22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... Başka Zaman Çocukları ? Hasan AKARSU azar İbrahim Dizman, 1961 ÇanakkaleBiga doğumlu. Şiir, öykü, incelemearaştırma, eleştiri, söyleşi türlerinde yapıtları bulunuyor. Yeni yapıtı “Başka Zaman Çocukları”nda, 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrasında bir kasabada gençlerin yaşadığı olayları anlatıyor. Romanın anlatıcısı Sinan, kasabaya dönüp “uçuruma düşmemek için” yazmaya zorunlu duyumsuyor kendini. 1980 yılı öncesi kasabanın lisesinde okuyan gençlerin siyasal etkinliklerin içindeki yerini değerlendiriyor. Özcan ile Reyhan lise yıllarında seviyorlar birbirilerini. Solcu gençlik örgütünde çalışıyorlar. Aynı anlayışla çalışan diğer gençler: Hüseyin, Güner, Sezai, Sinan vb. Sağcı gençleri dövdükleri oluyor. Özcan, 12 Eylül Darbesinden birkaç gün önce sağcı bir genci silahla yaralayıp bağevinde saklanıyor. Darbenin geldiğini öğrenince gizlice ayrılıyor kasabadan, izini kaybettiriyor. Kasabadaki arkadaşları acılar yaşıyorlar. Özcan, yıllar sonra yazar olarak dergilerde görünüyor, kitapları yayınlanıyor. Reyhan, devrime öylesine inanmış ki üniversite sınavını boykot edip çıkıyor. Bir yıl sonra kasabadan kurtulmak adına Ankara’da okumaya başlıyor ve Tarih Öğretmeni oluyor. Yıllar sonra kasabasındaki liseye atanıyor. Özcan’ı bekliyor sürekli. Bir gün Özcan’dan bir posta kartı geliyor: “Sevgili Reyhan. Yakında senin yaşadığın kentte olacağım. Nice şey demlendi içimizde. Oturup konuşalım olmaz mı? Sevgiler. Özcan.” (s.9) Reyhan, iki arkadaşının düğünlerinde Özcan’la nasıl dans ettiklerini anımsıyor. Seviyor ve bekliyor Özcan’ı. Anlatıcı Sinan, kazıbilimci oluyor, aynı ekipte çalıştığı arkadaşı, sanat tarihi öğretmeni olan Şükran’ı seviyor. Kasabaya dönüp dedesinin defterini ele geçiriyor, onun yazdıklarını da katarak bir roman Y yazmayı tasarlıyor. Kasabada akşam haberleri: Enflasyon, Güneydoğu olayları, Kıbrıs sorunu vb. Ardından hüzünlü şarkılar dinleniyor. Sinan’ın babası Selim ölmüştür. Amcası felsefe öğretmeni Nedim’le tartışıyor birçok şeyi. Dedenin günlükleri, romanın ikinci boyutunu oluşturuyor. Günlüklerde, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki kasabadan yaşananlar yer alıyor. Rumlarla dost olarak yaşanıyor, futbol takımı kurulup maçlar yapılıyor. Dedenin arkadaşları Galip, Dimitri, Todori vb. Dede, Rumların oynadığı bir oyunu izliyor ve oyuncu Marika’ya âşık oluyor, gizlice buluşup sevişiyorlar. Marika hamile kalıyor. Tüm bunlar yaşanırken Ulusal Kuvvetler, Rum çeteleriyle çarpışıyor. Dede de Rum çetelere karşı yararlılık gösteriyor ve İstiklal Madalyası kazanıyor. Dedenin babası kasabanın saygın esnaflarından. Dedikodular geliyor kulağına. Marika’yla, bir Rum kızıyla oğlunun ilişkisinin geçici olduğunu düşünüyor; ama öyle olmadığını anlıyor. Kurtuluş Savaşı kazanılıyor. Lozan Antlaşması gereği değişim yapılıyor. Rumlar kasabadan ayrılıyorlar. Dede, Marika’yı kaçırıp bir köydeki imamın yardımıyla Müslüman yapsa da kızın babası Aleko, kızını da götürüyor Yunanistan’a. Birkaç ay sonra da Marika koleradan ölüyor. Sinan, Marika’nın öldüğünü Bakır tüccarı Rasim Efendi’nin sağ olan eşi Nebile Ha nım’dan öğreniyor. Galip, arkadaşına “Kahramanlığını bir aşkla sildin” dese de aşkın din, uyruk gözetmediği kanıtlanıyor romanda. Özcan, yıllar sonra bir yazar olarak dönüyor kasabasına. Bir düğün salonunda yapılan söyleşi ve kitap imzalama etkinliğinden sonra Reyhan’la buluşuyor. Gelişinin bir nedeninin de Reyhan olduğunu, onu hep sevdiğini söylüyor. Reyhan ise Özcan’ın on yıl önce niçin kaçtığını sorguluyor. Özcan, kasabayı gezip on yılda olan değişiklikleri gözlüyor. Lise yıllarından arkadaşı Hüseyin belediye başkanlığı görevinde. Sosyal demokratlarla mafyanın kol kola olduğu söyleniyor. Mafyadan Seyit Sazcı, belediye başkanını tehdit edince, istifa dilekçesini vermek zorunda kalıyor. İstifa haberiyle çalkalanıyor kasaba. Sezai, beyaz eşya mağazasında mutlu. Marmara Sineması’nın yerine bir market açılmış. Kasabanın dışında, tepedeki Panaroma Restaurant’a giderken bağların yok edilip beton gökdelenler, konserve kutuları apartmanlar dikildiğini gözlüyor Özcan. Arkadaşı Güner, mimar olmuş, belediye başkanı olan arkadaşıyla ilişkileri iyi. Yolunu bulmuş Güner de. Burada, gençlik eylemlerini ne için yaptıklarını, şimdi ne olduklarını gözlemenin acısını yaşıyor Özcan. Bir de kasabadan arkadaşı Nilay var İstanbul’da karşılaşıp seviştiği. Nilay tiyatrocu kız, Tarih Öğretmeni Fevzi Bey’in kızı. Fevzi Bey, 12 Eylül’de “re’sen emekli” edilenlerden. Atatürk’ün düşünceleri doğrultusunda kurulan halkevlerinin, köy enstitülerinin yürekli savunucusu. Öğrencisinin gazetesinde yazıyor, yazılarından dolayı da sorgulanıyor. Kasabadaki olaylar, particilik vb yüzünden Sinan’ın amcası Felsefe Öğretmeni Nedim Bey de Sivas’a sürülüyor. Sağcı milletveİbrahim Dizman kili Mahmut Dağcı, komünistlerin çanına ot tıkamaya adamış kendini. Milletvekilliğinden sonra yüklenicilik yapıyor kasabada. Sinan, baba evini satmak için ona gidiyor ve yaptıklarını düşününce satmaktan vazgeçiyor. Sinan, lise yıllarından arkadaşı Nermin’le ilişki kuruyor, Nermin de kasabada yalnız yaşayanlardan. Nermin’i dedesinin savaş yıllarında çarpıştığı Akkaya’ya götürüyor gece yarısı, bir roman yazdığını söylüyor ona: “…Dedem nerede şimdi? Yok. Bu kent bunu biliyor mu? Hayır. Ya bizler neredeyiz, on beş yıl, yirmi yıl önceki bizler?Bir şey var duyumsadığım, duyumsamaktan da öte yaşadığım. İnsanın yaşadığı her dönem içinde birikiyor…İçimiz mezar taşlarıyla ağırlaşıyor giderek. Kentler de öyle değil mi?...Kim bilir, belki de yaşamın bozkır olmaması için yazıyorum. Başarabilir miyim bilmiyorum, ama deniyorum işte.” (s.6364) Dedenin sevgilisi olan Marika’nın ağabeyi, Pontus için çalışanlardan. Kasabayı terk etmeden önce, dedeyi gece yarısı sarhoşken yakalayıp dövüyorlar, çamura yuvarlıyorlar. Roman biterken Sinan kasabadan ayrılacağını sezdiriyor Nermin’e: “İnsan bir tekneye benziyor Nermin. Kıyıya bağlı bir tekne. Oysa varlık nedeni açık denizler. Kıyı, güvenli ama heyecandan yoksun. Gerçekle düş arasında, kıyıda ters çevrilmiş bir tekne hüznünü yaşıyoruz çoğu zaman. Benim teknem su alıyor.” (s.147) Nedim öğretmen de “Hayatın müsveddesi yok” diyor Sinan’a. O da, Reyhan ve Özcan için, “başka zamanların çocukları” için sesleniyor: “Sizin için de yaşamın müsveddesi olamazdı, başka zamanların sevgili çocukları; Reyhan ve Özcan, bağışlayın beni.” (s.148) Kasabalılığı kabul etmeyen bayanlardan Reyhan ile Nilay bedel ödüyorlar yalnızlıklarıyla. Özcan kasabadan ayrılmaya karar veriyor. Reyhan da onu doğruluyor sözleriyle: “…Sen de haklısın. Gitmeseydin ne olacaktı; bir Sezai olurdun, bir Hüseyin…Git artık!”(s.154) Bir başka zamanın çocuklarının daha güzel çocuklar olacağı umuduyla bitiyor roman. Yazar İbrahim Dizman, “Başka Zaman Çocukları”nda, acı çekmiş bir kuşağın yitirdiklerini üzüntüyle dile getirirken, her şeyin, herkesin bir öyküsü olduğunu anımsatıyor. Olayları anlatırken çevrenin güzelliği içinde gezintiye çıkarıyor okurlarını. Yaşananları sorgulamaya çağırıyor. Bu kişilerden hangisi olduğunuzu soruyor size. ? Başka Zaman Çocukları/ İbrahim Dizman/ Heyamola Yayınları/ Eylül 2007/ 154 s. Yağmur Durunca ? Öner YAĞCI F erdi Tayfur, Yağmur Durunca’da “insan”ı ve “aşk”ı anlatıyor; özellikle ezilen insanı, özellikle umutsuz ve kaybetmeye mahkum aşkları. Bir mahkumun sürgüne gönderilmesiyle başlayıp bir cezaevinin avlusundaki infazla sona eren romanda, bir yandan kaybedilmiş yaşamların çare arayan dire nişlerini okurken, bir yandan da toplum dışına itilmiş insanların yüreklerindeki gizlerle buluşuyor okur. İnsanın sonsuz arayışı olan aşkın hangi yüreklerde nasıl çarptığının müthiş trajedilerle bütünleştirilerek aktarıldığı romanda “memleketimizden insan manzaraları”nı okurken, özellikle toplumun alt kesimlerinde yer alan insanlarla ve onların yok sayılan yaşamlarındaki gerçekliğe hüzünle tutulan bir aynayla kar şılaşıyoruz. Yağmur Durunca’nın aynasında görülen insanların pırıl pırıllığına şaşırırken, bu gerçekliği Maksim Gorki’nin, “İnsan: Ne onurlu sözcük!” söylemiyle kesiştiriyoruz ve kıvanç duyuyoruz insanla. Aynı görüntüdeki çürümüşlükleriyle, yozlaşmışlıklarıyla var olan ve “insan” sözcüğünü kirleten insanlarsa kahırlandırıyor doğal olarak. Sevdiği uğruna hapislere düşmeyi göze alan Veli Yüklü’nün sessiz, yalın, içtenlikli, imrenilesi sevdası, halk ozanlarımızın yüzyılların ötesinden beri taşıdığı tipik Anadolu erkeğinin yapısı, sevda türkülerimizdeki gibi bir kez daha ve günümüz toplumsal gerçekliği içinde ki şileşerek canlanıyor. Bu canlı sevda Emine’yle anlam kazanırken, yine Anadolu kadınının, kızının yüzyıllardır içinde bulunduğu çaresizlik ve toplumsal kuşatılmışlıkla birlikte, başkaldırı tohumlarını da içererek gerçekleşiyor. Olanca boyun eğmişliğiyle, kendi halinde biri olan, insan olduğunun bilincine varıp yaşamdaki haksızlıkları, adaletsizlikleri, yanlış bilinenleri yazma tutkusuyla dolan Veli’nin cezaevinden çıktıktan sonra aşkla anlam bulan yaşamının Emine’nin öldürülmesine kadarki bölümü bile insanı kahrediyor. Onun, aşk için bir insanın neleri göze alabileceğini gösteren gösterişsiz yiğitliği KİTAP SAYI ? SAYFA 22 CUMHURİYET 943
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle