Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Metin Kaygalak’tan ‘Ortodoks Oğlanlar İçin Fücur” ‘Beni kekeme kılan...hiçlik’ nir; fakat burada “oğlan” sözcüğü değişik anlamlara gelecek şekilde de neden okunmasın gibi okuyanın zihninde sorular ardı ardına gelir. “Ortodoks Oğlanlar” kimdir bilinmez; ama “fücur”un şüphesiz kitabın ilerleyen sayfalarında kendisini belirgin bir şekilde göstereceğini ilk şiirden duyumsarız: Senin buralardan geçmişliğin Çünkü sus durmak tuhaf ikrârdır buranın” dizelerindeki sözcüklerin üstü kapalıdır. Bu anlamın örtüsünü okurun açmasını isteyen bir tavrın yahut izlenimin olduğunu belirtmekte fayda vardır. Zira şair yerel olanın betimlemesini yaparken dahi bunu bize hissettirir: “sonra çocuklar o herkesin gittiği son ülke kulağımda patlayan çan sesiyle hacı bağırıyor dövmeleriyle geçiyor kadınlar” (s.18) likle 12 Eylül 1980’den sonra bu yılların getirdikleri ve götürdükleriyle sözü yorabiliriz. Gittikçe içe kapanan özne toplumsal olanı görmemiş, bunun yanında tıpkı bir dönem Cumhuriyet’in ilanından önce doğmuş olan şairlerin ve yazarların 1930’lu yıllara gelindiğinde kendilerini bir boşlukta ya da arada kalmış duygusuyla hissetmiş oldukları gibi aynı şekilde bu yıllarda da benzer bir özelliğin olduğunu vurgulamalıyız. Kim ne derse desin sözüne ettiğimiz yıllarda içlerindeki “hiçliğin” yahut boşluğun nedenlerini sorgulamadan bulunulan yerin ve zamanın kederini yaşamaları dikkat çekicidir. İçe dönük yazılanlar bireyin kendisini özlemleriyle ve aşklarıyla ifade etmesi boşuna değildir. Zira sözünü ettiğimiz yıllarda yazan şairlere ve yazarlara bakıldığında bir kimlik arayışının ve hatta eskiye bir özlemin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dahası ana rahmine dönüş arzusu bile söz konusudur çükü yaşanılan ortamdan memnun değildir yazanların birçokları. İşte bu paralellik 1980’den sonra da duyumsanır. 1980’li yılların şiirine ve düzyazılarına bakıldığında 1930’lu yıllarda yaşananların aynısını gözlerimizde resmetmemiz şaşırtıcı olmasa gerek. Bu yüzden olsa gerek 80’li yılların şairleri, bir arayışa ki bir arayış söz konusuysa o da ulusal olan değerler ve edebiyatın has kaynaklarıdır girmemiş sanki “eve dönüş”ü gerçekleştirmiştir. Buradan hareketle Kaygalak’ın “hiçlik”i genel olarak var olamama ve yokluk ile ilgilidir. Ona göre “hiçlik” Sartre’dan alıntılayarak söylersek; “bir insanın bilinci ile onun kendisinin bilincinde olduğu şeyler arasındaki bir boşluk veya yarığı tanımlar.” Ne olursa olsun bireyin kendisindeki ve algılarındaki doldurmaya çalıştığı boşluk olan “hiçlik” bir eylemi tetikleyendir de! İlginç bir yaklaşım olacak, ama Metin Kaygalak’ın kitabını okurkenson zamanlarda dile getirilen söylemden dolayı not düşüyorum ben nedense hep doğuyla özdeşen Ahmet Arif’i görmedim. O daha başka bir sesin ve estetiğin peşinde. Şiirinde doğduğu coğrafyanın kokusunu üstü örtülü sözcüklerle serpmiş. Öyle ki o sözcüklerin üstünü biraz kazısak kanayacak bir ses akacak! Dahası, kitaptaki şiirleri okurken yüreğimde ve dudaklarımda Nâzım Hikmet’in: yarısı bu koskoca dünya. Bir elmanın yarısı biz / yarısı insanlarımız Bir elmanın yarısı sen / yarısı ben/ ikimiz…” dizelerinin bir dayanışma temsil etmesi açısından sürekli döküldüğünü de söylemeliyim. Son olarak şiirin okuyucusunun sınırlı olduğunu söylemek bilineni tekrar etmekten başka bir şey olmasa gerek. Fakat gerçek anlamda okuyucu ikiye ayrılıyorsa ki bunlar” hatırlamak için okuyanlar” ve “unutmak için okuyanlar” ise diyebilirim ki Metin Kaygalak’ın bu kitabını gerçek okuyucular daima “hatırlamak için” okuyacaklardır. ? Ortodoks Oğlanlar İçin Fücur / Metin Kaygalak /Şiir / Avesta Yay. / 50s. KİTAP SAYI 899 Metin Kaygalak başka bir sesin ve estetiğin peşinde. Şiirinde doğduğu coğrafyanın kokusunu üstü örtülü sözcüklerle serpmiş. Öyle ki o sözcüklerin üstünü biraz kazırsanız kanayacak bir ses akacak! ? Mustafa Fırat “Bensem bu ruhum bir akşam üşümesiydi esriyen, zapta geçmeli bu saklı adres bu hıçkırık yalan” (s.11) Z amanla arşivimden, eski dergilere, kitaplara bakma özlemimin nedenini bilmediğim bir şekilde beni tetiklediğini belirtmeliyim. Önümde Ludingirra Dergisi’nin dokuzuncu sayısı ve henüz yeni yayımlanmış iki şiir kitabıyla Metin Kaygalak’ın o nefis şiiri; “Hırs Küs”ünü okuyorum: “Buradayım: yüzüme kırbaçlanan dünyanın / bana büküldüğü yerde, kinimi büyüten / ısrarın yüzü yok, cevaplar perde, örtmüyor / dilimi karşılık bulduğum sorular. sesimi / düşürüyor hıncım. zahid kırgın, sultan kimin / kalbinde. bir aynaya dökülüyorum, tutmuyor / sır’ım… ne yapsam herkes yanlış kederde” dizelerinin altını çizmişim. Son dönemlerde şiirin sesinin doğudan yükseldiğine dair yazılar okuyoruz. Aslına bakarsanız bu tür sınıflandırmalara şiirimizin ihtiyacı var mı diye soruyorum kendime? Gerçi bu tür söylemlerin nedenini belirtiğim gibi son dönemlerde doğu doğumluların şiirde biraz daha baskın yer etmesinden olduğunu vurgulamalıyız. 1998 yılında ilk kitabı “Yüzümdeki Kuyu”da başkaca söylemiyle içe dönük bir sesle dikkatleri çekmişti Kaygalak. 2000’de “Suya Okunan Dua” ile okurun merakla beklediği şairler arasında yer aldı dersek yanlış mı ifade etmiş oluruz? 2006’nın aralık ayında iki kitabıyla yeniden merhaba diyen şairin Avesta Yayıncılık’tan “Nâr Defterleri” ve “Ortodoks Oğlanlar İçin Fücur” adlı kitabı çıktı. Şu an okumakta olduğunuz bu yazı; şairin “Ortodoks Oğlanlar İçin Fücur” adlı kitabını ele almaktadır. İlk elde kitabın adı bizi eskilerin “fitne fücur” söylemine götürür gibidir. Okurun “Ortodoks Oğlanlar için” ifadesini kaldırdığında içeriğe bakıp böyle bir söyleme şairin işaret ediyormuş hissine kapılması şaşırtıcı olmasa gerek. Eskilerin dilinde bilinir ki “oğlan” hem kız hem erkek çocuk için söyle GİZLİ TOPLUMSAL ALAN... Kaygalak’ın şiir dilinin her zaman dikkatimi çektiğini belirtmeliyim. Şairin bu konuda titiz ve seçici olduğunu söylemeliyim. Onun dizeleri, şiirinde bir nehrin çağlaması gibi akar izlenimi verir. Hani o büyük bahçenin ve hiçbir zaman eskimeyen “çocukluk” tan başlayarak: “çünkü bir oyun hepimiz farkındaysak oyundur yoksa çocukluk olur muydu düştüğümüz o evvel zaman” (s.12) Fakat “beni pis et!” ünlemi burada ilgi çekicidir. Buradaki söylem Kaygalak’ın “dil” ile ilişkisini “inadına” “merhem olmaya” dönük şekilde kullandığını söylemeliyiz. Şair için önem taşıyor ki bir duyarlılıksa dili en iyi şekilde kullanmak burada da bir duyarlılığın sesini dinlediğimizi belirtmeliyiz. Onda “dil”; “aksan”a dönüşür ansızın ki o aksana bir dilek düşer ünlem ile birlikte “pis etmeye” dair; “biraz acemi / …biraz şirret” (s.13) İlerleyen sayfalarda da bunu bir problem olarak ele alan şair “dilşiveaksan” üzerine daha baskılı gider! Bu kitabın gizli bir toplumsal alanı imlediğini söylememize gerek var mıdır? YARIM KALIYOR YANIM... Yer yer içten içe bir sitemin sesi yükselir dizelerinin arasından.Bu sitem onun mensubiyetiyle ilişkilendirilebilir mi? Fakat bu sitemin söz ile birer ok olup okurun kalbine saplandığını vurgulamak gerekir.Öyle ki onun sözü zerreye oradan da eskilerin meşhur sözüne götürür bizleri; “muhabbet kantarla alış veriş miskalle”: “çün o zerre o miskal Kürdün terazisiydi” (s.19) Bütün bunların üstüne; ‘Susmak’ ın bilgeliğin timsali olması bir yana onun şiirinde “sus” eylemi başka anlamlara yüklenir gibidir, bir “son” olarak. Yerel motiflerden bilinen kişilere ve yerlere olan göndermeleri hep bir şeyleri imler! Peki deriz içimizden ve dışımızdan buraya kadar “anlamak”; nereye kadar sorusunu çınlatır zihinlerimizde: “anlamak da yetmiyor artık bilmedim bilemedim hangi yanıma dönsen yarım kalıyor yanım” (s.35) dizelerinde arada kalmış birinin, öznenin sesi kabarır. Elbette günümüz insanının en büyük sorunsalı anlaşılmamak bir “şey”leri doğru yaptığını sanarak anlam evreninde anlamsızlığa bürünmesi değerlerle alakalı. Durmak, büyüyen ve gelişen dünyanın herhangi bir yerinde; bir nokta gibi yer teşkil eden insanın ruh hali sadece… Zamanın içinde nar taneleri gibi dağılan insanın “hiçlik” duygusunu üstünden atamamasını neyle ilişkilendirebiliriz? “işte budur beni kekeme kılan her şeyin gelmiş ve geçmiş olduğunu anlatan hiçlik” (s.43) HATIRLAMAK İÇİN... Hiçlik ve duygusu, son dönemlerde okuduğum kitaplarda adeta altı çizilmiş bir şekilde bir “tümülüs” gibi neden yer etmektedir? Şüphesiz bunu sosyoekonomik ve kültürel değerlerle açıklayabiliriz. İyisiyle kötüsüyle yaşananlar ve yaşanacaklar… Sanırım özel SAYFA 6 CUMHURİYET