Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ve yağmur hâlâ yağıyordu hava bacasına ve uludu sirenler ve kuleleri örttü bulutlar. Oradaymış gibi yapsam pek az şey görebileceğim, kitabımın sayfalarında, dışında zarif bir çizgisinin dar kemerlerin bir yamaçta, bir yerlerde terk edilmiş, gerçek amacı bilinmeyen ve bir adlar listesi zorlukla söyleyebildiğim: Leovigild, Recared… OLAĞANÜSTÜ MANDALİNALAR 1 Abartılı davranış tuhaf bir yoludur göstermenin senfoniyi anladığının, ama öyle yaptı o,taşralı kadın, Marie Antoinette havalı tutarak gülümseyen başını kalçalarıyla aynı hizada, ve konuklar mırıldanır: ‘Çok hoş. Öyle akıllıca. Sanırım yapılır aynalarla.’ Ama tabii ki öyle değil. Aykırıdır küçümsemek birinin şapkasını o başındayken. Senfoni ilginç adları olanlardandı, bilirsiniz,Çekiç, Uçuş Çantası, Spaniel ve daha neler neler… 2 ‘Azizim, seninle konuşmalıyım çatal bıçak takımı hakkında. Onun hiçbir parçası birbirine uymuyor ve inanarak müziğin, uygun koşullarda, değiştirebildiğine biçimini maddi nesnelerin, o yerleştirdi onu saydam, plastik bir kap içinde, yanına piyanonun. Konçerto büyük bir başarıydı ama bununla beraber, bir savaş alanıydı akşam yemeği.’ 3 Rapsodiler için üzümleri düzenledik keman kutularının içinde, altında Alman büstlerinin. Gizlediler kendilerini üyeleri kuartetin arkasında siyah perdelerin, yalnızca elleri dışarı fırlıyordu olabildiğince, dar aralıklardan. Yaylılar yavaşlayarak ortaya çıktı kol ağızlarından. Lirik bir andante ile başladılar (en önemli yaylı çalgılar üstadının bestelediği) narin, çeşitli renkli teller hafifçe inceltilmiş ortasında sekizinin, devinen eller. Etki çok dokunaklıydı ve dehşet saçan bir kontrpuvanıyla bitirdiler Grosse Fugue’ün, öyle yoğun bir örgü, yanlış olabilen bitkilere şekil verme sanatı açısından. Bir gönüllü çıktığında sonunda sahneye çekmek için sürünen tek bir ip elyafını ve tüm, kocaman yapı çöktüğünde önünde gözlerimizin alkış gürültülüydü. 4 Aylardan kasım. Karşıdan karşıya bulut gölgeleri sürüklenir sığ göl suyunda ve Duke hüzünle ilerler plaj kabinlerine doğru. Yüzme mevsimi için çok geç ama bu niyeti değil onun. O, yaklaşır soluk, eskiden koyu mavi yıpranmış bir plaj kabinine ve girer. Diz çöker ortasında küçük odanın ve öbür duvara kaldırır gözlerini. Ona çivilenmiş altı tam ve pek süslü kadın iç çamaşırı takımı var, ballı bir bej rengi. Sağda bir yer var yedinci takım için. O uzanır cebine ve çıkarır uzun, pırıldayan tırnakları. Bir damla gözyaşı belirir gözlerinde. CUMHURİYET KİTAP SAYI 932 Cevat ÇAPAN Şiir Atlası John Ash/ Şiirler/ Çeviren: Nice Damar ‘Burada tüm anlar perde arasıdır. Musiki ya da kayboluş gibi.’ 1948 yılında Manchester’da doğan şair, Birmingham Üniversitesi mezunudur. Bir süre Kıbrıs ve Manchester’da yaşadıktan sonra 1985’te New York’a yerleşir. ABD’de çeşitli üniversitelerde uzun süre ders verir. 1996 yılından beri İstanbul’dadır ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Kitapları: Casino (1978), The Bed (1981), The Goodbyes (1982), The Branching Stairs (1984), Disbelief (1987), The Burned Pages (1991), A Byzantine Journey (1995), Selected Poems (1996), To The City (2002). HOTEL BROWN ŞİİRLERİ 1 Saçaklıdır Hotel Brown’ın her denize karşı penceresinin üstü. Geceleyin gönendirecek seni güzel kokuları bahçenin… Güzel bir yerdir sevdalanmak için ve güzel bir yerdir yazmak için, ikisi de zorunlu olmamasına karşın. Bununla beraber, sen, övmelisin ışığı, renklerini değişen denizin tanda ve akşamüstü: bunlar tanrısallıklarıdır yerin. Amin. 2 Serin, mavi lokantasında bir zamanlar Hotel Brown’ın, bir arkadaş şöyle dedi bana, ‘Anlamıyorsun içtenliğinin ne kadar ürküttüğünü insanları: çarpıyor onlara bir dalga gibi,’ ve gülümsedim ben, sözleri hoşuma gittiği için değil, ama mutfakta kızaran biberlerin kokusu sardığı için beni. Aklımda ne düşünce kaldı ne de insan o anyalnızca yer, koku, uzun beyaz perdelerin ileri geri deviniş şekli sınırlarında ışık ve havanın. 3 Açılıyordu küçük terasa pencereler. Deniz durgundu. Kıpırtısız. Ben, dünyada onu hiçbir şeyle kıyaslamam. Aşağıdaki yarı terk edilmiş iskeleyi gösterdim bir anı gibi kişisel görünen bir sıcaklıkla yarı uykuda ve dedim, ‘Şu adam, kamburlaşmış, sanki savaşıyormuş gibi soğuk bir rüzgâra karşı, bir şairdir, bir arkadaşım benim. Hadi kendimizi tanıtalım.’ 4 Bir dalga olarak düşün kendini. Zor. Düşün kendini içtenlikle. Aynı derecede zor. Çoğunlukla arkasında gibi davranışların cam bir bölmenin, buharla sislenmiş ve sık sık kuşatılmışlık duygusu var,üstüne kapanmış bir üzüntü seli gibi ve belirgin kilit ve parmaklıkların yokluğu çok kötü doğrular bunu, kusur tininde senin SAYFA 26 düşmanca koşullar kadar eni konu, görünmez bulutları genel umarsızlığın kaplar, ulaşmayı bekleyerek, en mutlu kıyıya bile, donuklaştıran suyu, tekneleri, senin en derin sözcüklerini toz bulutuyla. 5 Tapınağa doğru yürürken şair şöyle dedi bize: ‘Bu size görünebilir küçük bir ada gibi, ama bir zamanlar o kendi acımasız deniz kuvvetiyle bağımsız bir devletti. Onu tümüyle yok etti Atinalılar.’ Eski surlar masifti ve bağlanmıştı sıkıca ama onların kuşattığı karmakarışık taş yığını ve çalılık alan daha büyük görünmüyordu gösterişsiz bir şehir parkından. 6 Uğurladık onu tekneye geceleyin. Dans eder gibi yürüyen bir adam, izledi onu güvertede bir tek bisiklet tekerleği taşıyarak ve gemi ayrıldı ışıklı bir şenlikle. Geri döndük barları geçerek. Gece çok karanlıktı, mırıltılı konuşmalarla dolu. Işık saçıldı merdivenlerinden Hotel Brown’ın, soğuk, artan bir esintinin kestiği, söyleyecekmiş gibi‘Hoş geldiniz, bir an için. Bu bir perde arasıdır yaşamınızda. Birazdan bakmalısınız olaylar dizisine ve maskelere ve arka perdesine sonraki perdenin. Burada tüm anlar perde arasıdır. Musiki ya da kayboluş gibi.’ VİZİGOTLAR Yağmur yağdı bütün gün ve kendimi buldum düşlemeye çalışırken Vizigot krallığının yaşamını. Biliyoruz yıkıldığını hangi kentlerin ya da terk edildiğini karışıklık yıllarında, ama kurtuldu ötekiler, biraz küçülmüş olsalar da ve yapımı kiliselerle sarayların sürdü. Sunuldu yasalar ve krallar giydiler taçlarını özel görkemin. Ne de duyarsızdılar öğrenmeye, bu dönem süresinde Isodore’un Etimolojiler’i yazıldığına göre. Yaşam yoksun değildi zevklerinden: biliriz, örneğin, Kral Sisebut’un kınadığını Tarraco’lu piskopos Eusebius’u sirk gösterilerine aşırı tutkunluğuna ilişkin. Anlamsız olduğu sonucuna vardım bizim onları ‘barbarlar’ diye adlandırmamızın. Onlarınki çağı değildi sürekli karanlığın.