Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? riyor. Ben Atatürk'te de, yazılarımda da bunu hep görmeye çalışıyorum. Onun için bu kitabımda tarih de çok vardır. Osmanlı’nın çocuğu Abdüşilinin torunuyuz diye bir şey var ki öyle hakikaten. Zamanın içinden geliyor.. bu benim geliştirdiğim, orijinal bir fikir değil yani. Halikarnas Balıkçıları, Ekrem Akurgallar, Melih Cevdetler tüm bu Anadolu uygarlığının bizim olduğunu söyleyen görüşlerin sahibidirler. Ve ben de canı gönülden katılıyorum. Atatürk'ü Osmanlı yetiştirdi ve Atatürk bağlıydı da Osmanlı’ya… Yani 'Osmanlı hatalarıyla tu kaka da nereye kadar' o anlamda mı söylüyorsunuz? Kesinlikle, tam da o anlamda söylüyorum. Onun için, bir daha mazallah böyle birisi yetişmesin diye Cumhuriyetin okullarına neler yapıldığını görüyoruz. AMAN HA! HALK NE EYLERSE İYİ EYLER.. HADİ CANIM SEN DE!. Nerede yanlış yapıldı, eksik neydi peki? Üretken bir sınıfın, bir burjuvazinin, bir işçi sınıfının olmamasıydı. O arayı Aydınlanmanın ışığıyla kapatmaya çalıştık, Köy Enstitülerini de böyle ele almak lazım. Bir yandan köylü milletin efendisidir diyeceksiniz. Ama ne zaman efendisi olur; bir cumhuriyette ancak Köy Enstitüleri gibi kurumlarla aydınlanmayı, özgürlüğü yurdun dört bir yanına yayarsanız olur. Sanayileşmenin yavaş gittiği bir dönemde bu zorunlu bir hareketti. Ama başaramadık. Evet şimdi köylü milletin efendisi, Tayyip Erdoğan'a bakın. Köylü olmak ayrı bir şey, köylülük ayrı bir şey. Köy Enstitülü köylü kökenliler gördüm hepimizden daha kentli, daha çağdaştı. Ama köylülük durumu, köylülük davranış biçimi hiç savunulacak, hiç iftihar edilecek bir şey değildir. Bizim gırtlağına kadar popülizme batmış sistemimizde ise bunu övmek bir marifet sayılmıştır. Ve demokrasi dediğimiz ama çok partililikten öteye gitmemiş rejimin demokrasiyle de bir ilgisi yoktur. Bu bir liderler sultası rejimidir ve Türkiye'de çoğu zaman egemen olmuş sağ bunu her zaman, en çok oy alanın, nispi olarak da olsa en çok oy alanın diktası olarak algılamıştır. Maalesef bu sistemimiz köylülüğü öve öve yere göğe sığdıramamıştır. Vay sen halkı mı beğenmiyorsun, aman ha! Halk ne eylerse iyi eyler dillerine pelesenk olmuş. Öyle mi? Hadi canım sen de. Töresi var bu halkın töresi. Hoş mu, iyi mi, bunu övmek mi lazım şimdi? 'BAZI ŞEYLERİ YANLIŞ ÖNGÖRMÜŞÜZ' 'Sevgili'ye şaşırma diyor yazarı 'Şaşırmak Yok Artık' adlı yazısında. Öngörüler… Yanlış öngörüler de var, yanlış da öngörmüşüz bazı şeyleri. Mesela onları çıkarmadım kitaptan, hiç dokunmadım seçerken yazıları. Yanılgılar da var.. Tandoğan mitinginden sonra ne oldu? 'Türkiye laiktir laik kalacak' dedik, dedik de ne oldu? Geldiler daha lök gibi oturdular koltuğa.. Demek ki orada yanılmışız ve o yanılgının ortaya çıkması için çok beklememiz gerekmemiş. Bunlar da var. Ve gördük ki bunlara karşı olanların sandığa sahip çıkacak güçleri de yokmuş. En çok neyi yazarken eli titredi, eli titrer Ali Sirmen'in? Zannediyorum son zamanlarda en çok yazdığım konu ölüm. Yaşam her zaCUMHURİYET KİTAP SAYI man, ne olursa olsun güzel olsa da tek gerçek var, o da ölüm. Bilinçaltına okura soru yanıt işleyen bir kitap umudu yeşerten bir kitap oysa “Sevgiliye Mektuplar”... Mektup bir kere, hasretin sonu, kavuşma, buluşma olarak algılanır ya en çok. Ölüme rağmen umut yine de var, ille de var yazılarınızda. Elbette. Zaman zaman kötümser olduğumu söylerler, halbuki bakıyorum olaylar benim kötümserliğimi aşıyor. Yine de yaşadığınız sürece umut vardır. Cahit Sıtkı'nın şiirindeki gibi “her mihnet kabulüm yeter ki gün eksilmesin penceremden.” Kitabım bunu duyumsatabildiyse mutlu olurum. Melih Cevdet Anday... kitabınızda en geniş yer alan ustalardan biri.. söyleşide de mutlaka sözünü etmeli… Cumhuriyet gazetesinde o zamanlar yazarlar, sanatçılar, edebiyatçılarla birlikte yaşadık, tanıma şerefine eriştiğim insanlardan biridir Melih Cevdet Anday. Hiç kuşkuya mahal yok ki Türk edebiyatının yetiştirdiği en önemli kişilerden birisi ve bir düşünür, büyük bir şair, büyük bir deneme yazarı, büyük bir romancı, büyük bir tiyatro yazarıdır. En karakteristik özelliği neydi Melih Cevdet'in bütün bunları başarmasında.. . Sürekli sorgulaması... Şimdi.. yazarlar var onları tanımanız da olur.. yazarlar var onları tanımasanız daha iyi olur. Ve yazarlar var tanırsanız çok ama çok iyi olur, hayatınıza yeni boyutlar da katılır. Kitapta da vardır, İlhan Abi vardır, Oktay Akbal vardır, Sami Karaören vardır. Muğla'da oturuyoruz birdenbire şey attı ortaya 'bu an tarihe geçecek mi?' diye mesela. Yani tarihi sorgulaması, zamanı... Melih Cevdet beni çok etkiledi. Bir Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Oktay Akbal da öyle. 'OOO HOŞ GELDİN İLHAN ABİ' Nadir Nadi için ailenin babasıydı diyorsunuz mesela... Öyleydi. Uğur takılırdı, 'Ben ailenin araştırma yapan çocuğu, İlhan Abi her işe bakan, nezaret eden büyük abidir' diye. Hatta o kadar benimsemişti ki bu nitelemeyi, bir gün Nadir Bey'in odasında toplanmışız, İlhan Selçuk girdi içeriye. Nadir Bey de: “Ooo hoş geldin İlhan Abi dedi”. İlhan Selçuk başta olmak üzere hepimiz başladık gülmeye. Bundan sonra yapmak istediğim bir şey de tanıdığım insanlarla ilgili anılarımı yazmaktır. Nadir Bey, Melih Cevdet, Oktay Akbal, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu ve daha birçok isim.. onları yazmak istiyorum. Tabii ben orada olayların perde arkasını açıklayacak yazılar anlamında değil, onların hepsinden bir şeyler öğrendim ve onları, kişiliklerini, aydınlık anıları yansıtmak istiyorum. 932 Siz yazmadan önce biraz bilgi rica edelim… Mesela Melih Cevdet Anday da 'aydın namusu'nu gördüm. Çok tatlı bir dostluk yaptık onunla, 14 seneden fazla. Kavgacı, geçimsiz bilinir. Döverdi, düşünün. Resmen döverdi. 80'ine merdiven dayamışken 'balıklar taze mi' diye sorduğu garson, 'var 1015 günlük' deyince tokatlamıştır. Ama ben aydın namusunu gördüm onda, asabiyeti mühim değil. Bunları yazacağım, Banker Kastelli servetinin doruğunda olduğu yıllar, yeni bir sanat vakfı kurmuş ve Melih Cevdet'in de bu vakfın başına gelmesini önermiş. Nadir Bey'in odasında oturuyoruz. Ben dedim ki “Çok iyi olur siz başında olursanız o paralarla çok hayırlı şeyler yapılmasına önayak olursunuz…” “Hayır, ben yapmam. Kendime kimsenin adamı dedirtmem” dedi. Melih Cevdet'in her zaman paraya ihtiyacı vardı. Devlet Tiyatroları bir oyununu oynayacaktı, “Ben bu oyunu oynatmam dedi, ben kendimi satmam” dedi. Nadir Bey gizli ironiyi öğretti. En çok da kendini gırgıra alırdı. Nadir Nadi, “Olur Şey Değil” adlı kitabında Celal Bayar'dan memleketin kötüye gittiği konusunda kendisini uyarmak için randevu istediğini anlatıyor. Randevu veriyorlar, oturuyor, baş başa konuşurlarken, “Sebebi ziyaretiniz” diyor Celal Bayar. Aynen şöyle devam ediyor Nadir Nadi: “Aa bir de ne olsun sevgili okurlarım, ben bütün bunları söyleyemediğim gibi, en sonunda 'Allah sizi başımızdan eksik etmesin' diye dalkavukça laflar etmeyeyim mi. Ama ma alesef böyle oldu.” Bunu yazmış bir adamdır düşünün. İlhan Abi söylemedikleri ile de bir şeyler söyler. Susmasıyla da bir şeyler söyler. Ya da 'sen bilirsin' dediği zaman 'yapma' demek istediği bilinir, bu hissedilir. Sakıp Sabancı'nın bir lafı var İlhan Selçuk için, Aykut Kazancıgil'e söylemiş: “Yıllarca bıkmadan usanmadan, ısrarla bazı şeyleri savunan adam”. Azmi, kararlılığı, gayet uzun vadeli düşünmesi… Bir gün aynı davadan yargılanıyoruz, dalmışım bir ara, İlhan Selçuk da Ziverbey Köşkü'nde işkence görmüş. Ve bu işkencede tırnak içindeki 'itirafları'nı da zapta geçirmişler. Mahkemede kalktı dedi ki: “Sayın yargıç lütfen bunları olduğu gibi geçirin zapta, özetlemeden geçirin”. Ben üşüttü herhalde dedim. Dört celse sonra kalktı dedi ki: “İfademi tekrar okuyunuz yalnız şimdi her satırın ikinci kelimesinin ikinci harfini yukarıdan aşağıya okuduğunuz zaman akrostij düşmüş 'işkence altındayım, zincire vuruldum yazıyor”. Şimdi bir adam, zincire vurulmuş işkence görürken ifadesinde bunu yapabiliyorsa ondan öğrenecek çok şey vardır. Oktay Akbal'dan öğrendiğim, aydın ve yazar cesaretidir. Oktay Akbal hapse girmekten çekinirdi. Sonunda girdi ama parttime girdi. Yani akşam girip sabah çıkıyordu. Ben çok üzüldüm full time yatsaydı ne güzel bir kitap çıkardı ortaya. 'HER YAZAR HAPİS YATMALI!' Her yazar hapis yatmalı diyorsunuz yani? En az altı sekiz ay yatmalı.. çok yararlı, iyidir yazarlık adına. Bütün gün düşünceleriyle baş başa kalacak adam düşünün, ne güzel bir şey bir yazar için. Tatil gibi bir yandan da. İşin şakası bir yana, yazarlığı perçinler. Bir ara Sağmalcılar’da kaçakçılar koğuşunda kaldık, Sami Tutuş diye Kapalıçarşı’da kürkçülük yapan bir Süryani arkadaşımız vardı. Pantolonunu kestirmiş, üstünü çıkarmış, hapishane avlusunda güneşleniyor bronzlaşmak için. Ne yapıyorsun Sami Tutuş dedim, “Ya Ali Abi” dedi, “ben sosyeteye iş yapıyorum, ne diyeceğim onlara, tabii ki Cannes'da yandım diyeceğim; yazı Sağmalcılar Hapishanesi'nde geçirdim diyecek halim yok herhalde”. Hakikaten tatil gibi. Oktay Akbal'ın hapse girmekten ödü patlardı. Ama yazı yazarken yine de kendini frenlemezdi. Hasan Cemal yazılarını koymak istemez, kavga ederlerdi. Hapse girersin abi derdi Hasan Cemal, Oktay Akbal da, “Girersem girerim. Ben gireceğim sana ne” derdi. Yani bir askeri dönemde, bir baskı döneminde bunları akla getirmemek ve korkmamak aptallıktır. Hem korkardı Oktay Akbal, hem yazardı. Ve neler yazdı… Bir kısmı yayımlanmadığı için, ben biliyorum neler neler yazdığını. Neler mesela… Mesela askerler geldiler DİSK'in dinlenme tesislerine el koydular, o da, “Ben ne tesisler gördüm” dedi ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin dinlenme tesislerini yazdı. Tabi iyayınlanmadı. Anayasaya hayır kampanyasından dolayı da içeri girdi zaten. Ali Bey, bu söyleşi bitmez… Canımız sağ olsun.. (gülüyoruz) ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Ali Sirmen’, hapishane yıllarını bir tiyatro oyunu haline getirmek istiyor... Sevgiliye Mektuplar/ Ali Sirmen/ Cumhuriyet Kitapları/ 246 s. SAYFA 17