03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Barış Behramoğlu ile ilk romanı "Su Gibi" üzerine ‘En özgür hissettiğim alan, yazı’ ? Gamze AKDEMİR Y Barış Behramoğlu’nun ilk romanı "Su Gibi" raflarda. Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan "Su Gibi"de, Barış Behramoğlu, yaşamayı ve hep sonrayı delice merak eden, alelacele atan bir yürek kadının, Su’nun öyküsüyle buluşturuyor okurları. Zamanı geldiğinde, hatta bir gün elbet tadında gitmeye ve aşka dair bir roman "Su Gibi". Biraz arınma, biraz sıla, biraz göç, biraz sonsuzluk hissi, biraz macera, keşfediş. Hem deşmek anıları hem uzaklaşmak, kaçmak hatta. Ötesine, öteye bakmak kısaca. Dediği gibi, romanında kullandığı Puşkin’in masalı da tam buna uyuyor. İnsanın mutlu olması için ya da mutluluğu yakalaması için ileriye bakması, yani ötesine bakması lazım değil midir zaten? Barış Behramoğlu ile "Su Gibi"yi konuştuk. SAYFA 10 azmak ile aran nasıldı öteden beri diye sorarak başlamak istiyorum söyleşimize? İlk hangi duygular götürdü seni roman yazmaya, nasıl şekillendi "Su Gibi"? Esasına bakarsan belki çok klişe olacak ama küçüklüğümden beri yazı yazmaya, hikâyeler uydurmaya bir yatkınlığım vardı. Olaya daha farklı bir açıdan yaklaşmak gerekirse şunu da mutlaka eklemeliyim diye düşünüyorum; temelden itibaren Fransızca eğitim aldım ve bildiğin gibi, Fransız eğitim sisteminde özellikle üzerinde durdukları konu, ilkokuldan itibaren yazıdır, daha doğrusu yazıyı kapsayan her şey. Nasıl mı? Şöyle ki, daha ilkokul yıllarından öğrencilere "ecriture" denilen bir ders verilir. Bu, güzel ve kaligrafik yazı yazma dersidir. Çocuklar bu dersler sayesinde harflerle oynamaya başlar ve kâğıt üzerinde yazıyla "barışırlar". Malum çocuklar için HAYATA BAKIŞ AÇISI yazmak zordur, çoğu zaman da bu zor Su imgesini hangi oylumda kullandıluk küsmelerine neden olur. Daha sonra ğını doğrudan sormak istiyorum analiz yine ilkokul yıllarında "dikte" sırasıyla ve yorumlara geçmeden. Biraz arınma, "kompozisyon" dersleri gelir. Dikte biraz sıla, biraz göç, biraz sonsuzluk hisderslerinde çocuklar temiz ve güzel yazsi, biraz macera, keşfediş… Hem deşmek maları ve imlaları üzerinden notanırlar; anıları hem uzaklaşmak, kaçmak hatkompozisyonda ise belirli bir tema verita… lir bu okunmuş bir öykü, masal olabi Su’yu bir imge olarak kullandığıma lir ve benzeri bir üslupla çocuktan inanmayacaksın belki ama kitap bittibaşka bir hikâye yazılması istenir. Arğinde fark ettim ve pek çok insan gibi dından hayal gücüne salarlar çocukları, benim de çok hoşuma gitti. Kızın ismiyani serbest bırakırlar. Çalakalem yazarnin anlamıyla, hayata bakış açısı birbirilar onlar da. ne denk düşmüştü. Tesadüf mü değil İşte ben bu derslere bayılırdım. Kenmi, nasıl oldu ben de bilmiyorum. Bilindimi en özgür hissettiğim alandı yazı. çaltı belki de. Bilgi valizimden farkına Sansürsüz, yargılanmaksızın, özgürce varmadan çıkartıp, oluşturduğum bir ifade edebiliyordum, hem kendimi hem imge olsa gerek. Evet Su ve su durdukde zihnimde canlandırdığım o hayal ları yerde bile bir hareket dünyasını. Bir oyun gibi gelirdi bana ve halindedirler. Döküldüçok da keyifliydi! ğü kabın şeklini alır, fazDerken büyüdük tabii. Çevla geldi mi taşar, bir çatremize dikkat kesildik. Olaylalak buldu mu sızar, bura daha analitik yaklaşmaya harlaşır, yok olur vb... başladık. Bilinçaltı denilen kavDediğin gibi romandaramlarla tanıştık. Mantık, felsefe, sanat, toplumsal olaylar, gündem, tarih... Sevsek de sevmesek de kurallara tabi tutulduk. İşte o zaman yazmak benim için oyun olmaktan çıktı ve bir ihtiyaca dönüştü. Çünkü ben hiçbir zaman "sözel anlamda" iyi bir anlatıcı olamadım. Bana masal anlat de, hiç beceremem. Kötü cümleler kurarım, yüzüme gözüme bulaştırırım. Ama kâğıt üzerinde hiçbir sınırın beni engelleyemeyeceğini anladım, aydım. Su Gibi de, böyle bir yoğunluk döneminde kâğıda döküldü. Önce parça parça düşünceler geldi. Sonra karakterler devreye girdi. Sonra mekânlar belirginleşti. Rüyalar gördüm. Kitaptaki rüyaların hepsini gördüm mesela. Zor ve uzun bir süreçti. Sancılı diyebiliriz. Ben ayrı bir karakterdim, yazdığım kişiler bambaşka insanlar. Kavga etmeye, onlara acımaya, sevmeye ve nefret etmeye başladım. Deli gibi. YaBarış kınlarıma onların dedikodusunu bile Behramoğlu yapıyordum. "Su böyle yaptı, Ada ne aptalca davrandı" gibisinden. Halim görülmeye değerdi! Ve bir gün baktım ortaya bir hikâye çıkmış, üstüne üstlük bitmiş. Kendi dünyamı oluşturmuşum, ifade edemediklerim dillenmiş, beden bulmuş. Çelişkilerim, hayallerim, arzularım, özlemlerim. Zamanı geldiğinde, hatta bir gün elbet tadında gitmeye ve aşka dair bir roman "Su Gibi" diyebilir miyiz? Tabii diyebiliriz. Her zaman böyle düşünmüşümdür, ama kendi hayatımda asla başaramamışımdır tadında bırakma olayını. Tadında bırakıp zamanı geldi mi gitmeyi yani. Bunu "Aşk" teması çerçevesi içerisinde işledim Su Gibi’de belki, fakat gerçek hayatta, sadece aşkta değil her türlü ilişkiiletişim şeklinde bunun böyle olması gerektiğini düşünüyorum, inanıyorum. Tüketmeden yaşamak. Duyguları, insanları, olayları tüketmeden tadına vara vara duyumsamak. Hakkını vermek yaşamanın. Empati kurarak. Overdoz olmadan. ki kız hem anılarından kopamıyor hem gitmek istiyor, hem çocukluğunun geçtiği yerde yaşamak istemiyor hem de bu çocukluğun onda bıraktığı izleri silmek gelmiyor içinden... Uyumlu ama sıkıldı mı ortadan yok oluyor. Kızdı mı, taşıyor, çok sert tepkiler veriyor. Aşk ile su metaforu iç içe bir de. Bunu neden tercih ettin? Tüm duyguların, çelişkilerin ifadesinde su.. Ayrılırken hüzne yağan yağmur....Gözyaşları... Ne zaman bir aşk filmi izlesem, yani aşk olması şart değil de, aşk sahnesi de olabilir bu, filmde mutlaka yağmur yağdığını fark ettim. Bu önceleri sadece basit bir tespitti. Aklımdan hep şu cümle geçiyordu: "Bütün aşk filmlerinde bir yağmur sahnesi var." Sonra düşündüm. Yazdıklarım üzerine. Olayların gidişatına. "Eski ve çok hoşuma giden bir geleneğimiz vardır. Gidenin arkasından Su dökülür. Su gibi git, Su gibi gel. Ayrılık zamanıdır. Bir rahatlatma yöntemidir." Demek ki Su... Sonra biraz daha düşündüm. Bu oturup yaptığım bir şey değildi tabii. Yolda otobüste, çalışırken aklımda dönüp duran düşünce parçacıkları. "Balkan çingenelerinde ve belki de başka kültür ve milliyetlerde de vardır bu, hani ölenin arkasından kadehleri tokuşturduktan sonra bir kısmı dökülür, artık hayatta olmayan dostun anısına, adına." Bu sevgidir dedim. Minnettir. Özlemdir. Dostluktur. Ayrılıktır. Burukluktur... Kısacası örnekler çoğaltılabilirdi ve öyle yaptım... Sonuç olarak, evet, su veya suya dair her şeyi, sevgiyle, aşkla, özlemle, ayrılıkla bağdaştırırım kitabımda. "Ötesini görmek gerek" ne demek? Bu duygu neyi ifade ediyor aslında? Su… Yaşamayı ve hep sonrayı merak eden, delice eden, alelacele atan bir yürek kadın dersem nitelememin neresi yanlış olur/olur mu? Niteleme hiç de yanlış değil. "Ötesini görmek..." Yaşadığımız hayattan öte, hayallerimiz var ve hepimiz bir şekilde, farklı yöntemlerle bunları gerçekleştirmeye çalışır veya yine gerçekleştirebil ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 880
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle