Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Her yeni atılım eski değerleri değiştirmeye yeter mi? Akım olma özelliği göstermese bile, yeni bir çıkış, alışılmış anlayışları değiştirebilir mi? Ya da gelenekçi bir çizgide edebiyat anlayışını derinleştirmek isteyenler, yeniyetmelerin çıkışlarına küçümseyen bir bakışla gülümsüyorlar mı? Çağdaş edebiyatın akışında değişik anlayışlar daha belirgin kişilikler kazanmış, ayrı dergilerde birikimlerini sergilemiş görünüyorlar. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler D ergilerin kişilik kazanması nasıl olur? Belli bir görüşü vardır. O görüşü savunacak bir biçem anlayışına varmıştır. O anlayışı savunan ozanlarla yazarlar bir araya gelmiştir. Edebiyatın genel konularıyla özel konularına kendi anlayışları açısından bakarken kamuoyu yaratmak olanağı bulabilirler. Gene de ortak paydaları alışılmış bir edebiyat eşiğini aşmak olmalıdır. Gerilerde kalmış bir edebiyat diliyle çağdaş edebiyatı aşmak olanağı var mıdır? Her yeni atılım eski değerleri değiştirmeye yeter mi? Akım olma özelliği göstermese bile, yeni bir çıkış, alışılmış anlayışları değiştirebilir mi? Ya da gelenekçi bir çizgide edebiyat anlayışını derinleştirmek isteyenler, yeniyetmelerin çıkışlarına küçümseyen bir bakışla gülümsüyorlar mı? Çağdaş edebiyatın akışında değişik anlayışlar daha belirgin kişilikler kazanmış, ayrı dergilerde birikimlerini sergilemiş görünüyorlar. Dergilerdeki cepheleşme dağılırken dergisi olduğunu söylüyor hem de üçer ay aralıklarla çıkıyor.) EDEBİYAT, Şubat 1968’de yayıma başlayan, Ahmet Bayazıt’ın sorumlu yönetmen olmasına karşın Nuri Pakdil’in dergisi diye bildiğimiz, gizemci görüşü savunan, Arap edebiyatlarına kapı aralayan bir dergiydi Nuri Pakdil, özleşme diline gösterdiği özen nedeniyle, 1950’lerde Nurullah Ataç’ın ilgisini çeken bir yazardı. Türk Dili dergisine değiniler yazdığım yetmişli yıllarda, aramızda tartıştığımız konular olsa da, Nuri Pakdil önem verdiğimiz bir yazardı. Nuri Pakdil’in dergisi Edebiyat, Arif Ay gibi bir ozanı, Rasim Özdenören gibi bir öykücüyü ebebiyatımıza kazandırdı. Ama Nuri Pakdil çekildiği o gizemli yalnızlıkta yitip gitti. GÜNÜMÜZÜN SAĞ KANAT DERGİLERİ Günümüzde, kendine özgü dünyada gelenek oluşturan DERGÂH, usta yönetmenlerle gerçek edebiyatı arayan TÜRK EDEBİYATI, şiirde derinleşmeye çalışan MERDİVENŞİİR, toplumcu edebiyatın karşısında olan YEDİ İKLİM, DERKENAR gibi dergiler, edebiyat sorunlarına geniş açıdan bakan Hece, yeni bir cephe oluştururken kendi yazarlarını da, edebiyatta sözü olan kişiler olarak yetiştirdi. Gerek MERDİVENŞİİR, gerek HECE, çağdaş edebiyatın sorunlarına nesnel bir değerlendirmeyle bakmaya çalışıyorlar. HECE’nin yayın yönetmeni Hüseyin Su ilginç dosyalar düzenliyor. Romanda, öyküde kişilik oluşturmak daha kapsamlı bir çalışmayı gerektiriyor. Şiirin kahramanları nasıl oluşuyor? Dosyanın adı: ‘‘Şiirle Bir İnsan Getirmek’’. Bana da sordular. Nâzım Hikmet’in ‘‘Kuvayı Milliye’’ destanından ‘‘Karayılan”ı anlattım. Nâzım, ‘‘Yiğitlik atla, silahla, toprakla olur’’ diyordu. Oysa ‘‘Karayılan’’ Antep köylüklerinde yoksul bir ırgattı. Ölüm gerçeğinin gizlerine varması onun bilinçlenmesine yol açmıştı. ‘‘Şiirle Bir İnsan Getirmek’’te Veysel Çolak ‘‘Nâzım Hikmet’in Şiirinde ‘İnsan Manzaraları’ ’’ üzerine geniş bir inceleme yazmıştı. Demek ki iç gerçeklerle toplumcu gerçeklerin buluştuğu bir yer var: Şiir dilini işlemesini bilmek. Necip Fazıl Kısakürek gizemciliği bir siyaset aracı yapmaya başladığı zaman o şiir dilinden kopmuş, öğreti şiirleri yazan bir bilge kimliğine bürünmüştü. Nâzım Hikmet’in öğreti şiirlerinde bir şiir dilinin incelikleri yoktu. Demek ki hangi görüşte olursa olsun, edebiyatta yeri olması gereken bir ozan ya da yazar diline özen göstermelidir. Alıştığımız dil içinden yeni bir dil çıkarmasını bilmeyen bir ozan, sıradan şiirler yazarken, edebiyatta iz bırakamaz. HÜSEYİN SU İLE ŞİİR ÜZERİNE Bir zamanların ünlü gazetecisi Nuriye Akman, edebiyat insanı olarak Hüseyin Su’ya sorular yöneltiyor, öykünün de, romanın da temelinde şiir olduğunu anımsatarak görüşlerini soruyor (MERDİVENŞİİR, Hüseyin Su ile Öykü ve Şiir Üzerine, ŞubatMart 2006). Ozan kimliği de olan öykücülerde öyküye sızan şiirli bir dil vardır. Bunun hep anımsanması gereken örneği Sait Faik’tir. Daha önemlisi dize kurma düzencesi bir öykücüyü sözcük tutumuna götürmelidir. Gerekçesiz uzatılan söz öyküyü bozar. Ancak şiir dilindeki anlatı, öyküdeki anlatıya benzemez. Şiirde en çekilmeyen özellik öyküsel anlatımdır. Şiir, değişik anlatım biçimleri bularak kendini öyküden kurtarır. Şiiri eskiten asıl özellik öyküsel anlatımdır. Hüseyin Su, romanın çok boyutlu bir çalışma olduğunu, memur yaşamasıyla birlikte sürdürülemeyeceğini söylüyor. Yazarlıkta zamanı kullanmak önemli bir sorundur. Her işte zaman sorunu vardır. Önemli olan zamanı kullanmasını bilmektir. Yazarların çalışma biçimi birbirine benzemez. Gene de dar zamanlar bir yapıtın tamamlanmasına yetmez. Sevi de öyle değil mi? Ne diyordu Behçet Necatigil: ‘‘Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek Yılların telaşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi.’’ Geniş zamanları kullanmasını bilmeyenler için ne sevi anlamlıdır, ne roman, ne de şiir yazılabilir. Bunların hepsi ayrı ayrı yetenek işidir. Zaman o yeteneğe biçim veren ustamızdır. Hüseyin Su şiirselliği bütün olarak değerlendiriyor: ‘‘Eğer şiirin imkânları bir metnin (ister öykü, ister roman, isterse şiir olsun) bütün hücrelerine sızmamışsa aramaya değmez, bir şeyler bulunsa bile o da şiire dair değildir zaten. Şiirde aradığımız, öteki sanatsal türlerin imkânları için de öyledir.’’ Bir yazının bütün hücrelerine şiir sinmişse onun neyini arayacaksınız? Yazıda belli olmayan, gizli bir şiir varsa aranmalı. Öbür türlüsü bıktırıcı bir bal tadı verir. Sezilmeyen şiirselliktir bir yazıyı etkili kılan. Nuriye Akman hep şiirden yola çıkıyor. Belki de edebiyatın özünde şiirin köklerini sezdiği için. Şiir özgür bir çalışmayı mı gerektiriyor? Belki de şiire yönelmek, en küçük ayrıntıyı ölçmeye yarayan bir düzence istiyor. Ama Nuriye Akman’ın, ‘‘Şiir, hikâyenin neresinde?’’ diye sormasını anlamadım. Şiirsellik bir biçem sorunudur. Süslü anlatım şiirli dil değildir. Kimi zaman yalın anlatımda, çocuksu bir duyarlıkta, şiirsel bir derinlik vardır. Geçkin bir kadının aşırı boyanması gibi, süslü bir duygusallık yazıyı daha da çirkinleştirir. Hüseyin Su’yla yapılan uzun söyleşi, dergi yönetmeni de olan bir öykücünün şiiri değerlendiren görüşleriyle anlam kazanıyor. Nuriye Akman’ın kışkırtıcı sorularına karşın, belli bir dengeyi korumaya çalışıyor. Öyküde kişilik oluşturulurken kötülerle iyilerin öyküdeki yerine göre önemi belirtilir. Sevi şiirine kısaca değinmek mi gerekir, yoksa destansı bir şiir döşenmek mi? Günümüzde çıkar ilişkileri toplumu yozlaştırsa da, sevi, soyut bir kavram olarak varlığını koruyor. Şeyh Galip’in ‘‘Hüsn ü Aşk’’ı gibi bir mesneviyle sevi yüceltilmese bile; o ateş içimizden geçmemişse, o ruh yeteneğine varamamışsak, yaşamanın anlamından uzak, kendimize bile yabancı düşeriz. Nuriye Akman, Nuriye Ural adını kullanmasa da, şiirsellikten kendini kurtaramıyor. Asıl adı İbrahim Çelik olan Hüseyin Su’ya soruyor: ‘‘Hüseyin Su, İbrahim Çelik’ten daha mı şiirsel?’’ Kendini Hüseyin Su adıyla özleştiren İbrahim Çelik, gizli adıyla üne kavuşurken, ‘‘sanattan daha farklı bir duyarlığın ifadesi’’ olarak kendini anlatıyor. BİRAZ DA METİN ELOĞLU HECE’deki, MERDİVENŞİİR’deki gizli dili çözmek, çağdaş edebiyatımızda onların yerini bulmak gerekiyor. MERDİVENŞİİR, şiirin kökenini ararken Bâki Ayhan T., Nilay Özer, Veysel Çolak, Yunus Koray, Yusuf Alper’in görüşlerine de önem veriyor (MERDİVENŞİİR, Şiirin Kökeni, ŞubatMart 2006). “BÜYÜK DOĞU” Böyle bir cepheleşme gerekli midir? Kırklı yılları anımsıyorum. Necip Fazıl Kısakürek’in BÜYÜK DOĞU’yu çıkardığı yılları. Orada birdenbire Sait Faik ilgimizi çekti. ‘‘Kurabiye’’ öyküsünün başlangıcı şaşırtıcı bir etki bırakır: ‘‘İstanbul’da tifüs, memlekette zelzele, dışarda harp, ben sana âşığım’’ (BÜYÜK DOĞU, 24 Eylül 1943). Daha sonra ‘‘Havada Bulut’’ 1945 yılındaki BÜYÜK DOĞU’larda bütünüyle yayımlandı. Ama ‘‘Havada Bulut’’un birbirine yaslanan öykülerinden biri olan ‘‘Kurabiye’’ iki yıl önce yayımlandı. Necip Fazıl Kısakürek’in gizemci anlayışıyla Sait Faik’in bohem dünyası birbiriyle örtüşür müydü? Demek ki gençlik yıllarının Necip Fazıl’ı o dünyayı içinde gizli bir tohum gibi taşıyordu. Çünkü Büyük Doğu’da kırk şiirini hazırlayan, kırk şiirinde yer alan daha nice ozan, yazar vardı. Sait Faik’ten başka Fikret Adil, Ziya Osman, Cahit Sıtkı, Fazıl Hüsnü, Sabahattin Kudret, Zahir Güvemli, Faik Baysal, Sabahattin Tahsin Teoman, Oktay Akbal, Emin Ülgener, Özdemir Asaf BÜYÜK DOĞU’da yer alırken, Necip Fazıl’ın edebiyatla siyaseti birlikte yürütmesinden etkilenmediler. NURİ PAKDİL ŞİMDİ NEREDE? Sıddık Akbayır kısa değinilerle Cemal Süreya’nın yaşama serüvenini çarpıcı görüntülerle belirtmiş (ŞİİRİ ÖZLÜYORUM, Otuz İki Kısım Tekmili Birden: Cemal Süreya, MayısHaziranTemmuz 2006). 30. notta durakta dergi okuyan bir adamın anısı vardır: ‘‘Şairi, şairden başkasının tanımadığına hep üzülür. Bir gün duraktaki yolcular arasında otuz yaşlarında bir adam PAZAR POSTASI okuyordu. Hem de Cemal Süreya’nın bulunduğu orta sayfayı... Adama, ‘Nasılsınız efendim, ben Cemal Süreya’ diye yaklaşır. Adam, ‘Memnun oldum, ben de Nuri Pakdil’ der.’’ (ŞİİRİ ÖZLÜYORUM hem iki aylık şiir SAYFA 32 Fotoğraf: ŞAHİN KAYGUN Metin Eloğlu Çağdaş şiirimizin önemli ozanlarından METİN ELOĞLU’yu değerlendirirken de soruna nesnel açıdan bakıyor. Mehmet Erte’nin yazısı, yeni yorumlara varmamızı sağlıyor (MERDİVENŞİİR, Metin Eloğlu Şiirine Yaklaşma Çabası Gösterenler İçin ‘Gerçekten’ Faydasız Sorular, NisanMayıs 2006). (Bir küçük anımsatma: Yunus Koray, asıl adı Yunus Küçükemiroğlu adıyla yazdığı dönemde, Metin Eloğlu adını kullanarak TÜRK DİLİ dergisine bir şiir göndermişti. Yunus Koray şiirinin belli bir düzeyi vardır. Metin Eloğlu adıyla gönderdiği şiir de yayımlanacak düzeydeydi. Ama Yunus Koray’ın yaptığı Metin Eloğlu’na saygısızlıktı. MERDİVENŞİİR’de ona adadığı şiiri ‘‘Ve işin tuhafı hâlâ seni seviyorum’’ diye bitirmesi, o eski saygısızlığı bağışlatmak için mi?) Dergiler arasındaki cepheleşme dağılmış gibi görünüyor. ‘‘Kültür ve Turizm Bakanlığı’’nda edebiyat insanı bir müsteşar, Mustafa İsen, edebiyat belleği olan bir gönül insanı bakan, Atilla Koç var. Umarım kültür siyaseti yapılırken edebiyata geniş açıdan, nesnel ölçüler içinde bakılır da, dergiler arasındaki barışı güçlendirmiş olurlar. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnu?n oluruz. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 849