23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Doğan Hızlan bir edebiyat eserine nasıl bakacağını, neyi göstereceğini bilen bir yazar. Bakmasını bilmeyen için bir kitabın ayrıntıları üzerinde durmanın hiçbir anlamı yoktur. eşilkaya Savcısı” İlhan Tarus kendisiyle bile kavgalı bir öykücü, bir romancıydı. Bu öfkesine aldırmayan bir ben, bir de onun anladığı gibi konuşmasını bilen Fikret Otyam, dostluğumuzu korumasını bilen arkadaşlar olarak kaldık. İlhan Tarus ayrıntıları görmesini bilen bir hukuk insanıydı. Dağ gibi bir dosyayı şöyle bir kurcalarsa, işin özünü kavrayan bir derin görüsü, bir birikimi vardı. (Umarım Feridun Andaç kendisini aldatmaktan usanır da, onun çalışmalarını yeniden gün ışığına çıkarmanın zamanı geldiğine inanır. İlhan Tarus’tan çok Dünya Kitap’ın buna gereksinimi var.) Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler “Y NASIL BİR ELEŞTİRMEN Kimi eleştirmen satır satır okusa da bir kitabın gizli dünyasına giremez. Neyi, nasıl eleştireceğini bilemeyenlerin dağınıklığı içinde, sıradan sözlerle yetinir. Kimi eleştirmen de, İlhan Tarus’un dağ gibi bir dosyayı şöyle bir kurcalayıp özüne varması gibi, kendine özgü incelemesiyle, bir edebiyat eserinin gizlerini kavrayabilir. “Mükemmeliyetçi” eleştirmenin işi zordur. Her satırdan, her alıntıdan kuşku duyar. Asıl kaynağı araştırarak doğruları bulmaya çalışır. Dil yanlışlarını, çelişkileri, kurgu bozukluklarını ortaya koyar. Gelişigüzel yazmanın anlamsızlığını gösterir. Peki, kötü bir eseri “teşhir” etmenin ne anlamı var? Eseri yazan haksız bir üne kavuşmuşsa, ona haddini bildirmek, ünlü olmasını engelleyecek mi? Nice yazar haksız tanıtımlarla öne geçer. Öyle ki, haklı eleştiri onun kazandığı yeri değitiremez. Üstelik kıyıcı bir eleştiri, eliştirmeni zor duruma sokar. Nice “yağlama” yazısı yanında, “haklı eleştiri”ye önem veren bir edebiyat tarihçisi, edebiyatın akışını değiştirecek bir tarih anlayışına varabilecek mi? Doğan Hızlan’ı okurken İşte o pencerenin açılması belki bir imgenin anımsattığı olaydan, sözcüğün değişmeceli anlamından kaynaklanıyordu. Okurken konudan uzaklaşan insan, yerine göre, o çağrışımı da yazısında kullanabilir. Necati Tosuner “Bir Uzun Sonbahar”ı mı anlatacak? Önce Günel Altıntaş’la “İstanbul’un yeni kahvelerinden birinde” boy gösterelim diye diretmiştir. Roman ortamını bir başka ortamda yaşatmak özlemidir bu! Sonra da Demir Özlü, romanın birinci kişisine, insanı ele geçiren duyarlıkları söyletir: “Yaşam insana bütün istediklerini getirmez her zaman. Birtakım yürekten istenmiş şeyler elde edilemez de, gelir onun yerini başka şeyler doldurur.” Necati Tosuner romanın birinci kişisiyle dost olmanın yakınlığını duymaktadır. Eleştirel deneme bile değil, yalnızca denemedir onun yazdıkları. Öykü tadında denemeler. Gene de kitabın en can alıcı yerine dokunur. Kitabın serüvenine katar bizi (ELDE KİTAP, deneme, Neden Kitap, Ekim 2005). ya alışan Doğan Hızlan, denemeden öyküye, romana kadar her alana girmeyi seviyor. Kimine şöyle bir değinmekle yetiniyor, kimini derinlemesine anlatıyor. Asıl işimiz edebiyat olsa da, resimden müziğe geniş bir sanat alanı Doğan Hızlan’ın ilgisine girer. Dahası, Akdeniz mutfağını iyi bilen bir “gurme” olarak “Picasso’nun Sofrası”nı anlatırken; yalnız yemeklerin tanımını değil, Picasso gibi bir ressamın yaşama serüvenindeki bilinmeyen yönleri de öğrenmiş olursunuz (AYNADAKİ BAKIŞLAR, Kitaplar Kitabı 3, Doğan Kitap, Mayıs 2006). Doğan Hızlan bir tanıtım yazısında bile eleştirel denemenin tadını çıkarır. Salah Birsel’i anlatırken denemeye değişik gözle bakar: “Deneme türü size neyi çağrıştırır? Her şeyi, biraz dağınıklığı, biraz uçsuz bucaksız bir geziyi, en gizli bilgileri, en çarpıcı tanıklıkları...” (s. 13) Demir Özlü’den söz açarken deneme yeni bir boyut kazanıyor: “Demir Özlü, yeni kitabı ‘Kentler, Kadınlar, Yazarlar’ın bir yaşama biçimi kitabı olduğunu söylüyor. Kentleri, bir öykücünün deneme türüyle kaynaşan paydasından yazmış. Oturduğu kahveleri, cafeleri, barları denemenin sereserpe üsuubu içinde anlatıyor.” (s. 99). larının edebi anlatımını zedeleyecek kadar öne çıkarmamış, hep bir fon müziği gibi içten içe kendini hissettiriyor.” Bir romancının bütün özlemi insanı anlatmayı denemektir. İbrahim Yıldırım da bu özlemi duyuyor. Ama o da insanı yeterince tanımadığı kuşkuları içindedir: “Bir insanı nereye kadar tanıyabiliriz? Aslında bu sorunun yanıtı yok. Bir insanı sonuna kadar tanıyamayız, insan kendini tam olarak tanıyamaz.” (s. 131) “Polisiye”den yola çıkınca; Tolstoy’da, Dostoyevski’de, Shakespeare’de polisiye yok mu, sorusu aklımıza geliyor. “Hamlet”e polisiye gözüyle bakamaz mıyız? Ama Doğan Hızlan’ın belirttiği gibi bu yalnız kurgu işi değildir. Dil işi, dili işleme özenidir. Doğan Hızlan çeviri dilinde bile buna özen gösterilmesinden yanadır: “Tomris Uyar’ın nefis Türkçesinden Virginia Woolf’un Mrs. Dolloway’ini okumanızı tavsiye ederim.” (s. 52) Dile özen gösterilirken “Karadavut Tefrikası” gibi gereksiz şişirmelerin kofluğunu da anımsarız. Dil özeninde sözcük tutumu önemlidir. Ferit Edgü’nün eksiltilmiş bir dille yazmasına hep ilgi duymuşumdur. Doğan Hızlan bunu “minimalizm” olarak nitelendiriyor: “Minimalizm tehlikelidir. Aza ve öze indirgeme işlemini öyle iyi kullanacaksınız ki, anlamın ayrıntısı dışarda kalmayacak, ayıklarken esas güme gitmeyeceki.” (s. 110) Ferit Edgü’nün eksiltilmiş dille yazmasını Doğan Hızlan da başarılı buluyor. “İnsanlık HalleriAforizmalar”ı buna örnek gösteriyor. Eksiltilmiş söz Ferit Edgü’nün biçem özelliğidir. Ben de bir “aforizma”sını almakla yetineyim: “Yaşam, ne tek yönlüdür, ne çift yönlü. Yaşam çok, pek çok yönlüdür. Bu nedenle yolunu şaşırır insanlar.” ÖNCE ŞİİR Doğan Hızlan bir edebiyat eserine nasıl bakacağını, neyi göstereceğini bilen bir yazar. Bakmasını bilmeyen için bir kitabın ayrıntıları üzerinde durmanın hiçbir anlamı yoktur. Edebiyata şiirden bakmanın Doğan Hızlan için bir ayrıcalık olduğuna değinmiştim. “Şiirin Atsız Süvarisi” Ülkü Tamer’i, onun anlatımıyla yeniden keşfediyoruz: “Şiir dilinin yalınlığının ardındaki geniş çağrışımlar silsilesi, bizim ve dünya şiirinin edebi çizelgesinin ince katmanlarını yansıtır.” (s. 236) “‘İkinci Yeni’ bir güvercin curnatasıdır” diyordu Cemal Süreya. O curnatada Ülkü Tamer ‘ironinin arkasındaki trajediyi keşfetmiştir.’ Doğan Hızlan’ın yazıları yalnız ele aldığı kitabı okumaya özendirmiyor. O kitabı nasıl okumak gerektiğini, Doğan Hızlan’ın gözüyle okurken insanın nasıl çoğaldığını da gösteriyor. Üstelik bu yazılar daha önce Hürriyet gibi geniş okur topluluklarının okuduğu bir gazetede yayımlanınca, hiç tanımadığımız nice okura okuma beğenisi de aşılıyor. Doğan Hızlan gibi “tam edebiyat insanı”nın bu emeği, ayrımına varılmayan bir güç oluşturmaktadır. Bu güç ivme kazanarak gelişmekte, edebiyatın geniş okur topluluklarınca benimsenmesine yaramaktadır. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnun oluruz. DENEMEYE SIĞINMA KOLAYLIĞI Edebiyatı değerlendiren bir yazarın (eleştirmen demeye çekiniyorum), şiirden romana değişik alanlardaki eserleri kavramaya, yorumlamaya uygun birikimi, beğenisi olmalıdır. Şöyle bir değinmek de, bir dizede derinleşmek de, bir yazarın neyi anladığını belirtmeye yeter. Yerine göre kısa söz, içi boş uzun bir yazıdan daha etkilidir. Bir “fizyopatoloji” kitabı okur gibi en küçük ayrıntıyı göz ardı etmeden, notlar çıkararak okumak da var; şöyle bir karıştırıp yazarın anlamak istediğini kavramak da. Her ikisinde de ana konuyu kavramaktır önemli olan. Yorumlarda gerçeğe yaklaşmaya çalışmak, ana konuya uzak düşmemeye çalışmak gerekir. Ama yoğun okumayı alışkanlık edinmek zordur. Bir sözcüğün çağrışımı sizi öyle anılara çeker ki, yazıyı yeniden okumak zorunda kalabilirsiniz. Hep Nahit Ulvi Akgün’ün bir şiirini anımsarım: “Bir pencere açıldı kitabımın sayfasında El sallayarak sen göründün.” SAYFA 20 BİR YAZI USTASI Doğan Hızlan bir kitaptan söz açtığı zaman o kitabın okunmasını özletir bize. Demek ki beğendiği kitaptan aldığı tatları okurlarıyla paylaşmak isteyen bir çalışma içindedir. Öyle çok kitap çıkıyor ki, beğenilmeyen bir kitaba eleştirel gözle bakmak yerine, iyi bir kitabın güzelliklerini göstermek daha anlamlı olabilir. Ben hep bir yazarın şiire nasıl baktığını merak ederim. Şiirden bakmayınca edebiyatın gizlerini çözemeyeceğini sanırım. Behçet Necatigil’in SEVGİLERDE adındaki seçilmiş şiirlerinin önünde Doğan Hızlan’ın Necatigil şiiriyle ilgili incelemesi, görmeyi öğreten bir çalışmadır. Necatigil şiirini bir “saklı su” olarak düşünürsek, Doğan Hızlan’ın yazısı daha aşılabilmiş değildir. Onun Celal Sılay incelemesi de, şiirimizin bu yitik ozanını yeniden edebiyata kazandırmıştır. Edebiyat sorunlarına şiirden bakma “POLİSİYE” KURGU İyi bir edebiyat eseri bir “polisiye” kurgu özenini gerektirir. Okurun ilgisi, merakını yenmeye yaramalıdır. Doğan Hızlan sözü İbrahim Yıldırım’ın “Bıçkın ve Orta Halli” romanına getirerek bu anlayışı şöyle yorumluyor: “İyi bir yazarın okur tuzakları vardır, bu sadece okuru avlamlak için kurulmuş değildir, dikkatinin sınanması da girer içine.” Aslında İbrahim Yıldırım bir öldürme olayının arkasındaki “12 Eylül Dönemi”nin toplumsal yıkıntılarını gösteren bir ortam romanı anlatmaktadır. Doğan Hızlan bu gerçeği çarpıcı bir duyarlılıkla belirtiyor: “İbrahim Yıldırım, siyasallık dozunu; bir darbenin ürküntülerini, kahraman MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 855
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle