03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hürriyet Yaşar'la 'Bir Tersine Yürüyüş'ü konuştuk. “Ben sürüklenişi gösterirken, direniş duygusunu ayakta tutmaya çalıştım” Hürriyet Yaşar iyi bir edebiyat araştırmacısıdır da öykücü olmasının yanı sıra. Geçenlerde bir antoloji yayımlayıp, edebiyat dünyasında büyük bir gedik halini almış konuyu ele aldı: 12 Eylül. Bugüne kadar hep yazarların kendi yapıtları içinde yer alan 12 Eylül’e ilişkin öyküleri, ince eleyip sık dokuyarak, bir antoloji haline getirdi, ismini de "Bir Tersine Yürüyüş" koydu. Ülkenin tersine doğru ilerleyişine sebep olan 12 Eylül ve 12 Eylül edebiyatına ilişkin Hürriyet Yaşar ile söyleştik. cağını da hep merak ederdim. O dünyayı bilen, o dünyanın içinden gelen okuryazarlar, biri ya da birkaçı bir küçük ülkeyi besleyebilecek denli büyük olan KİT’lerimizin yok edilişini yazmayacaklar mı? Bunu da şimdi merak ediyorum. iki sayfasını okuduktan sonra, yakından tarama diyebileceğim bir ‘gözle tarama’ yöntemine, ister istemez geçiyorsunuz. Zaten öykünün o ilk bir iki sayfası, sonraki sayfalarını gözle tarayınca, doğru bir izlenimi veriyor size. Yine de, kim bilir hangi öykülerden hiç haberim olmadı duygusu rahat bırakmıyor insanı. Bu zamana kadar pek çok 12 Eylül öyküsü yazıldı. Seçerken nasıl bir ölçüt kullandınız? Tıpkı yazıda olduğu gibi, seçkide de dergilere açılamadım, çünkü o zaman sonu gelmezdi. Başka seçkilere, birçok yazarın birlikte yer aldığı ortak kitaplara filan açılmayı ise doğru bulmadım. Onlar zaten derlemeydi. Kendimi, yazarların yayımlanmış kitaplarıyla sınırladım. Uzunluk sorunu vardı, almak istediğim halde alamadığım öyküler oldu bu yüzden. Ülkenin tersine yürütülüş sürecini öykülerden okutma amacı baskın çıkınca, her yazarın bir tek öyküsünü almak ya da kimin kaç öyküsünü alacağımı edebiyatımızda kapladığı yere bakarak belirlemek gibi klasik antoloji ölçütlerini bir yana bıraktım; tersine yürüyüşü öykülerin kendiliğinden oluşturduğu evrelerine, boyutlarına ayırıp, o evreleri anlatan, çok uzun olmayan, öyküleri almaya çalıştım. Evet, oraya gelelim. Kitabın adının doğuşu... "Bir Tersine Yürüyüş." Bir tersine gidiş dönemini anlatan bu başlık nasıl ortaya çıktı? 12 Eylül’den sonraki gidişimizin "bir tersine yürüyüş" olduğunu masa tartışmalarında söylemek kolay. Belki de kolay olduğu için, sonuç yaratıcı da olmuyor. Oysa zamanın ve insanlığın yürüyüşünün tersi yönde yürütüldüğümüzü, bunun silah zoruyla, ulusal ordumuz kullanılarak, daha doğrusu halkın ulusal ordumuza duyduğu güven kötüye kullanılarak, emekten, halktan yana önderleri tutuklanarak, öldürülerek, yok edilerek yapıldığını, bir araya getirilmiş öykülerden görmek, izlemek çok irkiltici. Hele Orhan Duru’nun, bundan elli yıl sonrasına açılan öykülerinin isabeti, ABD’nin türbanı olumlayan son açıklamalarından sonra iyice ortaya çıktı. Orhan Duru’nun öyküleri, tersine yürüyüşün hedefine yaklaştırıldığımızı ama henüz oraya değin sürüklenemediğimizi, sürüklenişimizin sürdüğünü gösteriyor. ÖYKÜLER KÜTÜĞÜ Dosya yazısı dediniz, kitaba nasıl yöneldiniz? Dergi uzun sürede çıktı, bu bana zaman kazandırdı. Sonra dosyayı 12 Eylül’e denk gelen bir sayıda yayımlayalım dedik, bu birkaç ay daha kazandırdı. Ben zaman kazandıkça çalışıyordum, Özcan da süre uzadıkça yazının nasıl olup da bir türlü bitmediğini merak ediyordu. Sonunda yazıyı gördü. Süre kazandıkça daha çok öyküye ulaşabildiğim, "öyküler kütüğü" gibi bir çalışmaydı elimdeki. Bunda asıl zaman yiyici, tarama ve okuma idi. Aslında, ‘basıyoruz’ dediği anda gönderebileceğim durumdaydı yazı. Kuşbakışı değerlendirmeyi içeren yazıyı ise çoktan bitirmiştim, o yazı seçkinin önsözü oldu şimdi. Araştırmaya bir buçuk yıl çalıştım. Tabii bir yandan da muhasebecilik yaptığım için, akşamları ve tatil günlerini kastediyorum. Verdiğim emekle ortaya çıkan ürün, o ürünün yaratacağı etki, denk görünmedi bana. Yazı, tarihi geçmiş bir derginin sayfaları arasında, yalnızca özel meraklıları için, duruyor olacak, öyküye edebiyata yakın, ülkesinin geçmişine meraklı, 12 Eylül’e karşı olan çok geniş bir okur kitlesi bakımından unutulup gidecekti. Bir bakıma, benim istediğim, asıl etkili, canlı, toplumsal işlevini göremeyecek, yaşamı istediğimce etkilemekten çok uzak kalacaktı. Gönlüm razı olmadı. Seçkide yer alacak öykücülerin telif haklarına ilişkin kaygım Can Yayınevi’nin düzeyli tutumuyla ortadan kalkınca, çalışmama hız verdim. Birkaç ay sonra da teslim ettim. Nasıl bir çalışma yolu izlediniz? Evin yüzeyinin kitaplarla dolu olmasını engelleyemiyorsunuz. İçlerinden birini alıyorsunuz. İşiniz bitmiş olarak elinizden bırakana değin geçen süreyi, geride kalan kitap sayısıyla çarpıyorsunuz. Bulduğunuz sayıyı hiç düşünmemeye çalışıyorsunuz. Önce her öykünün çekimine kapılıp hepsini okuyorsunuz. İki üç kitabın aldığı süreyi görünce, ilk bir ? Erdem ÖZTOP ürriyet Bey, ilkin şunu merak ediyorum, "12 Eylül Öyküleri" projesi hatırladığım kadarıyla, birkaç yıl öncesinden bu yana tasarlanan bir projeydi, değil mi? Biraz anlatır mısınız nereden boy verdi? İmge Öyküler dergisinin hazırlık toplantılarından birinde Özcan Karabulut’un dergi için dosya konusu önerisiydi. 12 Eylül’ün 25. yıldönümü yaklaşıyordu. Kalabalık bir arkadaş topluluğuyduk. Hem çekiminden kendimi kurtaramayacağım hem de benden alacağı zaman nedeniyle hiç kapılmamam gereken bir konuydu. Konunun çekimi üstün geldi ve kapıldım. Başlığı daraltsaydım o kadar zaman almazdı ama bunu da bir türlü içim istemedi. 12 Eylül öyküleri birikimimizi ben de merak ediyordum. Böylece kendimi, sürekli genişleyen bir kitaplar ve yazarlar listesinin karşısında buldum. Belleğimde ise, daha başkalarını da merak ettiren birkaç öykü. Hangi öyküler diye sormamda bir sakınca var mı? Berrin Kırımlıoğlu’nun, insanın içgücünü, kişinin kendi bile tam yıkıldı sanırken bir direniş şarkısı gibi toparlayıp ayaklandıran öyküsünü Varlık dergisinde yaklaşık yirmi yıl önce darbeden birkaç yıl sonraya denk geliyor olmalı okuduğumdan beri unutmamıştım. Muzaffer İzgü’nün işkenceye karşı içgücü ayakta tutmayı işleyen öyküsü de, yirmi yılı aşkın süredir belleğimden silinmemişti. Feyza Hepçilingirler’in sivil polis ve YÖK öykülerini, sade ve kibirsiz Dönemeç dergisi günlerinden ve yirmi yıl önceki kitaplarından anımsıyorum. Koca bir ülkeyi çökertme tasarımının büyük bir parçası olan özelleştirmeden, yalnızca Ahmet Yurdakul’un bir tek öyküsünün mü çıkmış ola BAĞIMSIZLIK VE SOĞUK SAVAŞ Bu kitabın derleyeni olarak, ne ifade eder sizin için 12 Eylül? İşte, sesletimi kitap adı olarak kolay olsaydı, yürüyüş değil, ‘yürütülüş’ derdim. 12 Eylül benim gözümde, emperyalizmin sosyalizme karşı, hatta emperyalizmden bağımsız her varoluşa karşı yürüttüğü soğuk savaşın önemli bir atlama noktasıydı. Soğuk savaş bitti mi? Bu bir yöntemdir ve gerektikçe neden o yöntemi yeniden kullanmasın? 20. yüzyılın son çeyreğindeki ve bugünkü Türkiye’yi, 20. yüzyılın başlarındaki Türkiye’ye benzetiyorum bir bakıma. Şöyle... O zaman Çanakkale’nin geçilmesinin yalnızca bizim için değil, Asya için, hatta sömürülmek istenen tüm uluslar için ne demek olduğunu sezebilen bir Mustafa Kemal varmış. Oradaki savaşın baş yöneticisi olmadığı halde, duyarlılığının dayanılmaz coşkusuyla ortaya çıkıp savaşın yönünü değiştirirken, kapitalizme ve emperyalizme karşı büyük bir ayaklanmayı, yani Rusya’nın sosyalizm denemesine geçiş çabasını da Batı saldırısından korumuş oluyordu. Ben bu bakımdan emperyalizmin Türkiye’ye yüklenişini, Çanakkale Savaşı’nın devamı olarak görürüm. Çünkü 1980 öncesinde Türkiye direnebilseydi, Kontrgerilla’yı söküp atabilseydi kalbinden, 12 Eylül başarısız kalsaydı ya da cezalandırılıp aşılabilseydi, Cumhuriyet bağımsız, ileri yürüyüşünü sürdürebilseydi, Avrasya’daki sosyalizm deneKİTAP SAYI H ? SAYFA 20 CUMHURİYET 880
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle