28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? çalışma edebiyat uzmanlarının işi olduğundan, ben onun öykülerine yalnızca bir okur sıfatıyla, belki biraz daha ileri gidip yazma serüveninde yol almaya çalışan biri olarak yaklaşabileceğimi düşünüyorum. Sanırım Erdal Öz’ün öykülerinin beni yakalayan tarafı, öncelikle okunup bitirildikten sonra da yaşamaya devam eden, hatta giderek çoğalan öyküler olmaları. Hayatın içinden, adeta gerçek yaşantılardan çıkagelmiş, kısa bir süre bizi de konuk etmiş, ardından her öykü gibi çekip gitmiş, ama hayatımızda olmaya devam eden öyküler. Aslında öykü kavramının bendeki çağrışımı da tıpatıp böyle: Okuru daha ilk satırda farklı bir dünyaya çekip alan, o dünyanın tadını çıkarmaya fırsat bırakmadan da dışarı atıveren, ama okurla buluştuğu ölçüde de yaşamaya devam eden bir yazı türü. Ardında geniş birikimler olsa da, ansızın, adeta bir solukta yazılıyor ve yazıldığı gibi de bir solukta okunuyor. Bitirdiğimizde öykünün bizi terk ettiğini sanıyoruz, ya da bizim onu terk ettiğimizi, ama yine günün birinde ve yine ansızın bizde yaşamaya devam ettiğini şaşkınlıkla fark ediyoruz. Erdal Öz’ün çoğu öyküsü de böyle benim için. Hayatın içinde karşılığını buldukça çoğalırken, bizi de çoğaltan öyküler. Okurunda bu etkiyi nasıl yaratıyor Erdal Öz? Bana göre insanı anlatmasıyla, insanı anlamamızı sağlamasıyla. Onun malzemesi öncelikle insan. Gerçi edebiyatın, tüm sanat dallarının malzemesi, hatta amacı da insan, ama Erdal Öz’ün insanları hayatın içinden geldiği için farklılaşıyor belki de. Bir de tüm öykülerde varlığını hissettiren umut dikkat çekici. Koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, onun insanları umudunu yitirmemeye çalışıyor. ERDAL ÖZ’ÜN KİTAPLARI Yaralısın (1974) Kanayan (1973) Gülün Solduğu Akşam (1986) Yorgunlar (1960) Havada Kar Sesi Var(1987) Sular Ne Güzelse (1997) Cam Kırıkları (2001) İki Deniz Öyküsü: Vay Yunusum Van CanımSular Ne Güzelse (2005) Odalarda (1960) Defterimde Kuş Sesleri (2003) Bir Gün Yine Allı Turnam (1998) Kırmızı Balon (1990) Alçacıktan Kar Yağar (1982) Babam Resim Yaptı (2003) mıyor. Anlaşılmaz olmakla ve yapay kurgulamalarla farklı kılmaya çalışmıyor kendisini, anlaşılmazlığın "yükselen değer"inden uzak duruyor. Erdal Öz, ayrıntılarda dolaşırken de hayatın içinde kalmaya devam ediyor. Öykü kahramanlarındaki gerçeklik ve kesinlik de tartışmasız. Dolayısıyla okurun tamamlaması gereken büyük boşluklar yok öykülerinde. Ama bence boşlukların olmaması, çağrışımlara açık olmasını engellemiyor; tam tersine bu gerçeklik ve içtenlik – içtenlik kavramını özellikle vurgulamam gerektiğini düşünüyorum , öykülerin yaşamaya devam etmesini sağlıyor, hatta okuru kendi iç dünyasında kendi öykülerini kurmaya yönlendiriyor. Erdal Öz, yaşanmışlıklardan yola çıktığını Defterimde Kuş Sesleri adlı anı kitabında somut örneklerle de açıklıyor. Öykülerinde genellikle anılarından yola çıkmakla birlikte, anılarını yazmıyor, anılarının arasında yer almış bir resim, bir görüntü, herhangi bir yaşanmışlık, onun kimi öykülerinde kendi yolunu çizip tümüyle bağımsız bir yapıya dönüşüyor. Anılarda pek çok not var buna ilişkin; örneğin Sevişmenin Resmi ve Unutulmaz Bir Atlı öyküleri çocukluk ya da ilkgençlik yıllarından kalma bazı görüntülerden yola çıkılarak yazılmış; Kurt tutuklu olduğu dönemde köpeğinin ölümünü öğrendikten sonra yazdığı bir öykü; Onca Sevişmeden Sonra, Herkes Kendi Gecesinde doğrudan tutukluluk dönemi anılarıyla ilişkilendirdiği öykülerden bazıları. Kanayan, Güvercin, Sığırcıklar ve Kurt öykülerindeki atmosferin, güçlü bir gözlem ve algılama yeteneği sonucunda oluşturulabileceği hemen fark ediliyor. Ancak hareket noktası ne olursa olsun, tüm öyküler içtenlikleriyle okurda da yaşanmışlık duygusunu yaratırken bir yandan da başlarını alıp gidiveriyorlar sanki. "Edebiyatın en iyi okulu ustalardır" sözünü sıkça yineler Erdal Öz. Yaşadıklarından yola çıktığını söylerken, buna okuduklarını da eklediğini belirtir bir söyleşisinde. Edebiyatın çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerinden söz eder. Bu sözlere hepimiz yürekten katılıyoruz sanırım. Uzun yıllar iyi bir okur olma çabasıyla ustaların izini sürerken, bir raslantı sonucunda çıktığım yazı yolculuğumda buluştuğum ustalardan birinin Erdal Öz olması, yürekten sevindiriyor beni. "Ustaların izini sürmek" ya da "ustalarla buluşmak" kavramları, hemen bir başka öyküyü anımsatıyor bana. Çehov’un çok sevdiğim bir öyküsü olan Acı, Erdal Öz’ün Cam Kırıkları kitabında Sevgili Acı olarak karşıma çıktı. Benim açımdan müthiş bir andı bu; iki us849 oğlunu kaybeden arabacı Iona’nın acısını yüreğinde duymayan sevgilisini bırakıp kendi yalnızlığına gitmesi gibi. Umut, Erdal Öz’ün neredeyse tüm öykülerinde olduğu gibi bu öyküde de baskın. Anlatıcı inatla arayışını sürdürürken okuru da umutlandırıyor. Anlatıcıya inanıyoruz, elbette ki bu koskoca evrende Iona’nın acısını sarsıntılarla hissedecek birileri olmalıdır diyoruz. Umutları boşa çıkarmayan, sıcacık bir öykü Sevgili Acı. YAŞADIĞIMIZ SÜRECE... Bu öyküdeki aşk tanımlanmasına da değinmek gerekir bence. İnsana ait tüm değerler gibi, aşk da hafif bir esinti gibi dolaşıyor satır aralarında. Anlatıcının şu sözleri örneğin: "Seveceğim kız elbette güzel olmalıydı. En azından ben onu güzel bulmalıydım. Ama güzelliğin ötesinde başka bir şeyler de bulmalıydım. Şaşırtmalıydı beni, tanıdığım güzel kızlardan çok başka bir şeyler, çok güzel bir şeyler bulmalıydım." Sevgili Acı, benim için "buluşma" kavramını netleştiren bir örnek olmasının yanı sıra, aşk kavramını da alabildiğince yalın ve bir o kadar da yoğun biçimde tanımlayan ve çoğalmaya devam eden bir öykü. Buluşmaların sonu yok elbette, bu serüven yaşadığımız, okuduğumuz ve yazdığımız sürece devam edecek. Erdal Öz, benim henüz ilkgençlik yıllarımda ülkemin karanlık bir dönemine ilgi duymamı sağlayan, okuduklarımla yetinmeyip hep daha fazlasını okumama yol açan, sonrasında da yeni kitaplarını hep aynı heyecanla beklediğim ustalarımdan biri. Onun duru, yalın ve tertemiz dilinde bu deyişin yeri yoktur belki, ancak ben yine de sözlerimi, ustaçırak ilişkisinde ustaların her zaman hoşgörülü oldukları inancıyla "sürçi lisan ettiysem affola!" diye bitirmek istiyorum. ? İNSANDOĞA İLİŞKİSİ Doğa da neredeyse insan kadar ön planda kimi öykülerinde; sanırım onun hayata bakışının da izleri var bu ayrılmaz insandoğa birlikteliğinde. İnsanın varlığını doğadan ve çevreden kopuk görememesi, hayvanlara, bitkilere düşkünlüğü yazdıklarına da yansıyor. Kediler, köpekler, kuşlar, atlar, balıklar da insanın yanı başında yer alıyor öykülerinde. Örneğin Güvercin öyküsü, bir hücrede geçtiği halde insandoğa ilişkisini bir güvercinin varlığında somutlaştırıyor, o güvercin aynı zamanda umudun da simgesi oluyor. Doğayı kısacık metinlerde, bazen birkaç sözcükle büyük bir ustalıkla anlatabilmesi ise onun dil becerisinde kuşkusuz. Sevgili Acı öyküsünden "Kovadan masmavi deniz sıçrardı çevreye", Unutulmaz Bir Atlı öyküsünden "Ağzı beyaz bir kartopuydu", "Atımla ben, uçan bir leke gibiydik yemyeşil ovanın ortasında", Kırmızı Şemsiye öyküsünden "Birden bahçeyi buldum. Unutulmuş bir açıklıktı sanki, bir tazelikti", Sular Ne Güzelse öyküsünden "Denizleri hep sevdim ben, suları hep sevdim; seni denizler, sular gibi sevdim; sular ne güzelse seni öyle sevdim", Tam Denize Atlarken öyküsünden "Yer gök koyu beyaza kesmiş" gibi sayısız örnek var beni etkileyen. Doğa betimlemelerinin yanı sıra, doğaya ilişkin bir ayrıntıyı hiç beklenmedik bir anda karşımıza çıkarıp anlattığı konuyla bütünleştirebiliyor. Öykülerinde yer yer belirginleşen, ancak hiçbir zaman abartıya kaçmayan şiirsellik ise, onun şiire olan yakınlığı ile açıklanabilir belki. Erdal Öz, gerçek yaşantılarda dolaştırıyor okurunu, o yaşantılar gerçek olmasa da yaşanmışlıklardan beslendikleri için olsa gerek, gerçeklik kazanıyor. Okur yaşamadığı, bilmediği farklı dünyalara da konuk olsa, gerçeklikten uzaklaşamıyor. Bu gerçekliği oluşturmakta ise güçlü gözlemlerin, dildeki ustalığın ve yalınlığın büyük payı var. Öyküleri çok açık ve net. Anlaşılmazlıklarıyla okuru bunaltan ve çıkmaza sürükleyen, yaşamdan kopuk metinler yazCUMHURİYET KİTAP SAYI tanın buluşması... Öyküyü, sözcüğün tam anlamıyla bir solukta okumuştum. Hep düşündüğüm, ama bir türlü adını koyamadığım "buluşma" kavramını anlamlandırmaya çalıştım sonradan; yıllar yılı yaşananlar, okunanlar, algılananlar, birikimler ve iç dünyalardaki buluşmalarımız... Böyle bir öykünün ne kadar uzun bir sürecin ardından ortaya çıkabildiğini düşündüm. İç içe geçmiş iki öykü denilebilir belki ilk bakışta, ama Sevgili Acı bu iç içe geçmiş görüntüsüne rağmen Acı’dan ayrılıp kendi kimliğinde devam ediyor yoluna. Tıpkı anlatıcının, ? SAYFA 25
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle