Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? Edebiyatta Ölüm ve İntihar başladı diyoruz. Her şeye hâkim olan insan, kendine hâkim değil. Kendi yarattığı boşlukta bir kayıp insan...” görürüz. Her şeye hâkim görünen ama aslında kendi yarattığı boşlukta kayıp olan insan, zaman zaman yüceltilere (dini metinler) sığınarak, zaman zaman da geçmişin yitik izlerini edebi ya da tarihi metinlerde arar. Dostoyevski’nin Tolstoy’un eşsiz eserlerini yahut Homeros’u okurken kendinden bir parça bulmak ister. Kendini yitirdiği zamanda aramayan insan, çareyi geçmişte arar. Böyle olunca da aslında avunmak için sığındığımız eserleri çok beğeniriz. Geleceğin kökü geçmişte gömülü olsa bile, yitik değerler günümüz insanının eseridir. Çünkü pazara sunulan insan “sürekli müşteri arar” durumda. Müslüm Yücel’in son yapıtı ‘Edebiyatta Ölüm ve İntihar’ın giriş bölümünde kısa ve öz olarak belirttiği gibi: “Duygular, düşünceler mevcut piyasa içinde sürekli müşteri arıyor. Her şeyimiz satılık. Oysa ki sen gece boyunca bir rüyadan bir rüyaya geçip duruyorsun. Sabah uyandığın zaman sırtın sırılsıklam. Anlamsız bir düzensizlik baktığın her şeye hâkim, ruhun artık bildiklerinin kadavrası. Kafa yok, ağız var ve ağzın emrindeki cinsel organlarla bedenin sanayileştiği koca bir yüzyıl var önümüzde. Yaşa.” Bu kez, geçmişten günümüze insanın nasıl pazara sunulduğu ve pazarda sürekli müşteri aramasının izlerini arıyoruz geçmiş metinlerde. Din, felsefe ve edebiyat harmanında günahı ve sevabıyla. Ama hep de aklanma kaygısıyla, benim bu gidişatla ilgim yok dercesine geçmişe yöneliyoruz. Üstelik içinde bulunduğumuz durumu görmezden gelerek. Müslüm Yücel’in tabiriyle, “Yolda yürürken kalçalarının ne kadar büyüdüğünü ya da küçüldüğünü mağazaların vitrinlerine bakarak hesaplamak, biriyle konuşurken sürekli saate bakarak bir diğer randevuyu hesaplamak, günü hangi yalanla kurtarırımın hesabını yapmak daha anlamlı” geliyor günümüz insanına. BİR EDEBİ MANİFESTO Edebiyatta Ölüm ve İntihar, Müslüm Yücel’in edebi manifestosu... Müslüm Yücel’in bugüne kadar çeşitli yayınevlerinden çıkmış, şiir, deneme, roman ve incelemeleri bulunuyor. Ancak, Edebiyatta Ölüm ve İntihar’ın yeri Müslüm Yücel külliyatında bir başkadır. ‘Felsefe ve Ölüm’, ‘Din ve Ölüm’ ve ‘Edebiyatta Ölüm ve İntihar’ı enine boyuna irdeleyen Müslüm Yücel, başka bir deyişle edebiyat ve yaşam arasındaki güçlü bağları sorguluyor: “Antik Çağ’da ölüm düşüncesi, öldükten sonra hayat ve intihar, beş büyük düşünce akımı (Pitagoras, Platon, Aristoteles, Stoa ve Epikuros) etrafında cevabı en fazla aranan sorulardan biridir. Pitagoras’a göre, insanın ölümü, Tanrı’ya karşı bir görevdir. İnsan ölür. Bedeni toprağa karışır. Ölümsüz olansa insan ruhunun yaşamasıdır. Yaşamak, buna bağlı olarak nefes almak, Tanrı’nın insanlara verdiği bir nevi cezadır. İnsanı bu cezadan kurtarmanın, bu cezayı hafifletmenin tek yoluysa felsefe ve matematikle ilgilenmektir. Evren bir sayı uyumudur. Matematik ve felsefeye duyulan ilgi cezayı hafifletecek, insanları cennete ulaştıracaktır. İnsan, Tanrı’yı memnun ederek özgürlüğü beklemek yerine intihar ederse, bu, Tanrı’nın isteklerine karşı bir ayaklanma sayılacaktır.” Çaresiz kalan insan, çaresizliğini gizlemek için kendine felsefi, dini ve edebi alanlarda sürekli yeni gerekçeler imal eder, imal edilen gerekçelerin kabullenip kutsanması, çözümsüzlük ve kaos dönemlerinde işi Tanrılara ihale etmek, çözüm üretmekten daha kolaydır. Aklın ve gücün ayrıştığı bu noktada, insan gücü kullanmayı tercih etmiştir, aklın nimetlerini kullanmaktan yetersiz kalan insan, tesis ettiği gücü (iktidar) dini, edebi ve felsefi metinler aracılığıyla yaymaya, kalıcılaştırmaya ve nesilden nesile aktarmaya çalışır. İnsanın ölümünü Tanrı’ya karşı bir görev haline getirirken de, muhalif bir yaklaşım olarak kabul edilen intiharı Tanrı’ya karşı bir çeşit isyan ilan ederken de edebi metinlerden yararlanırız. Bizden evvel bu topraklardan geçenlerin kutsadığı bu metinleri, hikmetinden sual eylemeyerek olduğu gibi kabul etmek, onların tesis ettiği Tanrılı iktidarlarını da onayladığımızın resmidir. İşte bu nedenle Müslüm Yücel’in ‘Edebiyatta Ölüm ve İntihar’ı, edebiyatta yeni bir çığır açıyor. Kutsal dini metinlerin, aşkı, sevgiyi, barışı işleyen edebi metinlerin, yaşamı sorgulayan felsefi metinlerin, evrenin sayılarla uyumunu gösteren sayıların çağlardan beri sürekli gücün (iktidarın) emrinde olduğunu Müslüm Yücel’in, ‘Felsefe ve Ölüm’, ‘Din ve Ölüm’ ve ‘Edebiyatta Ölüm ve İntihar’ıyla öğreniyoruz. İşte bu yüzden “Soru sormaktan korkma! Bu sorgulamak değildir. Politikacılar hep boş alanlara, boş olduğu için, boş yere demir atmak isterler. Sıradan insanlar ile sıradan ölçüler arasında hiçbir zaman bir denge kurulmamıştır” diyor Müslüm Yücel. ANTİK YUNAN’DAN 12 EYLÜL’E Bir türlü kurulamayan bu dengenin, dengesizliğin izlerini Antik Yunan metinlerinden Osmanlı’ya kadar süren Müslüm Yücel, cumhuriyet dönemiyle sürdürüyor bu yolculuğunu, 12 Eylül karanlığıyla birlikte roman yerine gazeteci kitapları ve gazete haberi gibi yazılan roman devrine kadar. Müslüm Yücel’le 460 sayfalık yolculukta, geçmişten günümüze kadar birçok edebi, dini ve tarihi metnin satır aralarını ve yazarın içinde bulunduğu ruh halini, yazarın kahramanlarını nasıl oluşturduğunu öğreniyoruz Müslüm Yücel’in seslenişiyle: “İnsanlık ve dünya ürünü bu kayıpların... Herkes uyanık olmak zorunda, uyku yok. Çünkü kendinden başlayarak, herkes güvensizlik içinde. Sırtımızı dayayıp uyuduğumuz insan bizi tedirgin ediyor. Ağzımız ‘acaba’larla dolu, belki’ler tek yardımcımız. Birinden aldığımız bir şeyi, bir başkasına çok ucuza satabiliyoruz.” Ucuza satmak ya da pazarda sürekli müşteri arayan cümle insanlar, bundan böyle ‘Edebiyatta Ölüm ve İntihar’la dünya klasiklerini yeniden okuma, doğru okuma fırsatı buluyor. Asırlardan beri kuşaktan kuşağa aktarılan yüzlerce kutsal metni, felsefi metni ünlü düşünür, şair ve edebiyatçının yapıtları ışığında süzgeçten geçiren Müslüm Yücel, bu çalışmasıyla insanın kendini yeniden sorgulamasını sağlıyor. En azından okuduğumuz bir eseri neden beğendiğimizi ya da neden beğenmediğimizi öğreneceğiz. Kim bilir, belki de bundan böyle; “Yolda yürürken kalçalarının ne kadar büyüdüğünü ya da küçüldüğünü mağazaların vitrinlerine bakarak hesaplamak, biriyle konuşurken sürekli saate bakarak bir diğer randevuyu hesaplamak, günü hangi yalanla kurtarırımın hesabını yapmaktan” vazgeçenlerimiz bile olur. ? Edebiyatta Ölüm ve İntihar/ Müslüm Çelik/ Agora Kitaplığı/ 480s. SAYFA 20 CUMHURİYET KİTAP SAYI 932 ? Kenan MENDEKLİ O kuduğumuz bir eserle ilgili fikrimiz sorulduğunda beğendiğimizi söyler geçeriz. Neden beğendiğimizi, nesini beğendiğimizi düşünmeyiz. Hele hele eser sahibi bir de edebiyat otoritesiyse, beğenmemek bir yana hikmetinden bile sual olunmaz. Yazarın çok beğendiğimiz eserini nasıl bir ruh hali içinde ve hangi iktidar ilişkileri (ya da muhalif) içinde kaleme aldığını bilmeyiz, bilmek de istemeyiz. Varsa da yoksa da yazarın dünyasına, bilmediğimiz dünyasına kendimizi dahil etmeye çalışarak, bahsi geçen konuyla günlük yaşantımız arasında bir bağ kurmak ve paye almak... Yani eserin kahramanı olmak... Oidipus, Don Kişot, Sefiller, Ölü Canlar, Madam Bovary, Anna Karenina, İnce Memed, Tutunamayanlar, Dönüşüm gibi daha pek çok ünlü edebi metinde kendimizi ya da kendimize yakın olanı aradık. Beğendik deriz ama neden beğendik, tam bir başyapıt deriz ama neye göre böyle deriz, pek de bilincinde değiliz. Ya da Müslüm Yücel’in penceresinden baktığımızda, “Neyin bittiğini bilmeden, bitti diyoruz; neyin başladığını bilmeden