29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Goethe; bilimden, söylencelerden, sevi ilişkilerinden, yaşamanın içinden bakıyor edebiyata. En önemlisi dilin içinden bakıyor. Dilin içindeki gizilgücü bulmasaydı Goethe olamazdı zaten. rada anlam boşlukları bırakarak eksiltilmiş bir dille yazılan şiir, düşlem gücümüzde değişik yorumlara yol açabilir. Ancak sezdirilmek istenen bir felsefe anlayışıyla yaşamayı kavramak, bize görünmeyeni gösterebilir. Eninde sonunda felsefeyle edebiyat insana bakıştır. O bakış, dışta görüneni içselleştirmek anlamına gelmelidir. Yaşamanın tekdüze bir akış olmadığını, ayrıntılardaki gerçeğin; bildiğimiz, alıştığımız gerçeğe hiç de benzemediğini anlayacağız. Belki de yaşamanın dolaşımındaki şaşırtıcı karşılaşmalar bize kendimizi öğretecektir. Yeter ki Goethe gibi bir kişiliğin gözüyle nasıl bir evrimden geçtiğimizi anlayalım. Goethe’nin kişiliğinde, değişik düzencelerden edebiyata bakmanın ayrıcalı durumunu değerlendirelim. A olmaktan kurtulmaya, gerçeği yorumlamaya çalışır. “Wilhelm Ustanın Çıraklık Yılları” bu anlayışın ürünüdür. “Wilhelm Usta” özyaşam öyküsü ağır basan, öğretici yönleri olan bir çağ romanıdır. Oyun dünyasında oyalanmanın anlamsızlığını, bir çeşit sorumsuzluk olduğunu anlayan insanın gerçekle savaşımını anlatan bir romandır bu! Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler Goethe’yi anlamak Dönemin FransızAlman savaşında, savaşların çözüm getirmeyeceğine inanan Goethe; Fransız kültürüne duyduğu saygı nedeniyle Fransız halkına da sevgiyle yaklaşır. Bu yüzden oğlunun askerliğine de karşı çıkar. Bu hoşgörüyü anlamayan Weimar halkı Goethe’ye dargın durur. DEĞİŞİK DÜZENCELERDEN EDEBİYATA BAKMAK Edebiyatı kavramanın değişik boyutları var. Goethe’nin yaşama biçimi; sevi ilişkileriyle, gezileriyle, görevleriyle öylesine dolu geçmektedir ki, edebiyata bakışı yeni bir anlam kazanmaktadır. Bu yoğun yaşama hızı içinde, nice önemli devlet görevlerinin sorumluluğunda, bunca eseri nasıl yaratacağını merak edenlere verdiği yanıt şaşırtıcıdır: “Ben her işimi sanatım için kullandım.” Sevi ilişkisinde yenilgiye uğradığı olmadı mı? Arkadaşı Kestner’in nişanlısı Charlotte’ye gönül verdiği zaman, duyguahlak çatışması sonucunda, sevgisine karşılık gösterilmeyince, bu yenilgi, “Genç Werther’in Acıları” romanına yansıtılmadı mı? Ama Goethe’ye gerçek sevinin ne olduğunu öğreten Frau von Stein oldu. Kendinden yaşça büyük olan bu olgun kadın, ondaki ruhsal değişimi de hazırlamıştı. “İphigenie Tauris’te” bu ruhsal değişimin trajedisidir. Goethe eski söylencelerden de yararlandı. Ama bir söylenceyi yaşadığımız zamanın koşullarına göre yorumlamazsak, kolayca benimsemek olanağını bulamayız. Ölü rüzgârı diriltmek için tanrıların kurban istemesi, Tanrıça Diana’nın İphigenie’yi kurban olmaktan kurtarması, Goethe’ye İbrahim Peygamber söylencesini anımsatmış olabilir. İslam dinine duyduğu ilginin nasıl geliştiğini anlamak için, Goethe’nin kişiliğini iyi bilmek gerek. Yaşlanmayı kolay katlanılır bir sanat haline getirmek için gizemci düşüncelere mi sığınmak gerekecektir? Gürsel Aytaç, Goethe’nin dine bakışını yorumlarken diyor ki: “İslamiyete sempatisinin yanında Goethe’nin din anlayışında büyük bir özgürlük, kişisellik, hatta orijinallik vardır.” Hz. Muhammet’in kişiliğine saygı duyan Goethe, İslamiyetle örtüşen görüşlerini şöyle anlatıyor: “Tanrı’nın birliği, O’nun iradesine teslimiyet, bir peygamberin elçiliği, bütün bunlar az çok bizim inancımıza, bizim tasavvurlarımıza uymaktadır.” Ondaki hoşgörünün temelinde, din kültürü de içinde olmak üzere, bütün kültürlere duyduğu yakınlık var. Nasıl sevdiği kadınları birer eserde yaşatmayı edebiyata bakışının anlamı haline getirmişse, inançlarını da Hz. Muhammet’i yorumladığı bir eserle yaşatmak