Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Maureen Freely’nin ‘Aydınlanma’sı dilimizde İstanbul ve ‘Aydınlanma’ kıvılcımı Maureen Freely, önemli bir yazar, çevirmen, gazeteci ve akademisyendir. 1960 yılında başlayan Türkiye serüveninin derin izlerini de taşıyan romanı ‘Aydınlanma’ dilimize aktarıldı. Kitap üzerine düşüncelerini aldık Freely’nin. Öğrenciyken, bir zaman opera sanatçısı olmayı hayal eden annemle tanışmış. Annem bir gün dünyayı dolaşacakları sözünü vermesi üzerine babamla evlenmeyi kabul etmiş. Babam New York Üniversitesi’nde gece okulunda fizik doktorası almak için çalışırken üç çocuk sahibi olmuşlar. Bu arada gündüzleri ise New Jersey’de bir kamusal fizik laboratuvarında çalışıyormuş. Personel müdürü, ırkçı ve yahudi karşıtıymış. McCarthy meşhur konuşmasını yapıp Amerikan hükümetinde görev yapan komünistlerin isimlerini bildiğini açıkladığında müdür senatörü aramış ve kendisini desteklemeyi önermiş. McCarthy aynı gece kara, kara düşünmeye başlar çünkü elinde hiçbir isim yoktur ve acilen bir takım isimlere ihtiyacı vardır. Bu cadı avında, babamın 98 iş arkadaşı Amerika karşıtı eylemlerde bulundukları iddiası ile işlerinden uzaklaştırılmışlar. İntihar eden iki kişi dışında diğerleri görevlerine iade edilmişler. 1955’te babam, Princeton’da Matterhorn Projesi’ne dahil olmuş; Einstein ile çalışabilmeyi umuyormuş. Fakat bizimkiler Princeton’a varmadan Einstein ölmüş. Robert Kolej’in adını orada duymuştuk; iki enstitü arasında eskiye dayanan bir ilişki vardı. Annem ve babam bizi, soğuk savaş paranoyası ve McCarthy döneminin konformizminden uzaklaştırma arzusundaydılar. Robert Kolej beklentimize yanıt verir görünüyordu belki orada daha iyi bir hayata başlayabilirdik. Bu nedenle babam koleje iş başvurusunda bulundu. 1960’ta doktorasını aldıktan iki ay sonra İstanbul’a taşındık. Önceki yazı, National Geographic’in eski bir sayısındaki İstanbul resimlerine bakarak geçirmiştim ama şehrin bendeki ilk izlenimleri beynimin içindekilerle asla örtüşmüyordu. Aydınlanma’da, anlatıcım M, benim gibi 8 yaşında İstanbul’a gelir ve büyülenir; ‘Gerçeğine dair ilk izlenimimi tarif edecek sözcük bulamıyorum. Beni bir tokat gibi sarsmış, resimleri kafamdan söküp alarak unufak etmişti. Havaalanından şehre doğru o ilk yolculuğa dair karmakarışık binlerce detay hatırlıyorum ama bütüne dair net bir fikrim yok. Marmara Denizi’nden yükselen sarı bir sis vardı ama denizin kendisi yoktu; tankerler ve balıkçı tekneleri vardı ama üzerinde oturdukları ufuk çizgisi yoktu; eski şehir surlarının kırmızı ve dökük kalıntıları vardı ama onları anlatacak tarih yoktu. Henüz tabaklama fabrikalarına bağlayamadığım yanmış et kokusundan; henüz müzik olarak kabul edemediğim yaralı kemanlardan; cipler, kamyonlar, atlar, at arabaları ve Chevrolet’lerden yükselen kaostan zar zor nefes alabiliyordum. Etrafımızda, kimsenin almak istemediği çiçekleriyle minicik çingeneler ve sırtlarına bağladıkları yataklarla kambur yaşlı adamlar dolanıyordu. Gökyüzüne bir sürü minare ve kubbe sıkışmıştı. Altın Boynuz altın değildi. Boğaz öyle maviydi ki gözlerimi acıtıyordu’ diyecektir. Sonunda (benim gibi) Robert Kolej’e varır: ‘Bir patika vardı. Onu takip ederek bir köşeyi döndüm. Bir terasa çıktım ve işte oradaydı: altın hedefim. National Geographic’teki resmim. Ağaçlık yamacın tepesindeki kale; sonu gelmeyen tanker, vapur ve balıkçı teknesi geçidiyle Boğaz. Asya kıyısı boyunca birbirlerine değecek kadar yakın duran villa ve saraylar; arkalarında da yuvarlana yuvarlana Çin’e kadar uzandığını düşündüğüm kahverengi tepeler.’ Bu resmi haâlâ yanımda taşırım. İstanbul hakkında yazarken genelde şehir hakkında yazarken oradan çok uzaklarda olurum ilk yaptığım şey, boş ekrana ya da camın dışındaki duvara gözümü dikip bakarım. Ta ki resmi sadece görmekten öte içinde yaşadığımı hissedene dek. Başlangıçta planımız İstanbul’da sadece üç yıl kalmaktı. Sonrasında babam başka bir şehirde iş bulabilirdi, daha sonra bir başkasını ve böylece anneme dünyayı dolaşacaklarına dair verdiği sözü yerine getirebilirdi. Fakat 1963 biterken ailem İstanbul’a âşık olmuştu. Sabahları uyanıp da Boğaz’ı görememeyi hayal bile edemiyorlardı. Bu nedenle babam üç yıllık bir kontrat daha imzaladı, sonra bir kez daha aynı şeyi yaptı. Ailem 1977’te İstanbul’dan ayrıldı ama Boğaz’ı özledikleri için 1988’de İstanbul’a geri döndüler. 1990’ların başında Venedik’te geçirdikleri iki yıl dışında İstanbul’dan bir daha ayrılmadılar. 60’lı yıllar süresince tanıdığım Robert Kolej en azından bir çocuk içincennet gibiydi. Fakültedekilerin çoğunluğu anne babam gibi tarih ve seKİTAP SAYI ? Selçuk ALTUN şimize geldiğinde Türk’ün Türk’ten başka dostu yok desek de, bizi bize rağmen kollayan yabancı dostlarımız da vardır. Fizik profesörü John Freely dönmemek üzere İstanbul’a ayak bastığında işbu ülkenin cumhurbaşkanı ve başbakanı ilkokul öğrencisiydiler. Çeşme, çeşme kenti(miz)le dost olan John Freely gönlümün İstanbulolog’udur; bu toprakların tarih ve coğrafyasal varsıllığını ustaca yansıttığı, yirmiye yakın yapıtı vardır. İlk ve orta eğitimini İstanbul’da alan büyük kızı Maureen Freely, önemli bir yazar, çevirmen, gazeteci ve akademisyendir. Yeri geldiğinde yazılarımda ondan “Türk(iye) dostu” diye bahsederim. Türkiye’nin tezlerine saygın İngiliz gazetelerine yazdığı makalelerde ve katıldığı uluslararası panellerde sahip çıkar. Kitabı İngilizce’ye çevrilen tek tük yazarımızı kollar. Edebiyat dünyası onu aynı zamanda Nobelist Orhan Pamuk’un yetkin çevirmeni olarak da bilir. Maureen’in altıncı romanı Enlightenment, 2007’de okuduğum en iyi on İngilizce kitaptan biriydi. Aydınlanma başlığıyla 2008 başında Türkçesi çıkan kitap için verilen kokteyle katılmamazlık edemezdim. Ertesi gün Maureen’le kahve molası verdiği Marmara Cafe’de buluştuk. İstiklal Caddesi’nde birlikte yürürken, “İstanbul’u ne kadar özlediğimin farkına, ona ulaştıktan sonra varıyorum” demişti. Ondan “İstanbul aidiyetini” ve Aydınlanma kıvılcımının nasıl çaktığını irdelemesini istedim. Maureen Freely: “Söze ailemle ilgili bilgi vererek başlamak istiyorum. Babam, John Freely, ikinci kuşak bir Amerikalı’ydı. 1926’da New York’ta, İrlandalı göçmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1944 Mayıs ayında gönüllü olarak orduya katıldı, Amerikan Deniz Kuvvetleri Çin Grubu olarak bilinen komando birliği ile önce Pasifik’te daha sonra ÇinBurmaHindistan alanlarında savaştı. Sonradan koleje gidebilmesi askeri burs (GI Bill) sayesindeydi; ailede koleje gitme imtiyazı kazanan ilk kişi babamdır. SAYFA 4 İ İlk romanı Mother’s Helper’in arka kapağındaki Maureen Freely (yıl 1979). Bu kitaba, Londra’daki gözde sahafımdan yeni ulaşmıştım. Yazarı onu bana “Senelerce Senelerce Evveldi” diyerek imzaladı. ? CUMHURİYET 941