, en azından bana göre böyle değil. Zaten kendisi de bunu kabulleniyor değil. Sürekli savaşım veriyor üzerine kondurulduğu kuşkusu taşıdığı bu tür izlenimlere karşı. İle dergisinin ocakşubat sayısında okudum şu satırlarını: “Fırsat bulduğum her yerde neredeyse kendimi yırtarcasına, kimi kez sevimsiz olma pahasına, şiir ortamından, hatta dünyasından dışlanmayı göze alarak, şiir kitabı yayımlama şansımı bütünüyle yitirerek, kimilerince ‘saldırı’ gibi ya da ilkel, geri kalmış konuma düşürülme çabalarına… karşın sesimi değil ozanlara, hiç kimseye duyuramadığım için bazen umarsızlığa düştüğüm bile olmuştur.” Öykülerine de sızıyor onun bu söylenik tutumu, izin verin, “sızlanış” diyeyim buna. Örneğin “Adını Sen Koy” başlıklı öyküsünde kahramanına şöyle söyletiyor: “Oysa savaştım ben. Yaralandım, insanlar birbirlerini duysun, birbirine baksın, görsün, sevsin diye savaştım.” Şiirleri, 1980’lerde Memet Fuat’ın dikkatini çekmiş, yayımlanmaya değer bulunmuş biri o. Memet Fuat’ın ilgisini çekmiş bir şair, başkalarının ilgisine niye gereksinim duysun ki? Sonra çok yönlü bir yazıncı Kemal Gündüzalp, şiirin yanında öykü verimliyor, denemeler, eleştiriler kaleme alıyor. Yayımladığı eleştiri kitabına daha öncelerde yer vermiştim “Kitaplar Adası” nda. Bu kez, hem de iki öykü kitabıyla birden çıkageldi şair, yazar: İlkyaz Şakası (Mevsimsiz, 2007, 0312.4178877), Ötekiler (Mevsimsiz, 2007). Demek ki ilgisizlikten yakınmak gereksiz. Az şey mi aynı yıl içinde iki kitap birden yayımlamış olmak? Hem sonra, görenin değil ilgiyi gösterenin tutumunu ele vermez mi ilgi dediğimiz davranış biçimi? Ahlaksallık (etik) alanında ülkemizin önemli yetkelerinden İonna Kuçuradi, bir yazısında, “İşkence, işkenceyi görenin değil işkence yapanın utanacağı ayıptır” deyivermişti. Kim anımsıyor bunu? Buna göre, eğer yazınsal olana yönelik ilgisizlik varsa ortada, bu, bunu görecek olanın değil, “ilgi”yi göstermeyenin sorunudur, elbette ayıbıdır da aynı zamanda… ELEŞTİRMEN ÖYKÜ YAZINCA... Hiç kuşkum yok, bir öykü emekçisi Kemal Gündüzalp. Ama görebildiğimce İlkyaz Şakası ile Ötekiler üzerinde gereğince durulmadı. Peki üzerinde durulmaya gerek duyulmayacak bir hafifsemeyle karşılandığından mı yoksa umursamayıştan mı kaynaklanıyor bu tutum? Hafifsemeyle umursama aynı değil. Yazınsallık temelinde kimin umursandığı var Tanrı aşkına? Kimi odaklarca yaSAYFA 26 ratılan yapay ilgiyle pompalamayı “yazınsal ilgi” örneği olarak gösterecek değilsiniz herhalde. Tek tük rastlanan edim türü olarak yazınsal eleştiri mi kaldı ortada? Bakın çevrenize, dağlardaki salep gibi eleştiri türü de tükeniyor cici beyler, tür tükeniyor! O koca çınar Fethi Naci’nin dibine düşen tohumlardan pıtrak gibi fidan çıkacağını mı ummuştunuz? Buyurun, işte hazin son: Yazınsal eleştirinin köküne kibrit suyu ekildi artık! Sait Faik’in “Son Kuşlar”ındaki gibi söyleyecek olursak bizler iyi kötü yaşadık, gördük eleştiriyi, ben, sizin için üzülüyorum çocuklar, yazınsal eleştiriyi hiç göremeyecek olanları düşündükçe… Sonunda salt “disiplin” bağlamında üniversitede akademik kilitler altında konserveye çevireceğiz diye korkuyorum bunu. Bilimden yana biri olarak, üniversiteden de gelse, konserveci tutumunu benimseyecek değilim elbette. Hekimle hemşirenin kendileri için enjeksiyon yapamayacağı öne sürülebilir mi? Yapmaya yapar elbette… Ne ki başkaları tarafından yapılan enjeksiyon, kişinin kendisince yapılan enjeksiyona oranla daha başarılı olabilir. Ama kişinin kendisinin değil, ille başkalarının yapacağı enjeksiyonun çok daha başarılı olacağı da savlanamaz hiçbir zaman! Buna göre, 1. Başka yapıtlar üzerine eleştiri kaleme alan yazarların öykü kaleme alamayacağı öne sürülemez, 2. Eleştirmenlik, belki kişinin yazdığı öyküler için katkı sağlamayabilir, ancak verimlenecek öykülerin çok kötü olacağı da savlanamaz, 3. Ancak iyi bir öykü (şiir, roman, oyun, deneme vb.) yazabilmek, aslında ancak iyi bir eleştirmen olmakla olanaklıdır. Yani eleştirmen olmak, daha işin başında iyi şair, öykücü, romancı, oyun yazarı, denemeci vb. olmanın da zorunlu koşuludur kolayca anlaşılacağı üzere. Bunların değerlendirisini, sağlamasını yapabilmek için gelin şimdi öykülerden içeri adım atalım. bin öyküleri daha çok kahramanlar aracılığıyla bütüncül kıldığı, biçemsel açıdan bizi farklı yönsemelerle yüz yüze getirmediği kanısı taşıyorum. O zaman şöyle bir soru üretmekten de alamıyorum kendimi: öykü, kahramanlardaki değişimi de ele verecektir, ama öykü sanatı, salt kişilerin evren içindeki yayılımı kavrayışına indirgenebilir mi? Bir yanılsama olarak alınmalı, yazarın, kahramanının peşinden çeyrek yüzyıl boyunca onu kovalaması. Ama öyküye, romana getirdiği ne bunun? Öyküleme sanatında yeni bir yaklaşım da olmadığına göre… Öyküler arasında sıklıkla rastlanan göndermelerle, karşılıklı bakışımlar, değişke bağlamında yaklaşımlar, Kemal Gündüzalp’in öykülerinin evrimsel süreçlerini farklı öykülerde sürdürdüğü kanısı uyandırıyor insanda. Ancak verimlenişlerinden birkaç on yıl sonra, bugün de tat alarak okuyabiliyorsak bunları, alışverişe girip ortaklık kurabiliyorsak bunlarla, bu, taze kalışları kadar sanatsal düzeylerini de gösteriyor olmalı öykülerin. Zaten Gündüzalp, hemen her öyküsünde bunu yeni kılmak, önceki ÜZERİ TÜLLENDİRİLMİŞ Kemal Gündüzalp İNCELİKLİ ÖYKÜLER... Kemal Gündüzalp, öykülerini, iki ayrı düzlemde, karşı açılarla alıyor. yazdıklarından bunu ayırmak için çaba Buna göre öyküler iki farklı kesit temelin harcıyor. Bu nedenle de pek çok yan de yapılandırılıyor, yanı sıra kitaplara daöğeden yararlanmaya çalışıyor, film, müğılan öyküler hep birden bir bütüncül öyzik gibi. künün moleküler parçaları gibi bir koÖykülerin tümüyle yüksek düzeyde, num sergiliyor. başarılı örnekler olacağı düşünülmemeli. İlkyaz Şakası’ndaki on beş öykü Nitekim ince duyarlıklarla gelişen, satır 198190 arasına yayılan on yıllık süreçte araları bunlarla beslenen örneklerin yaverimlenmiş görünürken Ötekiler’de yer nında kimilerinin anlatımcı, hatta ötesinalan on dört öykünün ilk kitaptakilerden de çizgisel kaldığı söylenebilir. Bu öyküon iki yıl sonra 2002 içinde kaleme alınıp lerde anlamlandırma, elbette ciddi yayıtamamlandığı anlaşılıyor. Aradan geçen lım gösteriyor, ancak öyküleme biçimi bunca yıl sonra üstelik kahramanlarının olarak sıklıkla “anlatıcı özne”yi yakıştırgezintiye çıktığı, birbirinin geçeneklerinması öykülerde, pek sevimli durmuyor den, dehlizlerinden öteki öykülere, kahdoğrusu. ramanlara sızdığı da düşünülecek olurYine de Gündüzalp’in öykülerinde sa, yazarın bunu öyküleme yöntemi olagözlediğim en belirgin tehlike, zaman rak benimsediği kesinlenebilir. Öyle ya zaman odağı dağıtması, öyküyü aynı bir bir yazar, yayımlanış süreci de dikkate odak doğrultusunda toparlayamayışı olalındığında yirmi beş yılı aşkın süre bodu diyebilirim. yunca bunda direniyorsa, söyleyecek bir Ancak böylesi yargılardan kendini tüsözü olduğunu düşünmemiz gerekmez müyle kurtarabilecek öykücü çıkar mı bimi bu durumda? lemem. Öyle ya her yazarın yüksek düAncak ben, sürdürülen bu inatçı takizey göstereceği ürünleri olacağı gibi,