Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? dayak, sözel ve psikolojik şiddet kol gezmektedir; ne sokaklar ne de evlerin içi kadınlar için güvenli yerlerdir. "Biriki tokattan ne çıkar?" anlayışıyla yetişen erkeklerin ve dayağı, "erkek değil mi, sever de döver de" diye haklılaştırıp içselleştiren kadınların çoğunluğu oluşturduğu bir toplumda şiddetin kendiliğinden azalmasını beklemek ise hayaldir. Hükümetler, hem özel hem de kamusal alandaki şiddeti önlemekle yükümlüdürler Kadınların insan hakları konusunda çalışan kadın örgütleri, 1980’den önce neredeyse görünmez olan bu sorunun gündeme gelmesinde, yasaların değişmesinde ve kamuoyunda farkındalık yaratılmasında çok önemli bir rol oynadılar. Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’ndeki KaMer gibi kadın örgütleri ise hem genel olarak erkek egemen zihniyetin değişmesi, hem de özel olarak tek tek kadınların şiddetten korunması açısından inanılmaz bir özveri ve cesaretle mücadele ediyorlar ve paha biçilmez bir görev yapıyorlar. Ne var ki, salt sivil toplum örgütlerinin çabaları ne kadar değerli olursa olsun sınırlı kalmakta ve kadına yönelik şiddet heyulasının ancak küçük bir kısmıyla başedebilmektedir. Bu konuda başta siyasi irade olmak üzere devletin tüm kurumları harekete geçmek ve kadın örgütleriyle işbirliği yapmak zorundadır. Nitekim 1993 Viyana Dünya İnsan Hakları Konferansı’nda, "kadınların bütün insan haklarından tam ve eşit olarak yararlanmalarım sağlamanın" hükümetlerin öncelikli görevleri arasında olduğu kaydedilmekteydi. Gene 1993 BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi’nin 1. maddesinde, ister kamusal isterse özel alanda olsun, devlet tarafından işlenen ya da göz yumulan fiziksel, cinsel, psikolojik şiddetin kabul edilemeyeceği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla devlet, özel alanda işlendiği gerekçesiyle kadına yönelik aile içi şiddete seyirci kalamaz. Ama ne yazık ki Türkiye’de TCK’nin 102. maddesinde düzenlenen cinsel taciz suçu ile 105. maddesinde düzenlenen eşe karşı tecavüz suçu önce mağdurun şikâyeti koşuluna bağlanıp sonra diğer takibi şikayete bağlı suçlarla birlikte CMK’nin 253 ve 254. maddelerinde düzenlenmiş uzlaşma kapsamına alınırken, yani kadınlar kazanılmış hakların kaybedilmesiyle karşı karşıya iken, gazetelerden, İspanya’da aile içi şiddeti ihbar edenlere 500 Avro ödül verilerek bu tür suçların açığa çıkarılmasının teşvik edildiğini öğreniyoruz. Üstelik İspanya’da faşist Franko diktatörlüğünün çıkardığı cinsiyetçi yasaların değiştirilmesinin tarihi o kadar da geriye gitmiyor. Ama İspanyol toplumu gerçekten demokrasiye geçme iradesi gösterirken bizim ülkemizde din ve gelenek adına ayrımcı yasalar yeniden gündeme getiriliyor. Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi için yapılması gereken çok şey var. En başta da kadınların insan haklarını koruması gerektiği halde çoğu zaman bunun tam tersini yapan emniyet güçlerinin eğitilmesi geliyor. Şiddete maruz kalan kadınların güvenlik güçlerine başvurmasının ne kadar zor olduğu açık; şikâyet cesaCUMHURİYET KİTAP SAYI retini gösteren kadınları ise, emniyet mensupları, şiddet mahalline, yani eve, aileye geri göndermekte bir beis görmüyorlar. Polis koruması istediği halde hastane odası basılarak öldürülen Güldünya’yı unutmadık, ama her gün bu türden yeni bir haberle karşılaşıyoruz ve önlem alınmadığı sürece de karşılaşmaya devam edeceğiz. Dolayısıyla, devletin, bedenleri ve ruhları şiddetle parçalanmış kadınların aynı işkenceye geri dönmemelerini sağlayacak, başta sığınma evleri olmak üzere, her türlü yaşamsal tedbiri alması gerekiyor. Bu bağlamda çarpıcı bir karşılaştırma, cinsiyet eşitliği konusunda en ileri ülkelerden biri olan İsveç’teki kadın sığınma evi sayısının 200 olmasına karşılık, namus kisvesi altında işlenen cinayetlerin ve kadın intiharlarının bunca yaygın olduğu ülkemizde bu sayının sadece 19 olmasıdır. Zihniyet değişikliği için mücadele Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında ve Türkiye’deki kadın hareketinin, özellikle de hukukçu kadınların önemli katkılarıyla TCK’nin değişmiş olması gerçekten önemlidir. Çünkü artık cinsel şiddet içeren suçlar "Adabı Umumiye ve Nizamı Aile" aleyhine değil, bireyinsan olarak kadına ve onun bedensel bütünlüğüne karşı işlenmiş sayılıyor. Böylelikle kadınlar, Cumhuriyet’in kuruluşundan 83 yıl sonra nihayet, en azından yasa önünde, bireyinsan olarak kabul edilmiş oluyor. Yeni TCK’de, kadın örgütlerinin yeterli bulmadığı düzenlemeler yer alsa da örneğin, tecavüz ve cinsel istismar gibi eylemler şikâyete bağlı suçlar ve dolayısıyla örtbas edilmeye çok açık, TCK’nin değişmiş olmasının önemi yadsınamaz. Gene de kadını kendi onuruna ve namusuna sahip bir birey olarak görmeyen binlerce yıllık ataerkil anlayışın, yasa değişmiş olsa bile, zihniyetlerde ve uygulamada hâlâ devam ettiği de birçok yargı kararında kendisini ortaya koyuyor. Dolayısıyla, yargıçların da kadınların insan hakları konusunda hizmetiçi eğitimden geçmelerini sağlamak önem kazanıyor. Kısacası, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de, hükümetler, kadınlara yönelik şiddeti ve ayrımcılığı, "özel alan"da gerçekleştiği gerekçesine sığınarak sürdürmek ve teşvik etmekle değil, durdurmakla ve bunun için gerekli tüm önlemleri almakla yükümlüdürler. Ancak bütün topluluğun sorumluluk üstlenmesi ve hükümetlerin de sorumlu tutulmasının sağlanmasıyla, adım adım, kadınlara yönelik evrensel insan hakları ihlalleri önlenebilir. Ama en başta, "bir tokattan ne çıkar?" ve "kol kırılır, yen içinde kalır" zihniyetinin ve kadınları baskı altında tutan kültürün ve törelerin yüceltilmesi anlayışının değişmesi gerekir. Kadın sorununa duyarlılığı artıran kitaplara ve Server Tanilli gibi, kadınların insan haklarını kararlılıkla savunan yazarlara işte bunun için her zamankinden çok ihtiyacımız var. ? 1 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. “Türkiye’de ve AB’de Kadının Konumu: Kazanımlar, Sorunlar, Umutlar,” der. F.Berktay, KaDer Yayınları, 2004. 880 ? SAYFA 5