istedi. “Binbir Gece Masalları”nın gizemli dünyasını tanıdıkça, “Doğu Divanı”nda gizemin derinliklerine ulaşmaya çalıştı. Bir yandan bilimsel çalışmalarla evrimi, değişimi anlamak isterken, öte yandan GÜRSEL AYTAÇ’IN BİR ÇALIŞMASI Gürsel Aytaç Goethe üzerine yoğunlaşırken karşılaştırmalı edebiyatın olanaklarıyla edebiyata bakmasını bilen bir araştırmacı. Ölümü üzerinden 250 yılı aşkın bir zaman geçmesine karşın güncelliğini koruyan, önümüze yeni yollar açmasını bilen bu büyük edebiyatçıyı bize ayrıntılarıyla tanıtan Gürsel Aytaç; edebiyata çok yönlü bir sıkıdüzenle ulaşılacağını düşündürüyor (Goethe, Çeviri, Önsöz ve Açıklamalar, Prof. Dr. Gürsel Aytaç, Say Yayınları, 2006) Goethe (17491832), önemli devlet görevlerinde bulunmasına karşın, yaşadığı 83 yıllık zamana akıl almaz güzellikte eserler kazandırmasını bilen bir bilgeedebiyatçı. İnsanın doğadaki varlığını, yapısını, bitkilerdeki değişimi, toprakla bitkilerin birlikteliğindeki doğa özelliklerini; Goethe gibi hukuk öğrenimi gören bir edebiyatçının bilimsel çalışmalarla ortaya koyması; değişik düzencelerden edebiyata bakması, ancak bir bilgeedebiyatçının üstesinden geleceği bir iştir. Bu yoğun çalışmaların onun yaşama serüvenine değişik özellikler kazandırdığını görünce, bu ilginç kişiliğin incelenmesi, insana bakışımıza yeni bir boyut kazandıracak. İnsan, kendinde çoğalınca dünyaya geniş açıdan, daha bir hoşgörüyle bakıyor. Bu anlayış, yalnızca bir insana katlanmak değil, bir ulusa katlanmak boyutuna varıyor. Goethe, Carlyle’a yazdığı bir mektupta bu anlayışı şöyle tanımlıyor: “Gerçek bir hoşgörüye kesin olarak şöyle ulaşılabilir: İnsanlarla ulusların tek tek özelliklerine dokunulmaz. Bu özelliklerin bütün insanlığın malı olduğu inancına bağlı kalınır.” “O zaman birbirinin ayrımına varan insanlar, birbirini kavramaya çalışmalı, sevemeseler bile, birbirine katlanmayı öğrenmeli.” Hoşgörüyü “katlanma” olarak kabullenmede sıkıntıyla taşınan bir yük var. Belki de sözcüğün Almancasındaki anlam ayrımları Türkçede bilinmiyor. Gürsel Aytaç bu durumu şöyle açıklıyor: “Goethe her türlü farklılığa, her türlü yabancıya katlanmaktan söz etmiyor. Onun tolerans gösterdiği veya toleransa layık olmak konusunda şartı var. Başka bir deyişle, Goethe’nin toleransı, ‘hakkını verme’ esnasında bir tolerans.” Önemli olan bu hoşgörünün edebiyata nasıl yansıdığıdır. Çünkü geniş okur topluluklarını etkileyecek olan böyle büyük bir yazarın insana bakışı ilgilendirir bizi. Gürsel Aytaç bu bakışı şöyle yorumluyor: “Evreni, hayatı kutuplulukların birliği olarak algılayan yazarlar, kutupların hakkını vererek yazmaya özen gösterirler.” SAYFA 22 yaşamanın temel ilkesini kutuplu olma anlayışında görmek; Goethe’nin kişiliğindeki çelişkiyi mi, gelişmeyi mi açıklıyor? İtalya gezisi Goethe’nin ruh yapısında önemli bir değişime yol açmıştır. Yarım kalan eserlerini tamamlamak olanağını bulmuştur. Sevi ilişkisine daha bağımsız bir anlayışla bakmıştır. Christian Vulpius’ta kendi kişiliğinin karşıtı, doğaya bağlı bir dost insan bulmuş; bu karşıt kişilik onu dengeleyen, dinlendiren bir ilişki ortamı oluşturmuştur. Ama bu evlilik dışı birliktelik Weimar’da eleştirilere yol açınca, üstelik bir de çocukları olunca, evlilikle sonuçlanmıştır. Goethe, yaşamasında yeri olan öteki kadınlar gibi Vulpius’u da yazdığı “Ağıtlar”la ölümsüzleştirmek istemiştir. ancak Romalı Faustina’yı Vulpius’un özellikleriyle donatarak “Ağıtlar”ını yazmıştır. WEİMAR YALNIZLIĞI İtalya dönüşü düştüğü Weimar yalnızlığı Goethe’yi yeni dost ilişkileri kurmaya yönlendirmiştir. İşte Schiller ile kurduğu dostluk bu evreye rastlar. “Yaratıcılığın kaynağını hayatta, yaşantılarda bulan Goethe, Schiller için fazla duygusaldır.” Düşüncelerle beslenen bir edebiyata yatkın olan Schiller tarihsel gerçeklere, Kant