02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Soğukkanlılığıyla kendini Alevilerin gönlünü okşamak kaygılarından uzak tutan "Devletin Bektaşi Hırkası", Alevilerin kendini tanıması yanı sıra Sünnilerin Aleviler ve sorunlarını tanıması açısından okuru zenginleştiren bir çalışma. Erdoğan AYDIN levilik, son dönemde pek çok çalışmaya konu olan güncel ve önemli bir sorun alanı. Bugüne kadar susmuş/susturulmuş bir kültürün aydınlanma ve kendine alan açmak üzere ayağa kalkması, bu sürecin başlıca nedeni. Tabii Aleviliğin bu kendini yeniden kurma sürecinin iki kaçınılmaz sonucu ile karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, içeriden kimlik arayışının, tanımlanma gereksiniminin ve hegemonya mücadelesinin varlığı iken, ikincisi de bu "şişeden çıkan cin"in dışarıdan, egemen güçlerce yeniden manipüle edilmeye çalışılmasıdır. Bir dizi farklı açılım yanında "majestelerinin Aleviliğini" yaratma çabaları da bu sürecin kaçınılmaz parçası. Aleviliğe dair (sanıyorum) en son çalışma olan "Devletin Bektaşi Hırkası" (Ali Murat İrat, Chiviyazıları Yayınları), işte tam da bu süreçle örtüşüyor. "Devletin Bektaşi Hırkası", çoğu Alevilik araştırmasından ayrımla, konunun pek çok sorun alanına dair dikkate değer açılımlar sunuyor. Yazarının akademik kimliğinin de sonucu olarak kitap, metodolojik bir yaklaşımla şekilleniyor. Bu bağlamda her adımda farklı çalışmaların yargılarını da bize aktaran, iddialarını gerekçelendirmeye çalışırken okuru başka kaynaklara da yönlendiren bir çalışma. Ancak çoğu suya sabuna dokunmayan akademik çalışmalardan da farkla, konuyu güncel ve reel politikalar bağlamı içinde açıklamaya çalışıyor. Kritik A Devlet Geleneği ve Aleviler lisi olmak üzere Sünni Kürt egemenlerin de Kızılbaş Kürtlere karşı kırıma yönlendirildiği bir süreçtir. Ancak bu süreçte Bektaşi dergâhının da Kızılbaş halktan ve Şah’tan etkilenerek yaşadığı dönüşüme işaret etmesi İrat’ın fikri bir katkısı olarak önemli. II. Bayezit’in Bektaşi postnişinliğine atadığı Balım Sultan’ın, (kimi Kızılbaş kültlerini Bektaşi kültü haline getirerek, Anadolu'nun Kızılbaşlaşmasını Osmanlı adına kontrol altına alma çabası yanında, Bektaşiliğin de Kızılbaşlarla aynı teolojik eksene oturmasına yol açması) misyonu ile karşı karşıyayız. Bu noktada İrat da, Balım Sultan’ın, esas misyonunun, etki altına alınan kesimleri Osmanlı’dan yana Şah İsmail aleyhine kullanmak olduğunu belirliyor; ki kafaların özellikle karıştırıldığı günümüzde bu saptama önemli (s.61). Yine Bektaşiliğin de bu dönemden başlayarak Kızılbaş etkisine açılması şeklinde, sürecin diğer yüzüne dair açılımlarda İrat’ın duruşuten dolayı devletin ortodoks anlayışını bir dönem için etkiledikleri de görülmelidir" (s.50) diye yazar İrat. Kısacası devlet, Hacı Bektaş’tan sonraki yüzyılda, Abdal Musa’ların tasfiyesi sonrasında, başı sıkıştıkça kullanmak üzere bir Bektaşi hırkası oluşturacaktı kendisine ve bu hırkayı, çıkarlarına bağlı olarak istediği zaman çıkarıp istediği zaman giyecekti. İrat’ın açılımı salt geçmişle sınırlı kalmıyor tabii; O günlerden bugünlere uzanan bir gelenek olarak Alevilerin duruma göre sırtının okşandığı ve yardıma çağrıldığını, ama Aleviliğe bakışın, asimilasyoncu karakteriyle aynen sürdüğüne işaret ediyor. Bu bağlamda İrat; "devletin Bektaşi kimliğini anlamlandırması ve onun ancak devletin kurumsallaşması ve devamlılığı sınırında tanıması, bu kimliğin Bektaşi geleneğinden KızılbaşAlevi geleneğine taşınmasında en önemli etkenlerden birini oluşturmasına" işaret eder. Devletin süregelen "..baskısı üzerine Bektaşilerin yasal kimliğine sığınan çok sayıda tarikat, bir yandan Bektaşilik geleneğinin zenginleşmesine bir yandan da taşıdıkları mit ve kültlerle, Bektaşiliğin ortodoks anlayıştan gittikçe uzaklaşmasına yardımcı oluyorlardı" (s.54) der. Alevi kültürünün safTürklükle açıklayan yaklaşımlara karşı KızılbaşAlevi kültürünün oluşumundaki farklı etnik katkılara da işaret eden Ali Murat İrat, bu durumun onun senkretik (bağdaşmacı) yapısının da kaçınılmaz sonucu (ve 72 millete bir göz ile bakmasının nedeni) olduğunu belirtiyor. Örneğin Kızılbaşlığın Şeyh Haydar’ın Türkmenlere giydirdiği 12 dilimli kırmızı başlık olan Tacı Haydari ile ilişkisinden, İran kültüründeki varlığına, Türkmenlerin kızıl keçe külahından, Erdebil Tekkesi kurucularının Kızıl Şapkalı olarak tanınan (Avcıoğlu) Sincarlı Kürt Firuz Şah soyundan gelmelerine (F. Sümer) varan genişleyen bir arka plana işaret ediyor (s.5759). Aleviliğin "Türklük ve Müslümanlık içinde konumlandırılamayacak öğelerinin" göz ardı edilmesinin Aleviliğin yapıbozumu olduğunu, Aleviliğin doğru anlaşılabilmesi için "Orta Asya kaynaklı olduğu kadar Mezopotamya kaynaklı öğretilerin de dikkate alınması" gereğine dikkat çekiyor. ALEVİ KAVRAMININ EVRİMİ İrat, Aleviliğin bir inanç olarak ta AliMuaviye günlerinden geldiği iddialarına karşı, Alevilik isminin gerçekte yakın zamanların nitelemesi olduğu yargısını dillendirir. Alevi kelimesinin Kutadgu Bi lig’de, Siyasetname’de geçtiğini, ama bunun inançkültür ismi olarak değil, soy ismi olduğunu, Osmanlı kaynaklarında ise neredeyse hiç rastlanmadığına işaret eder. 19. yüzyıl öncesinde genişleyen bir toplumsal kesimin kendini özdeşleştirdiği nitelemenin Kızılbaşlık olduğunu, bu kesimlerin inanç vurgusu anlamında Aleviliği 19. yüzyıl ve sonrasında kullanmaya başlanacağını ve bu nitelemenin giderek yaygınlaştığını belirtir. Osmanlı devlet geleneğinde ve giderek Sünni halk arasında Kızılbaşlığın bir kötüleme ya da aşağılama amacıyla kullanılması yanı sıra modernleşmenin diğer etkileriyle Kızılbaşlıktan ve diğer boy, tarikat, vb. isimlerden Alevi ismine geçiş yaşandığına işaret eder. Cumhuriyet sonrasında da sürecek olan bu dışlayıcı ve aşağılayıcı tutumun heterodoks ve heretik toplulukların güvence arayışıyla giderek Alevi nitelemesi etrafında birleşmeye başladığının da yanıtını veriyor. Alevi isminin üst kavram haline gelişine dair yaptığı açılımın, genişletilerek yinelenmesinin önemli olduğunu vurgulamalıyım. Bu açılıma göre Alevi nitelemesi hem değişim geçiriyor hem de öncesinden farklı olarak giderek tüm farklı kesimlerin ortak ismi haline geliyor. İrat’a göre inanç adı olarak Alevi terimi, "Türkiye'de de uzantıları bulunan ve Anadolu Alevileri ile kader birliği içinde olan, ancak manevi bir bağlılık dışında benzerlikleri bulunmayan Suriye Alevilerinden (Nusayriler) alınmıştır. Birçok Batıni ve İslam dışı öğeler ek olarak, İslamı heteredoks anlayışına yakın olan Bektaşiliğin de bu yapı içinde yer alması, ismin bir üst kimlik olarak yeniden oluşturulduğunun en önemli göstergelerindendir. Söz konusu yapıların modern anlayış tarafından tek bir isim altında sınıflandırılmasının" bu gruplar üzerinde kavramı içselleştirci bir etki yaratmıştır (s.190). EKSİLER VE ARTILAR Bitirirken belirtmeliyim ki, "Devletin Bektaşi Hırkası", öncelikle inançsal bir grup olduğu kabulüne rağmen, Alevilerden "etnik" veya "etnodinsel" bir topluluk diye söz edilmesi gibi, kimi iddialarında zayıf kalmış. Yine "Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması", "İttihatçılar...", "misyonerlik" gibi altbaşlıkların, "Kızılbaşlığın Tarihe Çıkışı" bölümünde sırıtması gibi kimi düzenleme sorunları var Kitabın. "Cumhuriyet Döneminde Alevi Kimliği" bölümünde "Şeyh Said" ve benzeri başlıklar da buna örnek. Yine Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan Bektaşi örgütlerinden çaplarının üstünde bir önemle söz etmesi gibi yanlışlar içeriyor. Özetle yer yer akışı bozan bir dağınıklığı ve referanslarının kimi yanlışlarına bükülen kimi bölümlerde irtifa kaybı var kitabın. Tabii böylesi bir çalışmanın dizinsiz yayımlanması ve çarpıcı bölüm başlıklarının "İçindekiler"de belirlenmemiş olması da Yayınevi adına ciddi bir eksiklik. Son olarak belirtmek istediğim, bunca çok ve önemli sorun irdelemelerinin ardından kitabın içerik ve iddialarına uygun bir toparlama beklentisine giren okurun, "Sonuç" bölümünde, hayal kırıklığına uğramasıdır. Oysa bu önemli çalışmanın irdelediği alanların önemiyle örtüşen bir Sonuç bölümüne gereksinimi vardı. Ancak bu gibi sorun alanlarına karşın "Devletin Bektaşi Hırkası", soğukkanlı ve bilimsel içeriğiyle okuyucuyu ciddi anlamda donatıcı, anlama ve çözüm üretme açısından altyapı kurucu bir kitap. Özetle soğukkanlılığıyla kendini Alevilerin gönlünü okşamak kaygılarından uzak tutan "Devletin Bektaşi Hırkası", Alevilerin kendini tanıması yanı sıra Sünnilerin Aleviler ve sorunlarını tanıması açısından okuru zenginleştiren bir çalışma. Kimi kitaplarda gördüğünüz, spekülatif ‘orijinalliklerle’ Alevilerin gönlünü hoş edip kendine alan açma gibi bir kompleksle değil, aksine anlama ve çözümleme arayışıyla biçimleniyor. ? KİTAP SAYI 880 OSMANLI’YA KARŞI SAFEVİ’DEN YANA Gün günden artan baskı ve sömürüsü yanında halk nezdinde anlaşılmaz bir dil kullanan Osmanlı’ya karşılık, ustaca kullandığı Türkçesi ve henüz halkçı olan söyleminden hareketle Safevi önderi Şah İsmail’in Türkmenler nezdinde bir kurtarıcıya dönüşmesinin hikâyesini anlatıyor bize Ali Murat İrat. Öyle ki onun araştırmasında Şah İsmail’in Anadolu halkını kucaklayarak yeniden şekillendirmesinin özlü bir açıklamasını buluyoruz. Ancak zaman zaman referans aldığı kaynakların yanıltıcı yaklaşımları da yorumlarına karışabilmektedir. Nitekim Osmanlı’nın Türkmene bakışının, Türkmenin Şah İsmail’den yana tavrından sonra değiştiği noktasında, referans aldığı H. İnalcık’ın devlet eksenli bakışının yanıltıcılığına düşebiliyor (s.60). Oysa bu yaklaşım, Osmanlı’nın, Safevi rakibinin Anadolu halkı nezdinde güçlenmesi öncesinde Türkmene olumlu baktığı gibi yanlış görüşün yansıması. Aksine Osmanlı’nın değişiminin doğru yorumu, öncelikle Osmanlı devlet yapısında ve devşirme kurumsallaşmada aranmalı. Türkmenin Safevi’de umut araması da, içinden çıkıp kurumsallaşan Osmanlı karşısındaki yabancılaşma ve çaresizliğinin yansımasından başka bir şey değil. Safevinin varlığı, halkın tepkilerini ortaya koymak için özgüven elde etmesini sağlamak anlamında, vergi ve asimilasyon politikalarına direnmeyi ve çatışmayı motive eden bir faktör anlamında önemli olmuştur. Esasen Osmanlı’nın Safevi karşıtı saldırısı da, bu kapsamda Anadolu’yu tekrar teslim almaya, Türkmene boyun eğdirmeye yönelik bir tavrın ifadesi olarak okunmalı. Bu bağlamda Safevi karşıtı sefer (Çaldıran), öncesinde olduğu gibi sonrasında da Anadolu halkının kırım ve dağıtılması seferi olacaktır. İrat’ın da altını çizdiği gibi bu süreç, aynı zamanda, başta İdrisi BitSAYFA 22 na değinmek gerek. Çaldıran yolundaki yeniçeri direnişini de bu etkilenmeyle açıklar ki, belki de aşırı olan bu yorum, sürecin daha bütünsel kavranılışı açısından irdelenmeye değer. DEVLETİN BEKTAŞİ HIRKASI Kızılbaşlıkla Bektaşiliğin farklılığına getirdiği soğukkanlı açılım, kitabın getirdiği katkılardan biri olarak görülmeli. Bu noktaya işaret eden kimi önceki araştırmacıların düştüğü kaba ajitasyona düşmeyen İrat, Bektaşiliğin İslami heteredoksi sayılabilecekken, Kızılbaşlığın ise heretik, İslam dışı öğelerle yoğrulduğu fikrini gerekçelendirir. Buradan, aynı zamanda kitabın ismini de belirleyen iddiasının gerekçelendirilmesine geçer İrat: "..Osmanlı tarihinde önemli bir yere sahip olan Bektaşilik tarikatının, sözü edilen Sofi, heteredoks ve heretik ayaklanmalardan sonra kurulduğu ve bu yapıların Osmanlı beyliğinin imparatorluğa geçişinde Osmanlı Devleti tarafından kelimenin tam anlamıyla kullanıldığı belirtilmeli. Buna karşılık bu yapıların elde ettiği güç CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle