Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? ân'ının, bütün zamanın bir parçasının tahkiyesidir o. Bütün yapı'nın küçük parçasından çoğalır, çoğaldıkça genişler okuyucunun zihninde. Onun da zamanının bir parçasını alır talep eder kendisinden. Bir bütünlükten söz edilecekse eğer ki edebiyatta/sanatta bütünlük önemlidir devamlılığı sağlama açısından. Burada “devamlılık”tan kasıt, taklit, aynısını sürdürmek değildir elbette; hatta kırmak, karşı çıkmak ve bunların üzerine bambaşka bir dil, söylem, biçem kurmak, kendi dilini, biçemini kurmaktır yaratmak, yazmak. Ayrıksı, başka, kendine ait bir edebiyat/öykü dili, biçemi, biçimi yaratmak, kurmak bilmeyi gerektirir; hem kendi edebiyatının hem de öbür ülkelerin edebiyatlarının dününü, bugününü bilmeyi gerektirir. Kendi yazdıklarıyla da dün'le de sürekli bir hesaplaşma içerisinde olarak şimdi'yi, kendi şimdi'sini, kendisini kuracaktır yazar. Semih Gümüş'ün 1980 ve sonrasındaki öykücülerden yola çıkarak hazırladığı antolojide “Bugünün Ustaları” olarak da adlandırdıklarından Cemil Kavukçu'nun yolunun Sait Faik Abasıyanık'tan, Çehov'dan; Ayfer Tunç'un yolunun Ahmet Hamdi Tanpınar'dan ya da Oğuz Atay'dan geçmediği söylenebilir mi? Kendi güçlü öyküsünü, dolayısıyla edebiyatın güçlü öykü damarını kuran bu isimler, dün'ün, bugün'ün; geleneğin, modernin, yerelin evrenselin içinden kendi sesini, sözünü, dilini, hikâyesini bulan, kuran kişilerdir. “Öykünün Şimdiki Zamanı/Bugünün Ustaları” Bu başlık altında bir araya getirilen yirmi beş öykücünün antolojide yer alan öykülerine ve pek çoğunun kitaplarındaki öykülerine daha içeriden bakıldığında bir yazınsal metni öykü kılan, başarılı öykü kılan öğelerin neler olduğu, nasıl kullanıldıkları; kullanımdaki farklılıklar, biçemler, teknikler; anlatılanlar, hikâye edilenler bu yirmi beş isme dair ayrı ayrı çözümlemeler yapılmasını sağlar ki bunlar hem öykünün yazarına, öyküsüne; hem öykü türünün kendisine hem de bugünün öyküsüne dair saptamalar yapılabilir. Öykülere baktığında okuyucu, bütün kurgunun içinde odaklanılan tek davranış, tek ân, sarsıntı, gerilim şiddet... teklik'i görür. Yazar, bu teklikte yoğunlaşırken, anlattıklarında ve anlatımında kendinden ne denli uzaklaşırsa, kendi dışına ne denli çıkabilirse; kendi dışındaki zamana, mekâna, insanlara, duygulara ne denli dokunabilirse o kadar öyküdür yazılan. Aksi takdirde anıdır, mektuptur... Ucu açık olan bu öyküler, sadece son noktaları konulduğunda değil bütün yapı içerisinde de susarlar. Suskundur her biri. Çağın gören, duyan, farkına varan insanının da kendi içine gömülmesi, susması gibi. Dili, soyutlamalar üzerine kuruludur. Bütün bu sustuğu ânlar, soyutlamalar öykünün yazınsal gerçeklik içersideki anlamlarını saklar. Sağladığı yoğunluktur ki bunun üstesinden gelecek kişi okurdur. Diyaloglarıyla konuştuğu anlarda bile sessizdir, bağırmaz, okurunu bekler bu öyküler; okurunun söylenenlerin, sözcüklerin, işaretlerin arakasına geçmesini. Davranışlar da, konuşmalar da yalındır öyküde. İçe dönük, kişilerin CUMHURİYET KİTAP SAYI de yazarın da içe döndüğü öykülerdir, çatışmaları öykünün güçlü yanıdır. Karanlıktır, dar zamanda, dar mekânda karanlığı ve darlığı okuyucunun zihni çözecek, aydınlatacak, genişletecektir. Dilin kendi içindeki oyunudur; dilin sınırlarının genişletildiği alandır. Kimi zaman minimaldir, kimi zaman ayrıntılarla kâğıt üzerinde genişler; ama her ne olursa olsun sözcük ekonomisini elden bırakmaz. Kimi zaman kurmaca içinde kurmacanın yolunu izletir okuyucuya, kimi zaman doğrudan tünelin ucunu gösterir; uç, alabildiğine uzanır okurun zihni, hayali, dili, algısı genişliğince. Ben'den çıkmıştır, öykü içindeki kişilerindir öykü, kurmaca kişilerin. Onların hikâyesidir izi sürülen. İnsanın hikâyesidir, yazanın, yazarının değil. Arada kalmış coğrafyanın/zamanın/kavramların insanlarının içinden, belleğini sürekli silmeyenler, şimdi içerisinden bir önceki günün hikâyesi ile beslenmeyi unutmayanlar; bu toprakların tüm seslerini dinlemiş, duymuş olanlar; cemaatten bireye geçişte sancıları yaşayanlar; gelenekten moderne geçişte kaybolmamak için direnenler, direnmenin acısını çekenler... Ve bugüne gelindiğinde kürenin, küreselin içine sıkışıp kalanlar; çıkış arayanlar, çıkışsızlığı görenler; boğuntuyu ve bulantıyı hissedenler; dün'ü bilip, bugün'ü yaşayıp, gelecek'i kurmak için uğraşanlar, kuramayanlar, vazgeçenler ya da kuranlar; çocukluk kuyusunda arayışlar içerisinde olanlar... hikâye edilmiştir. Pek çok hikâye edenin de içindeki sızıdır sanki bunlardan üçü beşi. Coğrafyanın çok kültürlü, kimlikli yapısı; çocukluğun acıları, saflıkları; bir kadının varoluş savaşı, dün'ü, bugün'ü; masalmitolojigerçeklik arasında gidip gelen dili; kurmacagerçeklik ilişkisinde, hangisinin nerede başlayıp nerede bittiğinin sorgusu, okurun sürece daveti; erkek egemen dünyanın şekillendirdiği eril dille yaşanan irkilme; kadınerkek ilişkisinin yaralı, sızılı dili; duyulara dayalı metaforların içinden ben'in sorgulanması; tuzaklara düşmeden anlatılan bir coğrafyanın sızısının aşk sızısıyla sarmalanması; hastalıklı, yakıcı, yıkıcı sevgiler; akıl ve yürek tutulması halleri; cinselliğe yüklenen dar, sığ, kalıplaşmış anlamların sert eylemlerin dilinden çizildiği dünyalar; dramatik atmosfer... İşte Semih Gümüş'ün hazırladığı antolojideki öyküler/öykücülerin her birinin öyküsünden okunanlar. Kimi zaman söyledikleriyle, gösterdikleri ve biçemleriyle yolları kesişse de; onları var eden ve öyküye dair bir ses olmalarını sağlayan ayrıldıkları noktalardır. Bu yüzden de bu antoloji, “bugünün ustaları”nın öykü coğrafyasının dağlarını, tepelerini, ovalarını, akarsularını okuyucunun önüne sermek açısından önemlidir. Bu coğrafyada gezinen okuyucu; 1980 sonrası öyküsünü kuran bu öykülerle, öykünün, edebiyatın; dolayısıyla dilin, nereden nereye, nasıl, kimlerle yol aldığını görecektir bu öyküleri peş peşe, yakından okuduğunda. Önemlisi, öyküyle, dille derdi olanın yazdığının öbüründen farkını, sanki biraz biraz da mütevazılık görecektir. ? *Ahmet Hamdi Tanpınar Öykünün Şimdiki Zamanı/ Semih Gümüş/ Notos Yayınları/ 252 s. 931 SAYFA 11