felsefesine yakınlık duyar. Goethe’nin üne ulaşmasını emekle kazanmadığını, içinde bulunduğu özel koşulları “Tanrı’nın Lutlu”yla hazırladığını öne sürmektedir. Oysa Goethe Eckarmann’la görüşmelerinde başarıya ulaşmasında çalışmanın, emeğin payı olduğunu şöyle anlatır: “Beni hep şansı yaver gitmiş biri olarak övmüşlerdir; ben de şikâyetçi değilim. Ne var ki aslında çaba ve işten başka bir şey değildir bu hayat ve şu 75 yaşımda diyebilirim ki tam bir dört hafta dört başı mamur rahatım olmadı. Durmadan yeni baştan taşınacak bir kaya parçasının ebedi yuvarlanışıydı.” Goethe, sabahları saat beşle altı arasının en verimli çalışma zamanları olduğunu anımsatarak, Schiller’in kendisini örnek almasını ister. Gene de Schiller’in etkisiyle duygusal FAUST Söylencelerle, gizemci bir anlayışla ruh dokusunu bezeyen Goethe; yaşamanın içinden geçerken sevi ilişkilerinde kendini sınamış, yaşadığı her durumu eserinde de yaşatmaya çalışmış bir büyük insandır. Kuşkusuz onun en büyük eseri; yaşadığı yıllar boyunca geliştirdiği, belki de insanlık serüvenini kendi yaşadıklarıyla yorumladığı, içimizdeki iyi ile kötünün kimi zaman yer değiştirdiği “Faust” adındaki kişiliğin trajedisidir. Mephisto bizi ele geçirmek isteyen şeytan mıdır? Bizi mutluluğa kavuşturan şeytana bir can borcumuz mu olacaktır? Bize mutluluğu bağışlayan kötülükle savaşıma mı girişeceğiz? Yoksa kötülükle dost olup küçük çıkarlar adına kendimizi Mephisto’ya mı bırakacağız? Yaşamak kendimizi iyileştirme süreci midir, kötülüğün tadında mutluluğu aramak mı? Faust’un kişiliğinde ucu açık sorularla kendimizi sınamak isteriz. Yaşamanın akışı içinde sürekli bir değişim geçirmektedir Faust. Eksiksiz bir sona doğru gelirken, kimi zaman kendimize yenildiğimiz de olur. Bu yenilgi ruhumuzu şeytanın ele geçirdiği anlamına gelmez. Hangi insan kimi zaman kendine yenilmemiştir? Ama orada oyun bozulur. Öyle olur ki, kimi zaman yenilgi, kurtuluşa uzanan bir yola baş koymak anlamına gelir. Gürsel Aytaç Faust’un özgürlüğünü şöyle yorumlar: “Ne var ki Faust’un yenilgisi bir kelime oyununa kurban gitmekten ibarettir. Melekler onun ruhuna sahip çıkarlar. Çünkü Faust iyi niyetle çabalayan, sürekli arayan, aktif insandır.” GERÇEĞİ KAVRAMAK Goethe belki siyaseti bile edebiyat için kullandı. Ama edebiyatı siyasetin buyruğuna vermedi. Eckermann’la yaptığı konuşmada diyordu ki: “Politika bir kaderdir. Ama sakın yeni edebiyatçılarımız gibi: ‘Politika Edebiyattır’ ya da ‘Politika şairlere yakışan bir şeydir’ demeye kalkmayalım.” Önemli olan siyasetten ne anladığımızdır. Çıkar uğruna siyasetçilerin dümen suyunda gitmek mi, toplumun kurtuluşu adına siyasetçiye başkaldırmak mı? Yerine göre başkaldırı da bir siyaset biçimidir. Bu uğurda yenilgiye uğramak “ölmezden önce ölmek” anlamına gelir. Yaşamayı, kendini iyileştirmek süreci diye bilen “tasavvuf ehli” ile aynı gizemci düşünce paylaşılmış olur. Kalbin kasılıp gevşemesi kan dolaşımını sağlar. Goethe’ye göre, yaşamanın anlamı dolaşımdır. Dolaşımın hızı gerçeği kavramaya, yanılgıyı savunmaya yetecek bir gelişme göstermelidir. Ne var ki bu dolaşım, gerçeği kavramaya, yanılgıyı savunmaya yetmiyor. Yanılgılarımızdan geçerek gerçeğe varabileceğimizi umabilebilirdik ama Goethe diyor ki: “Hakikat ilerletir; yanılma, hiçbir şeyin gelişme kaynağı değildir, o bizi olsa olsa saptırır.” Gürsel Aytaç karşılaştırmalı edebiyatın gücüyle Goethe’yi yorumlarken, bu büyük edebiyat insanını anlamayı kolaylaştırıyor. Goethe; bilimden, söylencelerden, sevi ilişkilerinden, yaşamanın içinden bakıyor edebiyata. En önemlisi dilin içinden bakıyor. Dilin içindeki gizilgücü bulmasaydı Goethe olamazdı zaten. O zaman kendimizde çoğalmak olanağını da bulamazdık. ? KİTAP SAYI 941 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle