Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? Aslında deminden beri konuştuğumuz şey bu! Çünkü insan bir başka olana karşı empati duyar. Birbirleriyle benzeşen şeyler çok yakın olamaz. Zıt olan şeyler mıknatısta bile var. “Arayış”a gelirsek, söyleyeceğim şudur; her an yağmur yağabileceği gibi, her an kar da yağabilir, her an gök gürleyebileceği gibi, her an kar da yağabilir. Ama arada bir deprem de oluyor galiba. Deprem çünkü aşka çok daha yakın bir şey. Deprem, bir yağmur gibi değildir. Deprem sonunda “yıkım” olur, ıslanılmaz. Yağmurda ıslanmak, karda kardan adam yapmak güzeldir de aynı zamanda. Ama asla ve asla “ne kadar güzel deprem oldu” demezsin. İnsan âşık olduğu zaman, tıpkı depremin ilk dakikaları gibi bir şaşkınlık yaşıyor. Bir iki adım gidince enkazla karşılaşıp altüst oluyor. AŞK YOK EDİCİDİR... Şiiri ciddi bir “işçilik” gerektiren bir “devrimci mücadele” olarak görüyorum. Tüm şairlerin birbirlerini tamamladıklarına da inanırım açıkçası. Yani “biçim” ve “duygu” açısından bu böyle. Şiirin kendisinde zaten bir başkaldırı, devrimci bir ruh var. Kehanet mi acaba, bilmiyorum: Bu devrimci ruh aşkta da var. “Büyük aşk, sek de, bir şiir yazdıktan sonra aşk yaşamak pek mümkün değil. Ama bir aşktan sonra şiir yazmak hayli olası. Bu da, anarşizmle devrimciliğin hangi sıralamayla geldiğinin en güzel tanımıdır bence. Aşk ve şiir için, ikisi de aynı familyadan geliyor diyebilirim. Ama aynı familyadan gelen bir dolu duygu biçimi var. Aynı ağacın farklı meyveleri gibi. Ama bu garip bir ağaç, anlaşılmaz ve insana insani olan bütün özelliklerini, nefretini, intikamını, aşkını, korkusunu, tutkularını hatırlatan bir ağaç. HER ŞAİR KENDİ DİLİNDE OKUNMALI Bir de kafama takılan “çeviri şiir” sorunu var, özellikle Türkiye’de. Bizde Cevat Çapan, Galip Baldıran, Özdemir İnce gibi bazı şairçevirmenler var. Fakat her şeye rağmen, ne kadar iyi çevrilirse çevrilsin, özgünlüğündeki o duygu kasırgasını sanki yakalayamayacakmış gibi geliyor bana. Bu salt Türkçeye has değil. Türkçe yazılan şiirlerin dışarıdaki tercümelerinde de aynı doku bozuklukları var. Bu çevirmenden de kaynaklanmıyor aslında. Şiirin dilinin kendi içinde çok çetrefil kurulmasıyla ilgilidir. Çeviri şiirin mümkün olabilmesi için şairlerin de bambaşka bir dile çevrilmesi gerekir. Sen bir Mayakovski’yi, Lorca’yı, Rilke’yi asla Türk yapamazsın. Bu noktada çevirmenlerden çok, okurlarda da problem var. Bu pek dile getirilmez. Sevdiğimiz şairleri kendi dillerinden okuyacak kadar yabancı dil bilgisine sahip değiliz. Yoksa hepimiz belli bir kalitede dil meraklısı olsaydık, o şairleri sevenler de özgün metinlerinden okumayı tercih ederlerdi. Öyle olmayınca, çeviri şiir, okur için bir mecburiyet oluyor. Ama temelde, her şair kendi dilinde okunmalı. Çeviri sadece bir araç olmalı. Ama bir edebiyat tarzı olarak bakmak bilmiyorum ne kadar olası. Bence değil. Ben çeviri şiir antolojilerini fazla takip edemiyorum. Kitapları tercih ediyorum. Takip ederken de, bu konuda hayatlarını adayan Cevat Çapan, Memet Fuat, Nevzat Erkmen gibi isimleri tercih ediyorum. Çünkü görüyorum ki, orada bir emek var. Ama gönlüm, tıpkı Can Yücel’in yaptığı gibi, yeniden Türkçe yazmaktan yana. O da çevirisi yapılan şairle değil, bizzat Can Yücel’le ilgili bir şey. O noktada da o şiirler aynı zamanda Can Yücel’in şiirleriydi biraz da. ? “Aşk biraz daha hep özlediğiniz birini sevmek sanki. Nesneleştiği takdirde, problemlerin yanında, güzel şeyler de sıradanlaşabiliyor” diyor küçük İskender. küçük aşk” gibi şeylere de asla inanmadım. Eğer aşksa, tüm aşklar büyüktür. Gerçi aşk konusu biraz çetrefil bir konu sevgili küçük İskender. O yüzden biz şimdi yalnızca şiirde kalalım. Ne diyorsunuz haklılık payı var mı söylediklerimde? Şiir ve aşk kadar ortak paydada bu kadar çok buluşan başka ne var? Belki deniz, meçhul… Şiirin devrimci bir yanı olduğu kesin, çünkü şiir emek isteyen, planlı yapılması gereken bir şeydir. Ama aşkın pek devrimci olduğuna değil de, daha çok anarşist kökenli olduğuna inanırım. Yok ediyor çünkü. O ana kadar kurduğunuz tüm dünyayı yok ediyor ve yeni bir dünyaya doğru gittiğinizi düşünüyorsunuz.Bunun için bir plan yapmıyorsunuz, bir başıbozukluk oluyor bedeninde insanın. İkisini bir arada düşünürCUMHURİYET KİTAP SAYI Rahibinden Satılık Kilise/ küçük İskender/ Sel Yay./ 112 s. 855 SAYFA 13