Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? belgeli çalışırım. Artı bir de mesela artık hiç söyleşi yapmıyorum. Şimdi birçok köşeyazarı arkadaşımızın köşelerinde bakanlarla yapılan söyleşileri falan okuyorum. Halbuki onları bizim ilgili muhabir arkadaşlarımızın yapması gerekir. Köşeyazarları tabii özellikle tek partili döneminde, bu AKP döneminde yazacak konu bulamadıkları için eleştirmeye de pek fazla dilleri varmadığı için oturup bakanlarla söyleşi yapıyorlar. Yani geçiştiriyorlar, köşeyi dolduruyorlar bir anlamda. Ben bugüne kadar hemen hemen hiçbir bakanla söyleşi yapmamışımdır. Halbuki açsam herhalde hepsi benim telefonuma çıkar, ya da buluşma önersem çoğu kabul eder. Ama bir iki sıcak gündemden isim, istisna olabilirse de o benim işim değil diye düşünüyorum. GAZETECİLİĞİN ESKİ TADI YOK Gazetecilikte bu dönemi nasıl niteliyorsunuz? Bilgi manyağı eden gazetecilik imkânları göz önünde bulundurulduğunda, sizce gazetecilik sıradanlaştı mı? Derleyip toparlamak gazetecilik mi oldu? Tabii eski tadında değil gazetecilik. Onu biraz anlatır mısınız? Eskiyle kıyaslayarak? Şu açıdan değil. Şimdi tek parti iktidarlarında gazeteciler her zaman zorlanır, çünkü patronlar bir anlamda zorlanır. Gazeteci her zaman üzerinde bir baskı hissetmeye başlar. Bu AKP döneminde de aynı olayı biz yaşadık. Mesela 50 ile 60 arasındaki Demokrat Parti dönemindeki gazeteciler de aynı baskıyı yaşamıştı. Ne bileyim daha sonra Özal, ANAP iktidarı, tek parti iktidarı döneminde de aynı baskılarla karşılaştık. Çok sesliliğe sekte vurulduğu dönemler.. Yani dolayısıyla şimdi de aynı olayı yaşıyoruz. Hatta 12 Eylül darbesinden sonra da aynı şey oldu. Tek bir otoriteye bağlı olunca medya kuruluşları ister istemez böyle oluyor. Peki sıradanlaşmak dedim aslında ama bir de şöyle sormak istiyorum. Sizce son zamanlarda hırçınlaştı mı yoksa yumuşatıldı mı gazetecilik? Yumuşatıldı.. Gazetecilik yumuşatıldı orası kesin. DÜRÜST GAZETECİ ÇOK AZ... Peki ya hedef göstermeler… Medyadaki tutum… Hedef göstermeler bir iki tane gazetenin marifetleridir, o ayrı bir olay. Tam tersine yumuşatıldı, yani büyük ölçüde iktidar yalakalığına dönüştürüldü gazetecilik. Bakarsan eleştiride bulunan gazetecilerin özellikle köşeyazarlarının sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Ne yazık ki böyle. Şimdi, gün ışığına çıkarttığınız olay belgeler, gözünüzü sakınmadığınız yazılarınızdan yola çıkarak, kim/kimler oldukları malum “bir kısım medya” diyor ki, Çölaşan yetkiyi nereden alıyor, konumu nedir? CUMHURİYET KİTAP SAYI “Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e çok büyük saygı duyuyorum tabii ki. Türkiye’de cumhuriyet rejimini ve laikliği korumaya çalışan ender kişilerden biri ve tabii büyük bir şanstır onun orada olması. Böyle bir iktidarın yolunun onunla kesişmesi hepimiz için çok büyük bir şans kuşkusuz” diyor Emin Çölaşan... Onun için büyük bir şansıdır Türkiye’nin. GAZETECİNİN GÖREVİ SORU SORMAK... Ya Erdoğan.. Gerek kişilik, gerek siyasetçi olarak en hoşlanmadığım tiplerin başında geliyor. Şu ana kadar ne yapmak istediği, ne istediği, kime oynadığı, nasıl oynadığı, Türkiye’yi nereye sürüklemek istediği bilinmiyor. Bunların hepsi soru işareti dolayısıyla oralarda çözmek şart. Bazen kendisini televizyonlarda izliyorum bir gazeteci arkadaşımızın karşısına oturmuş, yani oturmuş da soru sorulmuyor ki kendisine. Gazetecinin görevi ise soru sormaktır oysa. Herkes şu hesabın peşinde, ‘şimdi hoşuna gitmeyen soruları sorarsam sayın başbakanım bir daha benim karşıma oturmaz’. Herkeste böyle bir korku, böyle bir anlayış var. İnanılır şey değil, böyle bir şey olabilir mi gazetecilik adına. Bu ayrıca bir reyting meselesi de yapılmış durumda değil mi? Yani hep hoşa gidecek sorular soruluyor. Söyleşicilik hoşa gidecek sorular sormaya dönüştü. Bir şey daha var ki o da çok önemlidir, muhabir arkadaşlarımız ürkütüldü ve sindirildi. Bugün hiçbir muhabir arkadaşımız içinden gelen soruları başbakana ya da öteki bakanlara gidip soramıyor. Etkisiz yetkisiz olmanın yanı sıra işte bazı basın toplantılarında görüyoruz azarlanıyorlar… Bu korku belki de.. Tabii ki. Sindirildiler. Onun için meslek bu duruma geldi. Tehditler… Şu Benim Gazetecilik Yaşadıklarım kitabınızda da yazdığınız gibi, zamanında bir sürü tehditler aldınız, belki hâlâ da alıyorsunuz. Mesela Özal’ın ölümünden sonra kınalı mektuplar, polis arabasıyla eve götürülmeler... İşte emniyete çeşitli terör örgütlerinin hedef listelerinde yer aldığınıza ilişkin gelen duyumlar vesaire... Şimdi bu meslek daima okkanın ucunda. Kendinizi bir savaşın ortasında hissettiğiniz oldu mu? Niye savaşayım ki inandıklarımı yazıyorum. Ama kalem savaşıysa evet. Adam kayırmacılıklar, ihale çakallıklarıyla devinen AKP iktidarının elinde ne kaldı? Bunların elinde tek bir sömürü aracı kalmıştır o da din sömürüsü ve din sömürüsünün alt basamağı olan türban sömürüsüdür. Onun dışında başka hiçbir tek şeyleri yoktur. ? Kimsenin eleştirmesi önemli değildir, eleştirilerin doğru tarafı varsa dikkate alırsınız. Yetkiyi nereden alıyor’a gelince, gazetecinin bir yetkisi, sıfatı falan yoktur. Sen toplum adına gazetecilik yapan bir kişisin. Dolayısıyla eline gelen belgeleri, bilgileri, kendi gazetecilik deneyimlerinden aklın ve mantığın süzgecinden geçirerek oturur yazarsın. Birileri diyorsa ki kardeşim senin yazdığın yalandır, yanlıştır o ayrı bir konu. Öyle bir şey de gelmedi bugüne kadar. Yazılmayanı yazdığım, söylenmeyeni söylediğim için bulunuluyor tüm bu ithamlarda. Türkiye’de şu olay vardır, bizim gibi bazı gazeteciler ‘niye bunu yazdın’ diye suçlanırlar. Böyle bir şey olabilir mi? Hep muhalefette kaldınız, eleştirdiniz. Tepkinizi öğrenmek açısından soruyorum eleştiriyle aranız nasıl. Sizi eleştirenlerden, kaleminizi yatıştırmayanlardan bahsediyorum. Hürriyet’te çalışan bir insan olarak yüzbinlerce hatta birkaç milyon insan tarafından ya gazeteden ya da internetten her gün okunuyorsun. Dolayısıyla topluma çok etkili ve net mesajlar verdiğin ve onları da belgelediğin zaman senin karşına birileri dikiliyor tabii. Başlıyorlar ‘Sen bunu nasıl yazıyorsun, niye yazıyorsun, nereden güç alıyorsun’ diye. Böyle bir şey olabilir mi gazetecilikte? Ülkemizde oluyor maalesef. Bir gazeteci yalan yazar, yanlış yazar tamam ona tepki gelir, eleştiri gelir. Mesela başbakanın bir sözünden yola çıkıp bir yazı yazıyorsun, başbakan bunu söylemiş mi söylememiş mi... o zaman benim kişisel değerlendirmem de gayet doğal. Şunu belirteyim ki tepkilerin yüzde 95’i kesinlikle olumludur bir kere. Yüzde beş civarında olumsuz eleştiri gelir. Hepsine saygım var. DİYALOĞA ZAMAN YOK Size olumlu/olumsuz eleştiri getirenlerle diyaloğunuz nasıl? Maalesef o diyalog içerisine çoğu zaman giremiyorum. Çünkü çok yoğunum. Her gün en az 200 tane in855 ternet mesajı geliyor. Onun dışında haberleri izleyeceksin, randevuların olacak, gelen giden olacak... o diyaloğa vaktim yok. Günde beş tane mesaj alsaydım diyaloğa zamanım olabilirdi, bire bir görüşmeler yapardım o insanlarla olumlu ya da olumsuz. Olumsuz tepki verenlere de saygı duyuyorum. Hakkınızda çeşitli davalar açıldı, şimdi çetele tutmadığınıza eminim o nedenle sayısını soracak değilim ama.. Ben de bilmem zaten. Ama sanki bu kadar cesur yazınca, belgeleriyle filan ortaya koyunca, birilerinin işlerine çomak sokunca şöyle bir illüzyon da yaratılabiliyor, ‘Emin Çölaşan habire yargılanan, hakkında dava açılan gazetecilerden biri…’ Hayır bir kere ben habire yargılanan biri değilim. Şu an benim yargılandığım dava sayısı sıfır, öyle bir olay yok. Bu birileri yine aynı kesimlerce kamuoyuna abartılı olarak salıverilen iddialar. Birileri çözümü hep gazeteciyi dava etmekte görür. Bir şey yazarsın o seni mahkemeye verir sonra da çevresine ben mahkemeye verdim arkadaş der. Olay budur. Öyle abartılacak miktarda bir dava mava yok yani. Her gazeteci, muhabir, köşeyazarı dava edilir, bu son derece doğaldır –özellikle bizim ülkemizde, benim de dava edilmişliğim elbette vardır da bu öyle abartılı boyutlarda değildir, olmamıştır. Birçok cumhurbaşkanı, başbakan gördünüz. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile tamamen farklı bir çizgide seyreden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan… Orjinaliteleri ne sizce… Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e çok büyük saygı duyuyorum tabii ki. Türkiye’de cumhuriyet rejimini ve laikliği korumaya çalışan ender kişilerden biri ve tabii büyük bir şanstır onun orada olması. Böyle bir iktidarın yolunun onunla kesişmesi hepimiz için çok büyük bir şans kuşkusuz. Şu anda Cumhurbaşkanlığında Sezer yerine bir başkası oturuyor olsaydı, bu iktidar Türkiye’yi çok daha kötü bir konuma götürürdü. Unutulmayan Söyleşiler / Emin Çölaşan/ Doğan Kitap/ 402 s. SAYFA 17