02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

G üney Afrikalı şair Ingrid Jonker, 19 Eylül 1933’te Kimberley, Douglas kırsal bölgesindeki bir çiftlikte dünyaya geldi. Anne ve babası o doğmadan ayrıldı. Bu yüzden, büyük annebabasıyla Cape Town yakınlarındaki bir çiftliğe taşındılar. Beş yıl sonra büyük babası öldü. Çocukluk yılları yoksulluk içinde geçti. Ablasıyla Cape Town’daki bir okula başladılar. 1943’te annesinin ölümü üzerine baba evine döndüler. İki kız kardeş, üvey anneleri tarafından dışlandılar. Bu durum, babasıyla aralarında bir uçurum açarak, ilişkilerine gölge düşmesine neden oldu. 1945’te görüşlerinden etkilendiği, çalışmalarını destekleyen şair, yazar D.J Oppermen’la karşılaştı. Daha on altı yaşındayken "Yazdan sonra " (Na die somer / After the summer) adlı bir şiir dosyası oluşturdu. Birkaç yayıncı tarafından basılmak istendi. Kendisine erken olduğu söylenerek vazgeçirildi. İlk kitabı "Kaçış" (Onvlugting / Escape) 1956’da basıldı. Aynı yıl Pieter Venter’le evlendi. Ertesi yıl kızları Simone doğdu. Johannesburg’a taşındılar, ama çok geçmeden ayrıldılar. Kızıyla yeniden Cape Town’a döndü. Bu yıllarda, aynı zamanda bir editör ve yazar olan babası, Ulusal Parti’den milletvekiliydi. Ingrid, babasının başkanlığını yaptığı kurul tarafından çıkarılan sansür yasalarını şiddetle protesto etti. Bu gergin ilişkinin neden olduğu zihinsel bunalım onu, annesinin de yıllar önce öldüğü Valkenburg Psikiyatri Kliniği’ne kadar götürdü. 1963’te yayımlanan ikinci kitabı "Duman ve altın sarısı" (Rook en oker / Smoke and ochre), Güney Afrikalı yazarlar, şairler, eleştirmenler tarafından çok sayıda övgü aldı. Breyten Breytenbach, Andre P. Brink, Adam Small, Bartho Smit gibi, zamanın tutucu Afrikaans edebiyat değerlerine kafa tutarak altmışlı yılların en ünlü şairlerinden biri oldu. Yazar Jack Cope ve Andre P. Brink’le aşklar yaşadı. Hamile kaldı, ama çocuğunu düşürdü. Güney Afrika’da bu, bir suçtu. Yıpranmış olan zihinsel yapısı daha da bozuldu. "Duman ve altın sarısı", Jonker’a Afrikaans PressBookseller ödülüyle 1000 pound kazandırdı. Üstelik Anglo American Corporation’dan bir burs da aldı. Böylece Avrupa’yı görme düşü, İngiltere, Hollanda, Fransa, İspanya ve Portekiz gezileriyle gerçeğe dönüştü. Gezileri boyunca kendisine Jack Cope’ın arkadaşlık etmesini istedi, Cope kabul etmedi. Andre P. Brink’le yola çıktılar. Paris ve Barselona’yı birlikte dolaştılar. Ne ki Andre P. Brink, karısı için Güney Afrika’ya dönmeye karar verdi. Yalnız kalan Ingrid, aşırı alkole yöneldi, yeniden bunalıma girdi. Gezisini yarıda keserek Cape Town’a geldi. Bir kez daha kliniğe yatırıldı. 19 Temmuz 1965’te klinikten ayrılarak Three Anchor Koyu’na gitti, kendini denize atarak intihar etti. Jonker, ölmeden önce bir şiir kitabının daha hazırlığı içindeydi. Bu şiirleri, ölümünden sonra, "Devrilen Güneş" (Kantelson / Toppling sun) adıyla basıldı. Afrikaans yazan şairin şiirleri, İngilizce, Almanca, Fransızca, Hollandaca, Hintçe ve Zulucaya çevrildi. Birkaç kısa öykü, bir de tek perdelik bir oyun kaleme aldı: "Yüreğimden sonraki oğul" (‘n Seun nam y Hart / A son after my heart). Nelson Mandela’nın 1994’te iktidara gelişinde parlamentoyu onun "Nyanga’da askerler tarafından vurularak öldürülen çocuk" adlı şiirini okuyarak açması, şairin ününü, ölümünden sonra daha da pekiştirdi. Nyanga’da askerler tarafından vurularak öldürülen çocuk Çocuk ölmedi kaldırıyor yumruklarını yaslanarak annesine haykırıyor annesi: Afrika! haykırıyor soluğunu özgürlüğün, haykırıyor bozkırları kuşatılmış yüreklerin yerleştiği yerlerde Kaldırıyor yumruklarını babasına yaslanarak Cevat ÇAPAN Şiir Atlası İngrid Jonker/ Şiirler/ Çeviren: İlyas Tunç elektrik akımlarıyla sarsılmış kurumlarda katılaşanlardan yanayım yanayım cesaretleri yok edilenlerden güvenlik robotundan gelen ışık gibi haklardan yoksun melez Afrikalılardan yanayım katillerden yanayım çünkü her ölüm gerektirir baştan almayı yaşamın yalanlarını hem, lütfen unutun adaleti, mevcut değil unutun kardeşliği, hilekârlıktır unutun aşkı, yoktur insafı SÜRÜKLENİYORUM RÜZGÂRDA Özgürüm, bağımsızlığım var tek başıma mezarlardan, hilekâr arkadaşlardan teselli için yaktığım ateş şeytanca bakıyor bana ailem kaçıp kurtardı kendini benim ölümümden solucanlar harekete geçiriyor annemi, babam gökyüzünü boydan boya rahatça fırçalayan elini kapatıyor sımsıkı özgürüm, inanıyorum eski arkadaşımın beni terk ettiğine özgürüm, inanıyorum içimdeki dağların devrilmesine izin verdiğine özgürüm, acı güneş ve kan kokuyor güzelliğim ne olacak benden yüreğimin köşe taşları yaramaz hiçbir şeye güzelliğim taş kesiliyor içimde hapsedilmiş, gücenik yine de belli halkım izliyor yapayalnız parmaklarımı içtenliğe kefenliyor kendini halkım geleceğin güneşiyle maskelenmiş kara Afrikam benim izliyor yapayalnız parmaklarımı izliyor olmayan görüntümü bir baykuş kadar mutsuz, yüzüstü bırakılmış parmaklarını yeryüzünün kız kardeşim kadar mutsuz halkım kopardı köklerini benden ne olacak çürümüş uluslardan tek başına dua yapamaz bir el Güneş örtecek bizi gözlerimizdeki güneş örtecek bizi daima kara kargalarla YAZ BAŞLIYOR Simone için Yaz başlıyor, deniz yarılıpaçılmış bir ayva gökyüzü bir çocuğun balonu gibi çok üzerinde suların Çizgili çubuk şekerlere benzeyen şemsiyeler altında insan karıncaları körfezin sevici gülüşü hem gösteriyor altın dişlerini Sarı kovalı, unutulmuş saç örgülü çocuk ağzın elbette küçük bir çan tokmağı minicik dili çalıyorsun güneşi bütün gün bir ukulele gibi AŞKIN YÜZÜ Yüzün senin, yüzü gibidir diğer herkesin senden önceki, senden sonraki, hüzünlü bir şafak kadar sakin bakışların zamanında alıyor molayı yüzün senin, bulutların çobanı bekçisi, yanardöner, uçuk güzelliğin günahsız ağzının görüntüsü anladım ki gizemini koruyor bir gülümsemenin küçük beyaz köyler gibi dağların ötesindeki, kalp atışların da ölçüsüdür onların sevincinin Köken derdi yok, servet derdi yok ölüm derdi yok sevgilimin yüzü yüzüdür aşkın KİTAP SAYI 880 ‘uzaklardaydım doğduğum yerden...’ kuşakların gösteri yürüyüşünde: haykırıyor babası: Afrika! haykırıyor soluğunu dürüstlüğün, asaletin kıstırılmış gururunun sokaklarında Ne Langa’da öldü çocuk ne Nyanga’da ne de Orlando’da, Sharpeville’de ne de Philippi’deki karakolda da ölmedi çocuk beynine saplanan bir kurşunla uzandığı Çocuk, gizemli gölgesidir askerlerin tüfekli, sopalı, Saracen’li nöbetlerde buradadır çocuk, tüm toplantılarda, yasaönerilerinde çocuk, bakıyor camlardan, bakıyor annelerin yüreklerine her yerde bu çocuk, Nyanga güneşinde oynamak isteyen büyüdü adam oldu, yürüyor çocuk, tekmil Afrika’yı devleşti çocuk, geziyor baştan başa bütün dünyayı izinsiz. ACI DUT ŞAFAĞI Acı dut şafağı acı dut güneşi ayna düştü, kırıldı aramızda, uğursuzluk Arasam ana yolu koşmak için oraya söz patikalarını kuşatan ne varsa çıkıyor yoldan parıltılar içinde Köknar ağaçları hatırlatır unutulmuşlar sıra sıra yolumu kaybedince de toslarım acılarıma Benekli papağanın sesi şaşırtıyor durmadan beni aldatıcı, süslü şimdi alabildiğine kibarca takılıyorum peşine Yanıt vermiyor yankı o yanıtlıyor tek tek acı dut şafağı acı dut güneşi DÜRÜST İNSAN Üzgünsün şimdi hey, Wheely anlatabilirsin ama bebeğim sensin hâlâ o yavru kuş ufacık sığınağında kalbimin uzaklardaydım doğduğum yerden, gökyüzünün tülü duruyordu beyaz, gergin kıvrılan yollar boyunca ah, Wheely anla biliyorsun duygularımı öpmek için bir adamı sevmelisin çok fazla hem yadsımayacağım evet sevmiştim onu yoksa niçin seviştim ki hatta anlasam da rahat, sıcacık evinde onun sadece bir başka şeklin olduğunu senin, bebeğim benim HAMİLE KADIN Yatıyorum çağıldayan gecenin kabuğu altında, döl yatağında kıvrılmış, şarkılar söylüyorum, dölüm uzanıyor suda. Çocukmuşum gibi yapıyorum: morulalar, üzümler ve süpürge otu, kukumakranka çiçeği, ananas, sonra iribaş akınları balçığında derenin, bedenimde, köpük beyazı düşüncemde; ama döl yatağı ah döl yatağı, dölüm uzanıyor suda. şarkılar söylüyoruz hâlâ zar kırmızısı, kan şarkımızı, ben ve dünkü günüm, dünkü günüm asılmış duruyor altında kalbimin, küçük hindim, sallanan dünyam, sonra bir cırcırböceği gibi öten kalbim, cırcırböceğikalbim ötüyor bir cırcır böceği gibi; ama döl yatağı ah döl yatağı, dölüm uzanıyor suda. Mutluymuşum gibi yapıyorum: görüyorum nerede sıçrıyor ateş böceği! Ay yüzeyi, titreyen ıslak bir burunancak sabahla, topallayan ebeyle kaygan tepeler üzerinde serinlik, grilik çekiyorum kabuktan dışarı seni şafakta, ah yaslı baykuş, şafağın engin baykuşu, çıkmış döl yatağımdan ne ki kirlenmiş gözyaşlarımla kirlenmiş, bulaşmış acıyla. döl yatağı ah döl yatağı, uzanıyorum ürpererek, şarkılar söyleyerek, başka nasıl uzanırım, ürpererek ama dölümle suyunun altında…? ONLARDAN YANAYIM onlardan yanayım cinselliği kötüye kullananlardan çünkü hesaba katılmıyor birey sarhoş olanlardan yanayım karşıyım dipsiz kuyusuna beynin karşıyım yaşamın bir zamanlar güzel, iyi ve kutsal olduğu görüşlerine karşıyım bahçe şölenlerine sahteliğin karşıyım tapınaklarda tempo tutan suskunluğa yoksullardan, yaşlılardan yanayım ölüme, günlerin atom bombasına rağmen koşuşturan duyguların çavlanları boyunca SAYFA 26 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle