Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? lir, diye soruyorsunuz. Ben “Son Yüzyıl Türk Şiiri” antolojisine çalışırken, ilginç bir duyguya kapıldım. Sanki bütün şairlerimizin şiir dillerinin altından ortak bir Türk şiir dili akıyordu… Yine de bunlar gerçekten de netameli konulardır… ‘SANATTA BAĞNAZLIĞA YER YOKTUR’ Edebiyatımızın geçmişteki değerlerine kapalı mıyız gerçekten? Ya da peşinen sağcılara mı bırakmışız onları? Böyle diyorsunuz kitabınızda.. Söz gelimi Mehmet Akif… Günümüzdeki başbakan onu dilinden düşürmüyor. Onun Mehmet Akif’i doğru okuması bence olanaksızdır. Mehmet Akif bir halk insanıdır, insaniyetçidir; “Küfe”nin, “Seyfi Baba”nın yazarıdır. Onu dilinden düşürmeyen kişi, onu doğru okusa, halka, “ananı da al git” demez, diyemez... Öte yandan, aynı Mehmet Akif’in, mesela, Neyzen Tevfik’le yakın dostluğu varmış. Sözünü ettiğim kimseler için, Neyzen herhalde bir sarhoş ve zındıktır. Necip Fazıl’ı alalım… “Kadın Bacakları” adlı bir şiirinde bakın neler söylüyor: Her ayağın bastığı yerde sanki kalbim var, Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden. Ömrümün geçtiği yolda bana sorsalar, Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden. (….) İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe Bacakların ruhudur şekil veren diyorum Bacakları bir kalın örtüde saklı diye Mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum. Boynuma doladığın güzel putu görseler İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını. Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler İsa’nın eli diye, bir kadın bacağını. Necip Fazıl, “bacakları bir kalın örtüde saklı” diye Venüs’ü sevmiyor… Taptığı şeyin kadın bacağı olduğunu söylüyor. Bugün onun adını da Mehmet Akif’inki gibi dillerinden düşürmeyen kimselerin, kadın çıplaklığına heykelde bile hoşgörüleri yok. Yaşayan, canlı kadını ise, ellerinden gelse çaputlara boğup yok edecekler… Necip Fazıl konusunda, sonradan ıslahı nefs etti diyeceklerdir… Yani doğru yola geldi. İyi ama, Baudelaire’le bağıntısı göz ardı edilirse (yukarıdaki şiir de az çok bu bağıntıyla ilgilidir), Necip Fazıl’ın ciddi bir şiir seçkisinde yeri bile olamaz. Söylemek istediğim özetle, gerici, tutucu bir anlayışla edebiyatın, sanatın bağdaşmazlığı, kan uyuşmazlığıdır. Edebiyatta, sanatta, ister sağ ister sol görünümlü olsun, bağnazlığa, tutuculuğa yer yoktur. Ama bu, hiç kuşkusuz, edebiyatın etik dışı olması anlamına gelmiyor. En azından, ben böyle düşünüyorum. Tutucu kafayla bakıldığında ise, edebiyat tarihi adına elimizde bir şey kalmaz… YAPIT VE İDEOLOJİ AYRILAMAZ Nâzım Hikmet’in sadece Türkiye’de değil bütün dünyada devam etmekte olan güncelliğini neye bağlıyorsunuz? Açık, somut, net bir şair olmasına. Günlük yaşamdan kozmik yaşama, en bireysel yanlarımızdan en toplumsal sorunlara, insana ilişkin her konuda yazmasına. Lirizminin derinliğine, içtenliğine, aynı zamanda da destansı soluğuna. Barışçı, hümanist, mücadeleci, toplumcu, devrimci kimliğine. Bu saydıklarım, yine de eksik kalır… CUMHURİYET KİTAP SAYI YAŞLI GENÇLERGEPGENÇ YAŞLILAR Genç şairler.. Ölüm, aşk acısı ve gelecek üzerine yazar en çok.. Sonra kalemleri olgunlaşır, hayatı anlamaya, hayatla muhatap, hayatla haşır neşir olmaya başlarlar ve.. Çağımızın genç şairleri en çok neden anlıyor, neyle kavruluyor olsa gerek? Ben pek çok yaşlı genç tanıdığım gibi, gepgenç yaşlılar da tanıyorum. Yaşı 90’ı aşkın Dağlarca’ya, 80’i aşkın Vedat Türkali’ye kimse yaşlı diyemez. Dağlarca şimdi de gepgenç şiirler yazıyor… Hatta gençken yazdıkları bazı şiirlerden bile daha genç şiirler… Vedat Türkali birkaç yıl önce inanılmaz genç bir roman yayımladı… Şimdilerde yine bir roman üzerinde… Aziz Nesin son nefesine kadar gepgençti… Bizim genç şairlerin kimileri, biraz mizaçları, daha çok da toplumsal ortam yüzünden erken yaşlanmış gibiler… Lermontov “Düşünce” adlı şiirinde, kuşağının çok erken yaşlandığından yakınır… Vaktiyle çevirdiğim, 1838 tarihinde yazılmış bu şiirin bazı bölümlerini birlikte okuyalım: Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor. Böyleyken, bilincin ve kuşkunun yükü altında Eylemsizlik içinde kocuyor. (…) Utanç verici bir umursamazlığımız var iyiye ve kötüye Solup gidiyoruz kavgaya girmeden daha; Yüz kızartıcı korkaklarız tehlikeyi görünce Ve iğrenç tutsaklarız iktidar karşısında Bu şiir Rus toplumunda Dekabrist ayaklanmanın bastırılması (1825), ve Puşkin’in haince öldürülmesi (1837) sonrasındaki ağır baskı ve gericilik yıllarında yazılmıştır… Her şey yeterince açık değil mi? Ölmeyecek evet… Çünkü insan dilde var olur… İnsan kendini dille aşkınlaştırarak, dilde yoğunlaşarak, dilde derinleşerek daha çok insanlaşır… Bu anlamda da şiir, bir yanda felsefenin (kavramsal derinliklerin), öte yanda sanatların (imgesel buluşların, derinliklerin) sentezidir… Şiirsel imge dediğimiz şey de zaten bu sentezdir… Günümüz Türk toplumunda şairin yeri nedir? Hangi toplumda olursa olsun, şair toplumun sesi, soluğu, sözcüsü olabildiği ölçüde, bu toplumun kalbinde her zaman yeri olacaktır… ŞİLİ VE SAVA’YA İKİ AĞIT… Neden ve neye ağıt “İki Ağıt”? Bu son şiir kitabımda iki konu işledim. İlki, “Şili’ye Şiirler”, ikincisi “Sava’da Boğulan Türk’ler”. İlk ağıt, (bu konuda yazan değerli yazar arkadaşım Adnan Özyalçıner’in bir saptamasıyla aynı zamanda da “destan”), Şili halkı, Neruda, Allende ve V.Jara içindir… İkinci ağıt, kaçak işçi olarak İtalya’ya gitmeye çalışırken Sava nehrinde boğulan yurttaşlarımızın, bu anlamda da ülkemizin, şiir diliyle acı öyküsüdür… Yazılması en zor olanı ağıt mıdır? Ve belki en gereklisi? Şili trajedisi aynı zamanda benim kuşağımın ve bir ölçüde de benim kendi trajedimdir… Pablo Neruda’nın önce şiiriyle tanıştım, Enver Gökçe’nin unutulmaz çevirileriyle…1960’lı yılların başları, belki daha da öncesiydi… Sonra 1970 başlarında, Paris’te, Neruda’nın kendisini tanıma şansım oldu. Aynı zaman diliminde Moskova Üniversitesi’nde Salvatore Allende’nin öğrencilere yaptığı konuşmayı dinleyen topluluk arasındaydım… Sanki kader bütün bunları bir araya getirmişti… Sonra alçak darbe, Allende’nin katledilmesi, Neruda’nın yine cinayetten farksız ölümü, Victor Jara’ya (on binlerce devrimciye, yurtsevere) yapılan zulümler, toplu katliamlar… 1970’lerde bunlara ilişkin yazdığım, kitaplarımda yayımlanmış birkaç şiir vardı… Geçen yaz, yeni şiirler yazarak, bir ağıtdestan oluşturdum… Bu benim görevimdi… Eninde sonunda yerine getirmiş oldum… “Savada Boğulan Türkler” ise, bir paragraflık bir gazete haberinden yola çıkılarak yazıldı… Yaşanan acı gazete haberinin sınırlarını aşsın, ete kemiğe bürünsün, elle tutulur olsun istedim… ‘İKTİDARLARIN ALERJİSİ’’ Şiir insanlığın ortak dilidir kuşkusuz. Peki ya şimdi hangi dili konuşuyor insanlık? İnsanlık her şeye karşın, bütün baskılara ve yalanlara karşın yine de şiiri özlüyor… Şiire gereksinimi var… Unutturulmak istenen insanlığını unutmamak için… Bir yerlerde, içinin bir yerlerinde bir ses, ona bunu fısıldıyor… İnsan olma duygusu, vicdanı bunu istiyor ondan… Toplumcu Şiir konusunda düşünceniz?.. Toplumcu Şiir zaman zaman çarpıtı‘EN UNUTULMAZ larak mı yorumlandı? İçi boşaltılır gibi mi ANLARIMDAN BİRİ’ oldu isteyerek ya da istemeden? Sahip çıkı Son sorum, kısa aralıklarla yaşadığınız lamadı mı yeterince? iki olay hakkında olacak. Rusya Federas Hepsinde doğruluk payı var.. Ama yonu’nun verdiği uluslararası Puşkin ödüher şey yeterince açık… Toplumcu edebi lünü kazandınız, hemen ardından Ameriyat, şiir, her ne ise, öncelikle hümanisttir, ka’nın Seattle kentindeki Washington insan acıları önünde duyarlıdır, insan Üniversitesi’nde şiirleriniz konuşuldu. için, evren için, yaşam için kaygılıdır… Hedefleri dar ufuklu değil, geniş ufukludur… Bu nedenle de iktidarlar böyle bir şiirden, böyle bir edebiyattan hoşlanmaz. Toplumcu şiir, hiç kuşkusuz, birkaç sloganın tekrarı demek değildir… Ama hep, her zaman, öyle olsa da olmasa da öyle gösterilmek, böylece de küçümsenmek, hor görülmek istenmiştir… Şiir ölmedi, ölmeyecek diyorsunuz yazıGamze Akdemir ile Ataol Behramoğlu... larınızda ne güzel… 941 Orada düzenlenen dinletide siz şiirlerinizi, ünlü Türkolog Prof. Walter Andrews bu şiirlerin kendisi tarafından yapılan çevirilerini okudu. Bütün bunlar birlikte yaşandığında nasıl bir duygu? Aleksandr Puşkin’e çok emek vermişliğim var. Benim çevirilerim kitap olarak yayımlamadan önce dilimizde sadece birkaç şiiri vardı. Bundan başka, tüm öykü ve romanlarını da (bazıları dilimize yine ilk kez olarak) benim çevirilerimle yayımlandı. Her iki yapıtın da son baskıları, çok özenli bir baskı ve iki ayrı cilt olarak Türkiye İş Bankası Hasan Âli Yücel klasikleri dizisindedir. Üniversitedeki doktora tezim de Puşkin konusundadır. Gerçi Puşkin ödülü, ille de Puşkin üzerine çalışma yapmış olanlara verilmiyor. Daha geniş kapsamlı bir ödül bu. Halklar arasında barış, kardeşlik duyguları uyandırmada emek vermiş kültür insanlarına verilen bir ödül söz konusu. (Ödül derken, herhangi bir maddi karşılığı bulunmadığını da belirteyim.) Önce ödülle ilgili belgenin, Rusya devlet başkanı tarafından Moskova’da verilmesi söz konusuydu. Sonra herhalde ekonomik nedenlerle bundan vazgeçilmiş olmalı ki, şubat sonlarında Türkiye’yi ziyaret edecek olan yine bir devlet ileri geleni tarafından İstanbul’daki konsoloslukta düzenlenecek törende verileceği bildirildi… Puşkin adını taşıyan bir ödüle sahip olmak kuşkusuz ki büyük bir onurdur. Amerika’daki toplantıya gelince… Şu anda dünyada yaşayan yabancı Türkologların hiç kuşku yok ki en ön sıralarında yer alan (İletişim Yayınları arasında Divan şiiri konusunda “Şiirin SesiToplumun Şarkısı” adlı çok önemli bir kitabı bulunan) Prof. Walter Andrews uzunca bir süredir şiirlerimin İngilizce çevirileri üzerinde çalışıyordu. Prof. Andrews Seattle’da yaşıyor ve buradaki üniversitede Türkoloji bölümünün kurucusudur. Çeviriler tamamlanmış ve kitap basıma hazır duruma gelmişken, Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Dairesi’nce ABD’de öngörülen beş toplantının ilki olan Seattle toplantısına davet edildim. Konu sadece benim şiirim değildi kuşkusuz. ABD’nin çeşitli yörelerinden ve İngiltere’den gelen değerli çevirmen ve Türkologların da katılımıyla bütün bir gün boyunca Türk şiirinin (özellikle de gelenekle ilişkisi bağlamında) sorunları tartışıldı. Fakat sözünü ettiğiniz açılış gecesi, yaşamımın en unutulmaz anlarındandır. İlk kez, bir salon dolusu ve çoğunluğu yabancı izleyiciye, bir buçuk saat boyunca, yazıldıkları dilde ve İngilizcede çevirileriyle şiirlerim okundu… Bu konuda tek bir cümle söylemekle yetineceğim: İyi ve doğru çevrilmişlerse eğer, kendi dilinizde okurun kalbinde yer bulan şiirler, yabancı bir ülkede de izleyicinin (okurun, dinleyicinin) kalbinde aynı yeri kazanıyor… Çünkü, evet, şiir insanlığın ortak dilidir… Zaten bundan hiçbir zaman kuşku duymamış ve bu duyguyu daha öncelerde de başka ülkelerde zaman zaman yaşamıştım… ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Şiirin Dili Anadil/ Ataol Behramoğlu/ Evrensel Basım Yayın/ 368 s. Yaşayan Bir Şiir/ Ataol Behramoğlu/ Evrensel Basım Yayın/ 296 s. İki Ağıt/ Ataol Behramoğlu/ Evrensel Basım Yayın/ 61 s. SAYFA 17