29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ataol Behramoğlu’yla üç yeni şiir kitabı üzerine... Şiirin denizinde olağanüstü bir serüven relim. Halk şiirimizin eşsiz yalınlık ve özlülüğünden bir örnek olarak: “Benden selam olsun ev külfetine Çıkıp ele karşı ağlamasınlar…” İdama götürülürken söylediği bir şiirden dizelerdir bunlar. “Çıkıp ele karşı ağlamak” kavramı, hiçbir dilde, bu kadar ince, bu kadar yalın, bu kadar dokunaklı söylenemez… Bizim şiirimizin zaaflarından biri de, belki, kendi şiirimizin, dilimizin bilgisine ve duygusuna sahip olamayan birilerinin, şu ya da bu yabancı dilin şairine, şiirine özenmek, onlara öykünmek olabilir… MUCİZE ŞAİRLERİMİZ Türk şiirinin gelişme evrelerini, kesişme ve kırılma noktalarını size sormayacağız da kime soracağız ve bu kesişme ve kırılma noktalarında yer alan, yön veren, yapıtaşı en önemli belli başlı şairleri? Tevfik Fikret bir zirvedir. İçerikte ve biçimde devrimci yenilikçiliği ile. Yahya Kemal bir zirvedir. Bütün bir Divan şiirini İstanbul Türkçesinde özetleme başarısı ile. Nâzım Hikmet bir zirvedir. Dili ve içeriği olağanüstü bağımsızlaştırma, genişletme, demokratlaştırma başarısı ile. Aynı zamanda da şiirimizde eşi görülmedik büyüklükte epope (destan) yeteneği ile. Dağlarca, Orhan Veli, Attilâ İlhan, bir yazımdaki tanımlamamla, “mucize” şairlerdir. Burada her birinin üzerinde tek tek duramayız. Fakat hepsi, şiirimize büyük ufuk kazandırmıştır. En belirgin kırılma ve kesişme noktalarından biri de, bana sorarsanız, 1960’larda yaşandı… Şiirimiz 60’lar olmaksızın “gelişim”ini sürdürse, bugün görülen dağınıklık ve ilkesizliğe daha önceden varılacaktı… Nâzım’ın birden ortaya çıkışı, sadece toplumcu şiir geleneklerimizi değil, İkinci Yeni tarafından emekliye ayrılmış, adam yerine konulmayan (kimler mi, en başta Orhan Veli, Attila İlhan, Ceyhun Atuf, Cahit Külebi, Necati Cumanı, Tarancı vb. vb…) bütün bir yakın geçmişimizin ve aynı zamanda da o sırada halen yazılmakta olan bir şiirin üzerine aydınlatıcı bir ışık düşürdü. Böylece, öykünmecilerin, yeteneksiz takipçilerin, budala hık deyicilerin elinde ve desteğinde, şiirimizin bir dil hokkabazlığına, anlamsız ve içeriksiz söz yığınlarına, tiksinti verici bir kendini beğenmiş bireyciliğe dönüşmesi bir süre için de olsa geciktirilmiş oldu… DİL YOLUNDA CÜRETLER Peki, şiirde “zirve” dediklerinizin, en çok hangi kavramlara önem verdiklerini, hangi dil yollarını tercih ettiklerini ve “cüret”lerini yani ilklerini değerlendirmenizi rica edebilir miyim? Tevfik Fikret ilk hümanistimiz, ütopik sosyalistimizdir. Onda adalet duygusu, adaletsizliğe isyan en üst noktadadır. Bahtsızlığı, o sırada Türkçenin, onun felsefesini ve içindeki fırtınanın ritimlerini dile getirecek şiir dili birikimine henüz ulaşmamış olmasıdır. Bu anlamda Nâzım Hikmet’le birlikte Fikret sanki yeniden doğmuştur. Yahya Kemal’in sentezi bütün bir 20. yüzyıl şiiri bakımından yaşamsal önemdedir. Yirminci yüzyıl şiir dilimizin omurgasını kuran şairimiz bence odur. Nâzım Hikmet ve Orhan Veli’yi, şiir dili bakımından, birbirlerinin tamamlayıcısı olarak görüyorum. İçerik bakımından da, dil bakımından olduğu gibi, her ikisinin “cüret”i, alanlar ve boyutlar farklı bile olsa, olağanüstülükte benzeşirler. Nâzım’ın her iki alanda sayısız devrimini sayıp dökmeye gerek yok. Fakat Orhan Veli’deki yalınlık, özlülük, bir yandan da Süleyman efendinin nasırını şiire sokmuş olması azımsanacak bir “cüret” değildir. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “ilk”i “Çocuk ve Allah”taki, bugün dayatılmakta olanın tam tersi, bize özgü bir Anadolu dindarlığı, bize özgü bir töre ve gizem, sanki çağdaş bir Yunus Emre’lik; Attilâ İlhan’ın “ilk”i “Sisler Bulvarı”ndaki benzersiz elektriktir. İrdelediğinizde içinden hem Divan Şiiri, hem Fransız şiiri, hem Nâzım şiiri çıkar. Bunlara Turgut Uyar’daki çağdaşlık bunalımını, “Geyikli Gece”yi eklememek haksızlık olur. YAHYA KEMALNÂZIM HİKMET “Yahya Kemal’de din kavramı, ulusu birleştiren kültürel bir kavramdır. Nitekim aydın ve halk kopukluğunu, birinin inançsızlığı ile ötekinin inançlılığının sonucu olarak görür” sözlerinizden hareketle din olgusunun şiire etkisini, olumluolumsuz etkisini sormak istiyorum.. Ve yüzyılın başlarında ulusal varlık, ulusal kültür kavramları üzerine düşünme gereksinimi duyan bu aydın şairin şiirde getirdiği kırılma noktasını.. Ve Nâzım Hikmet’le kesişme, buluşma noktasını? Din olgusunu dar anlamıyla, bir dine, kitaba, peygambere “harfiyen” bağlılık anlamıyla alırsak, bunun herhangi bir şiire herhangi bir yararı olacağını sanmam. Zaten kime, neye, hangi ideolojiye olursa olsun, bu türden bağlılıklar sanatsal yaratıyla bağdaşmaz. Ama din olgusunu bir etik (ahlak anlayışı), bir töre, bir yaşam ve davranış kültürü genişliğinde düşünürsek, sonuçta halkların yaşama kültüründen, toplumların kültür tarihlerinden ve bugünlerinden ayrı düşünülemeyeceği için, dinlerin sanat ve kültür üzerinde etkili olması, yaratma süreçlerine katkıda bulunması çok doğaldır. Bu anlamda Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet arasında bağlantı noktaları aramak ilk bakışta zorlama gibi görünse de, doğrusu, araştırılmaya değer. Sözgelimi, ilk elde aklıma gelen bir yakınlık örneği: Yahya Kemal’in “Koca Mustafa Paşa” adlı şiirinin bende iz bırakan giriş dizeleri şöyledir: “Koca Mustafa Paşa! Ücra ve fakir İstanbul! Ta fetihten beri mü’min, mütevekkil, yoksul” Halkın tanımı aşağıdaki dizelerle sürer: “Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten” Yahya Kemal’in “mümin”, “mütevekkil” halkıyla, bu şairin “dindarlık” anlayışıyla Nâzım Hikmet’in kimliği ve şiiri arasında özdeşlik aramak anlamsızdır. Fakat “Memleketimi Seviyorum” adlı şiirinin aşağıdaki dizelerinde betimlenen halkla, Yahya Kemal’in yukarıda tanımlanan “vatandaş”ı arasında bir kan bağı bulunduğu, ayrıca dizeler arasındaki “söyleyiş tadı” bakımından da yakınlık bence yadsınamaz: “Memleketim Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya Kurşun kubbeler ve fabrika bacaları benim o kendi kendinden bile gizleyerek sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir” Yahya Kemal’in çok daha sonra “Kendi Gök Kubbemiz” başlığı altında kitaplaşacak şiirlerindeki dilin, Nâzım Hikmet de içlerinde olmak üzere Türkçe şiiri yazan herkesi etkilemiş olması bence çok doğaldır. ‘HER DAKİKA DEVRİM OLMAZ’ Dil, döneminin en önemli göstergesi, kodu kuşkusuz. Bu böyleyken şiir dilleri arasındaki ilişkiler konusunda nasıl bir ölçüt getirmeli? Bu alanda karşılaştırmalar yapmak sanki soyut olacak, ama karşılaştırma yapılmaksızın günü yorumlamak, geleceği öngörmek olası mı? Ve kökene ilişkin saygımızı pekiştirmek? Bence şiir dilimizin omurgası kurulmuştur. Şimdi yapılacak olan şey bu alanda büyük devrimler yapmaya özenmek değil (her dakika devrim olmaz çünkü), bu dilin (özellikle sözcük dağarı bakımından) ufuklarını genişletmeye çalışmak, bunun yanı sıra da düşüncede derinleşmektir. Dünyaya bakışı sığ birinden, derinliği olan şiir beklenemez. Sorunuzu doğru anladıysam eğer, her şairin kendine özgü bir şiir dili olması gerektiğine göre, bu şiir dilleri arasında nasıl bir etkileşim olabiKİTAP SAYI Ataol Behramoğlu’nun üç şiir kitabı “Şiirin Dili Anadil”, “Yaşayan Bir Şiir” ve “İki Ağıt”, yakın zaman önce Evrensel Basım Yayın tarafından okurlarla buluşturuldu. Behramoğlu ile “Şiirin Dili Anadil”, “Yaşayan Bir Şiir” ve “İki Ağıt”ı konuştuk; şiir denizinde alabildiğince yol aldık. ? Gamze AKDEMİR ir dilin şiirini diğer dillerin şiirinden üstün kılan nedir diye sormak yanlış mıdır? Öyle ise bile ben yine de soracağım, kültürlerin katmer noktasında özlerden deneyimlenen, harmanlanan şiirimizi diğer şiirlerden ayrı kılan özelliklerini, Türkçenin gücü ve özgünlüğünü? Ve evet üstün yanlarını da.. Türkçemizin gücü, bence, özlülüğündedir. Bir şeyi yalın, kısa, özlü söyleme becerisi. Dilin bu özelliği, bana kalırsa, şiirin çok büyük olanağıdır. Çünkü şiir eninde sonunda böyle bir şeydir, böyle olmalıdır. Yani, yalın ve özlü. Bununla, şiir ille de kısa olmalıdır demiyorum. Dizeden, anlamdan, anlatımdan söz ediyorum. Türkçemiz yalın ve özlüdür. Sanırım İspanyolca da öyle… Nitekim Küba’nın büyük şairi, sevgili Jose Marti, Türkçeye çevirdiğim bir şiirinde şöyle diyor: “Şiirim kardeştir cesarete Yalın, içten ve özlüdür O, kendisinden kılıç yapılan Çelikle aynı örste dövülmüştür” Bir örnek de Pir Sultan Abdal’dan veSAYFA 16 B ? CUMHURİYET 941
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle