02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Çalıntı’nın en önemli yanı bence, konuyla ilgili olarak bulunduğumuz, yaslandığımız, ayağımızı bastığımız yeri, göreceliği bağlamında iyice serimlemiş olması önümüzde. Hayri K. Yetik’in kitabını okuduktan sonra yaratının özgünlüğü, alıntı, esinlenme vb. konulara çok daha köklü dayanakla, geniş bir çevrenden bakabilme olanağı yakalıyorsunuz. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası me niteliğine, bunun da ötesinde eleştirel deneme biçemine uyum kazanmış değerle de yüklenmiş olmasında yatıyor diyeceğim gönül rahatlığıyla. Bunda hiç kuşku yok şair, öykücü, romancı yanlarının katkısı var Yetik’in. Sonuçta incelemenin dili, denemenin diliyle kaynaşırken eleştirinin yargılayan dilini de yanına alıyor. Böylelikle yazar, incelemenin yazınsal tat bakımından seyreltilmiş çözümleyici dilini aşıp yazınsal eleştirinin yargılayan diliyle kitabına katkı sağlıyor. ÇALMAK YİNE ÇALMAK... Ç ağdaş Türk Dili’nde “Denemeleştiri” başlığı altında sürdürdüğüm yazılarımın birinde konuya girer gibi yapmıştım sanki: “Alıntılı Yaşantı”… “Yazar, okuduğunu yazar… Yani yazılmışı…” deyip Nermi Uygur’dan alıntılar aktarmıştım. Neler mi örneğin? Nermi Uygur’un biçemsel özgünlük taşıyan, içeriksel yoğunluk fışkıran cinlik dolu us kıp kıpları örneğin: “Mutlu yazarlar, mutlu inci yetiştiricileri: okuya okuya, içlerine buyur ettikleri seçkin kitapları, yaşamalı beklemelere yatırmayla başarabiliyorlar bunu.”; “İster okuyayım, ister yazayım, durup durup kendi kendime dediğim şu: Böyle okumasaydım, böyle yazar mıydım? Böyle yazmasaydım, böyle okur muydum?”; “Okuma, yazmayı bütünler; yazma, okumadan öğrenir.”; “Okurken yazarlığını, yazarken okurluğunu uyanık tutmaya özen göstermeyen yazar, öyle çok şey yitiriyor ki.” (Tadı Damağımda, YKY, 1996, 195, 196) “Yazarlık her olanaktan, gerekince alıntıdan da yararlanmaktır…” (Güneşle, YKY, 1997, 338) “Alıntı” konusuna girmiştim de söz konusu yazıda, “çalıntı”ya hiç mi hiç değinmemiştim. Doğrusu ya usuma da gelmemişti bu. Sizleri yanıltmış olmayayım, üzerinde durmayışım, konu hakkındaki bilgisizliğimden değil buna yönelik ilgisizliğimden kaynaklanıyor yalnızca. Öyle ya, ilgi alanı zaten geniş biriyim, bir de çalıntılar konusuna yönelmeye kalksam nic’olur halim? Hayri K.Yetik’in büyük emek ürünü Edebiyatta / Çalıntı (İnkılap, 2005) adlı kitabını okurken bunları anımsadım… Yetik’in, yapıtını yani bunca geniş coğrafyaya yayılmış, hemen bütün kültürleri kapsayıcı yaklaşımla kaleme alınmış kitabını tek başına kotarıp verimleyebilmiş olmasına şaşmadım desem yalan olur… Öyle ya, bir grupça yürütülebilecek bu tür çalışmanın altına tek başına girmek ne demek öyle? Nitekim böyle bir grup çalışmasına, “Anthony van Raan ve arkadaşlarının Leiden Üniversitesi”ndeki çalışmalarına kendisi de değiniyor kitabında yazar. (19) Ayrıca örnek emekler üzerinde de duruyor Yetik. Sözgelimi Erdoğan Alkan’ın Şiir Sanatı (Yön,1995) adlı kitabından söz ediyor, verilen emeğin özellikle altını çizerek… Bu bakımdan ancak yıllara yayılmış sabırla, biriktirimle, örneklemeyle verimlenebilecek böylesi yapıt için Hayri K.Yetik, nece kutlansa azdır diyeceğim, yazıya girerken daha. ‘Çalıntı’ Gerçekten de Yetik’in kitabını okuduktan sonra yaratının özgünlüğü, alıntı, esinlenme vb. konulara çok daha köklü dayanakla, geniş bir çevrenden bakabilme olanağı yakalıyorsunuz. Konuya değgin çok geniş bir örneklemeye de girişiyor yazar, bunları toplumlar,diller,dinler,ekinler bağlamında karşılaştırmayı göz ardı etmeden üstelik. Benzer yaratı örneklerinin DoğuBatı arasındaki ilginç yelpazesine bakarak düşünmemiz için bolca, doyurucu örneklemeyle us çimdikleri atıyor çünkü. Bu çerçevede kimi yaratıların ortaklaşa kullanılışına bakarak insanlığın ortak kalıtı biçiminde mi alınmalı acaba bunlar? Yetik, “Giriş”teki ilk satırlarına şu soruyla giriyor buna koşut olarak: “…Genel bir bakış açısıyla entelektüel alanda her sözün, sözcenin, bilginin ilk sahibi gerçekten ilk sayılabilir mi? Ya da hangi anlamda ilk?” (11) Sonra sürdürüyor: “(Edward) Said, yapıtların bir etkineden biçiminde, başka yapıtlar bağlamında oluştuğu inancındadır. Belki de bu yazarların tavrını şu nedene bağlayabiliriz: Hiçbir önlem çalıntıyı önleyemez; çünkü yeryüzündeki her şey insanlığın ortak malıdır. Şimdi anonim olan atasözlerinin hemen hepsi başlangıçta bir kişi tarafından söylenmiş olmalı, bugün o kişinin adı sanı yok.” (20) Yetik, konuya değgin pek çok örnek gösteriyor. Verdiği örneklerden biri de şu: “…Nasrettin Hoca’nın ünlü ‘ye kürküm ye…’ nüktesini(n) anımsattıkları da usumuza gelebilir. Belki de izini sürersek giysinin saygınlık kazandırması/kazandırmaması iletisinin Sümer tabletlerindeki ‘iyi giyinen kimsenin önünde herkes eğilir’ atasözüne, hatta belge bulunabilirse, daha öncesine gidebiliriz.” (21) Gerçekten “Köroğlu Destanı,… Gürcistan, İran da dahil Orta Asya’dan Balkanlar’a dek geniş bir coğrafyada irili ufaklı değişikliklerle anlatılmış, değişik versiyonları oluşmuş halklar arası anonim bir öyküdür.” (65) Bütün bunların ardından, insanlığın bir öykünme çağından, hem de toplu eylem biçiminde benzeşme çağından geçtiği savlanabilir. Bu öykünme kategorisine “esinlenme” diyeceksek, Yetik’in diliyle “esinlenme doğal ve kaçınılmazdır. Yaratıcılık kadar gereklidir. Eğer esinlenmeyi yadsımış olsaydık yazar ve sanatçıların yazınsal /sanatsal geleneği araştırmalarını, bilmelerini beklemezdik.” (47) “Sanat ve uygarlık tarihi,gelişmenin sürekliliğini denilebilir ki bir ölçüde esinlenmeye borçludur.”(48) “En iyi” için benzeşmeye çalışmamak, onun için yarışmamak, daha başlangıçta yolunu yitirmesine yol açmaz mıydı insanoğlunun? birlikte ortaya çıktığı düşünülürse sanatsal yaratı için genel geçer bir zanaatöykünme ilişkisi kendiliğinden gündeme gelmeyecek midir? Demek ki sanatsal yaratma eylemine girişen kişi, sonuçta öykündüğünü ya da öykünebilirliğini olasılık olarak öngörmek zorunda. Bir yazarın bunu bilmesi, ötesinde bilgiyi aşıp bunun bilincine varması ne demektir? Çalıntıda seçici olmak anlamına gelmeyecek midir bu? Evet, öyleyse enikonu çalıntı yarışı çıkacak demektir ortaya kaba bir öngörüyle. Beğenilene, tartışılmaz olana yönelik bu çalıntı düşkünlüğünün, insanın özellikle geliştiği çağlardan günümüze önemli bir kalıt olduğu nasıl görmezden gelinebilir bu durumda? Yapıt, çok geniş bir örneklemeye giderken Doğu’dan Batı’ya verdiği örneklerle de dikkati çekiyor. Bunlar arasında bizden örneklerin de üzerinde uzun uzadıya durmak gerekiyor. Özgünlüğü arama sorunsalı ile de ilintili bu durum. Özgünlüğe ne ölçüde varabiliriz? Yakalayıp da özgünlük biçiminde niteleyeceğimiz her ne ise, gerçekten özgünlük mü olacaktır bu? İyi ama buna bakarak özgünlüğün yakalanamayacağı düşüncesine mi varacağız şimdi de? Kimbilir, belki de insanlık tarihinde özgünlük yoktur da bunun yerine, görece özgün sayabileceğimiz düşünülere dayanılarak yapılmış sıçramalar vardır olsa olsa! Diyelim astronomi, fizik alanlarında bile olgusal bir özgünlüğe ulaşmanın zorluğundan söz edilebiliyorsa eğer, felsefede, sanatta buna ulaşabilmek çok daha güçleşmeyecek midir? Gerçekten de özgün yaratı sorunsalı, matematik gibi verili alana bağımlı yaratılarda bile formel anlamda bunun sıkıntısını yaşarken öteki alanların bunu başarabileceğini savlamak çok güç! Bir özgün yaratı için, ilkin buna olanak tanıyacak bir dilin kurulması zorunlu o halde. Astronomi, fizik, kimya vb. fen bilimlerinin matematik diline; toplum, insan bilimlerinin kendi alanlarına özgü dillere ulaşması özgünleştirmiştir bu bilimleri biraz da. Bu durumu tüm sanat dalları için, felsefesel düşünüşler için de geçerli saymalı. Yazındaki özgünlüğün de bunu yeşertebilecek bir dil varlığının ortaya çıkışıyla biçimlenip gelişmesi, serpilmesi bu bağlamda alınmalı. Bana sorarsanız, Çalıntı adlı kitabın önemli bir başarısı da inceleme boyutunda bir verimleme düzlemini aşarak dene BİRBİRİNE BAKARAK ÇALMAK: BENZEŞMEK... Yetik, “Giriş”le “Sonuç” dışında kitabını beş bölümde yapılandırmış: 1.Esinlenme, 2.Etkilenme, 3.Öykünme, 4.Biçimsel Aktarım, Anlamsal Aktarım, 5.Çalım Sanatı. Çalıntı’nın en önemli yanı bence, konuyla ilgili olarak bulunduğumuz, yaslandığımız, ayağımızı bastığımız yeri, göreceliği bağlamında iyice serimlemiş olması önümüzde. CUMHURİYET KİTAP SAYI BİRBİRİNDEN KOPARAK ÇALMAK: AYRIŞMAK... Hayri K.Yetik, iyi bir yol izliyor, çalıntının ilk kaynağına inmeye çabalıyor. Belki de okura bunu göstermeye girişiyor. Bu da bizi, ikili bir yol ayrımının önüne getiriyor sanki. Öyle ya, ilk sanatsal yaratıyla 855 “Yazın tarihi boyunca ‘aynı konuların’ yinelenmiş olduğu savı” (58), kurgunun Rudyard Kipling’ce altmış dokuz, Carlo Gozzi’ce otuz altı, Aristotelesçe iki çeşit olduğunun dile getirilişi (71), ulustan ulusa geçen söylencelerde söylencenin değil aslında onu oluşturan örgenin geçişi (60) ister istemez düşündürüyor Yetik’i. Şöylesi bir öne sürüş getiriveriyor bunların ardından önümüze: “Öyleyse evrenin oluşum imgelerinden motorların çalışmasına hatta evren tasarımına dek yarattığımız düşünceler verili olduğundan, birbirine benzemeleri de kaçınılmazdır. Kimbilir belki de dışsal dünyaya karşın beynimizin yapısal olarak yaratıcılığı sınırlıdır.” (60) Sanatsal yaratıdaki çalıntı olgusunu insan edimi sorunsalı bağlamında almak, doğru bir tutum elbette. Ne ki sanatsal yaratıdaki “benzerlik” olgusuna “öykünme”, “esinlenme, “alıntılama” vb. yollardan yaklaşırken, keşke yazar bunları “oyun” olgusuyla da ilintilendirip konuya yaklaşabilseydi diye düşündüm. Ötesinde konuyu, hayvanlardaki, hatta bitkilerdeki “benzer olma”ya da götürebilirdi belki, öyle ya genetik bilimiyle de ilintilendirebilirdi hatta. Kaldı ki yazar, insanhayvan ilişkisinin sanatsal yaratı içinde yer tutuşu üzerinde de duruyor. Bu arada, insanın kendi veriminden yaptığı çalıntı da söz konusu. Üstelik izleksel, konusal, kurgusal, dilsel benzerlik değil söylediğim. Yazarların, yine kendi yapıtlarından kalkarak yaptıkları kopyalamadan söz ediyorum burada. Yetik’in bu benzersiz yapıtını okurken takıldığım tek yan oldu; Çalıntı, farklı bölümlerden oluştuğu halde ben onu, sınırları birbirine girmiş sanki tek bir bölümmüşçesine, anlatıymışçasına okudum. Buna benzer bir duyguyu Yıldız Cıbıroğlu’nun Kadın Saçı / Büyü ve “Türban” (Payel, 2004) adlı kitabını okurken de duyumsamıştım. Belli ki yazar, o kadar dolu, o kadar biriktirmiş ki bunları bölümlere yerleştirirken heyecanlanıyor, bunların sınırlarını karıştırabiliyor. Kimbilir belki de bütün biriktirdiklerini bir an önce okurla paylaşma isteğinden kaynaklanıyor bu. Ne ki enikonu kafa karışıklığına yol açıyor bu durum. Kendi payıma kitabı, yine de büyük tat alarak, ondan yararlanarak okurken olaylara bir başka gözlükle bakabilmenin de mutluluğunu yaşadım diyebilirim. Bu nedenle yazarların okumasını dilerim kitabı. Bütün şairler, yazarlar bir an için olsun işlerine ara versinler de okusunlar diyeceğim kitabı… Bu kitapta dile getirilen sorunsallar konusunda aydınlanmış, en azından düşünce üretmeye koyulmuş bir us, yaratıcılıklarını çok olumlu etkileyecektir çünkü. Gerçekten de son yılların en ilginç kitaplarından biri bu. Bilmem kaç yıllık bir emeğin sonucu artık… Üstelik hak ettiği ilgiye kavuştuğunu söyleyebilmek de zor! Oysa tüm yazarlar, Çalıntı’ya hak ettiği ilgiyi teslim etmek zorunda. Son yıllarda verimlenmiş, “yaratı” alanına dönük katkısıyla önümüzü aydınlatan önemli kitaplardan biri çünkü Çalıntı. Bu açıdan bir başucu kaynağı aynı zamanda. Son sözü yazınımızın çalıntı kahramanları için söyleyelim: Hiç kuşkunuz olmasın, Türkiye sizinle gurur duyuyor! ? SAYFA 23
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle